Yaşadığımız coğrafya cehennem gibi olduğundan etrafımızdaki sorunların etkisinden kurtulamıyoruz. Suriye ve Irak’taki yangının alevleri üzerimize sıçrarken, doğuda sınır komşumuz olan Ermenistan’ın 100 yıllık kin ve nefreti dinmiyor, 1639’dan beri aynı sınırı paylaştığımız İran’nın hasmane tavrı can sıkarken, AB ve ABD’nin iki yüzlülüğü kabak tadı veriyor öte yandan Yunanistan Ege’de 19 adayı işgal ediyor. IŞİD ve PKK terörü yetmezmiş gibi FETÖ belası tüm devlet çarkını çökertme noktasına getirmiş.
Avrupa ülkelerinde kendinden olmayanı ötekileştirici, göçmen karşıtı, milliyetçi, ırkçı, islamfobik siyasetin yükselişi, yönetimleri daha içe kapanmacı olmaya iterken bir yandan da kitlelerin duygularına hitap edip coşturan liderleri öne çıkarmakta. Dünyayı dizayn etmeye çalışan ABD’de bile, yabancıları ülkeden çıkaracağını, Meksika sınırına duvar öreceğini, ucuz Çin mallarına ve işçiliğe karşı karşı gümrük vergilerini yükselteceğini, kaynaklarını yurt içinde kullanacağını vaat eden bir Başkan seçiliyor.
16 Ekim’de başlayan Musul Operasyonu ve 6 Kasımda başlayan Rakka Harekatı devam ederken, Irak ve Suriye ile uluslarası koalisyon, Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında yer almasına karşı. Hem sahada hem de masada olacağız iddiasına rağmen, Musul’dan dışlandık.
Türkiye’nin itirazlarına rağmen Suriye operasyonlarında PYD/PKK ile ortak hareket eden ABD’nin, yeni dönemde IŞİD’e karşı savaşta Esad rejimiyle koalisyona gidebileceği, Rusya’yla işbirliğini arttırabileceği değerlendiriliyor. Trump, “Kim olduğunu bilmediğimiz muhalifleri destekleyeceğimize Esad’ı ve Suriye rejimini desteklemenin en iyi yol” olduğunu, “Suriye’de Esad’la savaşmanın, Rusya’yla savaşmakla sonuçlanacağını” söylüyor.
Küresel gücün desteğiyle güneyimizde oluşturulmaya çalışılan PYD/YPG koridoru ve Rusya’nın desteklediği Esad’a karşı savaşan ÖSO’nun durumu ABD-Türkiye ilişkilerinin yeni kırılma hattı olacak.
AB, basın ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, demokrasi, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin ciddi ve sürekli olarak ihlal edildiği, otoriterleşme eğiliminin arttığı gerekçesiyle Türkiye’yi eleştiriyor. Türkiye de haklı olarak AB’nin iki yüzlü davrandığını, teröre destek olduğunu, Kıbrıs’ta Annan planına “evet” diyen KKTC’nin cezalandırıldığını, “hayır” diyen Güney Kıbrıs’ın AB’ye üye yapılarak ödüllendirildiğini, müzakerelerin başlaması için Kıbrıs’ı şart koştuğunu belirterek, ekonomik yaptırımlarla tehdit edilmesine karşı çok sert tepki göstermekte ve 2017’de üyeliğin referanduma götürüleceğini söylemekte.  
Sözde PKK’yı terör örgütü kabul etmelerine rağmen, Belçika mahkemesi PKK’nın faaliyetlerini terör değil, “silahlı mücadele” olarak tarif etmekte, AB ilerleme raporunda Türkiye’yi PKK ile mücadelede orantısız güç kullanmakla suçlaması nedeniyle AB ile ilişklilerimiz gün geçtikçe bozulmakta.
Kıbrıs Türkleri, Rumların ve Batı dünyasının “ya tam teslimiyet, ya ölüm” çözümüne, savaşarak “ya taksim, ya ölüm” sloganlarıyla kendilerine biçilmek istenen kefeni yırtmışlardı. Türkiye’deki AB yanlılarının çeşitli saçmalıklarla suçlayıp, sağlığında siyaseten yok etmeye çalıştığı Kıbrıs’ın efsane lideri rahmetli Denktaş’ın uyarılarına ve verilen bunca tavize rağmen gelinen nokta O’nun ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.
Bu arada Bulgaristan ve Moldovada seçimleri Rus yanlıları kazanırken, etki alanını genişleten Rusya, Ermenistan’la ortak askeri güç oluşturmakta, İran’a 10 milyar dolarlık silah satmakta...
Biz ise, döviz kurlarının hızla yükseldiği, piyasalarda çok ciddi bir durgunluğun yaşandığı, esnafın, işadamının ödeme güçlüğü çektiği, bir çok şirketin kapandığı, işsizliğin arttığı, çek ve senetlerin ödenmediği, dindar ve kindar nesil yetiştirmek uğruna eğitim kalitesinin dünya standartlarının altına düştüğü bir ortamda, malesef PKK, IŞİD, FETÖ örgütlerinin ağır saldırısı altında iç siyasetin gündemi belirlediği bir dönemi yaşıyoruz.