Cinnet geçirmek yalnız insanlara has bir durum değildir. 

Bir millet topyekûn cinnet geçirebilir. Bu bazen din değiştirme iç ve dış baskılar sonucu da olabilir. Bazen de sömürge altında yaşayan bir millete karşı sömürgeci-baskın kültürün dayatmaları ile sistemli bir mankurtlaştırma hareketine de dönüşebilir!

Milletimizde ilk olarak Uygurların yaşadığı Çinlileşme temayülünde görülen cinnet geçirme-öz benliğinden uzaklaşma serüvenine benzer bir durum da Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki seçkinci aydınlar tarafından rol model olarak kabul ettirilen uygulama ve hayat tarzları bazı alanlarda gerekli olmasına rağmen birçok alanda milletin böylesine köklü bir değişime hazır olup olmadığına bakılmaksızın benimsenmiştir.

Tepeden inme uygulamaları hayata geçirerek millete başka bir yol bırakmayan baskıcı model çok uzun yaşama imkânı ve alanı bulamayacaktır. En önemlisi de gönüllerde hüsnü kabul görmeyecektir.

Milletin bir süre de olsa uygulamaları sineye çekme, kabuğuna çekildiği görülmektedir. Yeniden bir millet inşa etme görevi batılı değerleri benimsemiş batıcı aydınlara verilmiştir! Bu tür aydınların değer yargılarıyla bir süre sonra milletin devlet, inanç ve kültürel algı ve anlayışları çatışmaya başlamıştır. 

Millet kültürel baskılar karşısında yeraltına çektiği milli, kültürel, tarihi ve dini değerlerini sokaklardaki mezarlarda, köşe başlarındaki derviş, evliya, hacı, hoca, yatır, ermiş...mezarlarında, türbelerinde aramaya başlayacaktır.

Cumhuriyet devrimlerinin amacı yalnız yeni insan, yeni düşünce ve yeni hayat modeli inşa etmek olmamıştır. Yaşanılan mekanlar, mimari, şehirler, sanat eserleri, edebiyat… zaman içinde değişimin zihniyet dünyasını yansıtmaya başlayacaktır. 

Cumhuriyetinin kendine has bir mimarisi, sanat, musiki, edebiyat, ekonomi, tarihe bakış anlayışı yoksa bunda yapılan köklü değişim ve düşünce, hayat alanlarında da özgün bir düşünce geliştirememiş olmamasının büyük etkisi vardır. 

Modern mimari olarak topluma dayatılan “modern yaşam” alanlarında mimarinin boğucu ruh dünyası, dikine mimarinin baskısı altında ezilen ruhların sanat ve estetikle arasında bir hayli mesafeler olacaktır, olmaktadır.  Mimarinin insan ruhuna, zevkine ve yaşantısına olan yansımalarının faturası psikolojik travma ve cinnet halinin insanları, aileleri sarmalaması şeklinde tezahür etmektedir.

Tarihi kimliğiyle ön plana çıkan şehirlerde nüfusun artmasına paralel olarak yeni yaşam alanları açma bahanesiyle ilk etapta mezarlıklar, türbeler ve tarihin canlı şahidi kabul ettiğimiz alanların bulunduğu arazilerinin seçilmesi tesadüf olarak görülmemelidir.

Milletler bünyesinde yüzyıllardır barındıra geldiği evliya, ermiş, yatır, hoca, derviş, şeyh, dede, baba geleneğini yok ettiğinde sanılmasın ki yalnız bahsi geçen kadim kültür yok olmayacaktır!  Aksine, cinnetlik bu durum bünyesinde barındırdığı dini, tarihi, kültürel alana açılan kapıların, köprülerin de yok olması, yıkılması anlamına gelmektedir. Bu nedenle sokak, mahalle, yol, cadde, semt, köy, şehir, kent ve metropol... Her türlü yerleşim merkezinde “yatır”, “türbe”, “mescit”, “cami” ... ile çevrelenmiş mekanlarda yetişen insanların inanç ve kültürel değerlerine olan bakışı, ilgisi böyle bir muhitti yaşamayanlara göre daha farklı ve daha samimi olacaktır.

Bahaeddin Özkişi’nin “Sokakta” romanı tam da bahsini ettiğimiz konu üzerine bina edilmiş gibidir. Öyle ki “Sokakta” romanı cemiyetin modernleşmesi ve kimlik, kişilik değişimine direnen ve cemiyetten dışlanan bir insanın öz benliğine sahip çıkma mücadelesi olarak ta görülebilir.

Evliya, geçirdiği faydasız hayatına rağmen eskiye açılmış bir kapı olarak kaldı.  O var olduğu sürece batı, sokağımızda rahat nefes alamıyordu.”

Milli benliğin yeniden köklü medeniyet kökünden filizlenen taze canlı bir organizma olarak ortaya çıkmasında milli değerlerin, ortak kültür olarak yaşamasında ise kadim kültürlerin canlandırılmasının ne derece elzem olduğunu Batı medeniyeti bizden çok daha önceleri anlamış ve insanlarının hayat alanlarını ferahlatarak sanat ve estetik değerleri ön plana çıkaracak çalışmalara ağırlık vererek gelişimini sürdürmüştür. Batının benimsediği insana ve köklere olan yatırımı bize çok önemli mesajlar vermektedir.

Milletimizin medeniyet inşasından üç yüz yıldır uzaklaştırılmış olması büyük bir projenin sonucudur. Onca aradan sonra kültür ve medeniyet inşası yolunda atılacak köklü adımlar yine insanımıza, her ferdimize ve topyekûn milletimize düşen kutsi bir görev olarak karşımızda durmaktadır! Kutsi görev karşısında bazıları şaşı baksa, bazılarının gözleri medeniyet ışığı karşısında kamaşsa da milli benliğin ne anlama geldiğini bilen sayıları az ancak milyonların gönlünde taht kurmuş insanlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. www.tarihistan.org