Hocaaaaaam” dedi Nesli…

Bu kızın hocam demesine bayılmayacak hoca da yoktur Üniversitede…

Efendim Nesli söyle bakalım” diye cevap verdim…

Hocam sizin yaş gününüz yaklaşıyor, ne yapalım kutlamak için”

Ne yapalım sence, bir şeyler yapmak gerekli mi?”

Hani diyorum ki gündüzden Abant’a gitsek, gece de orada kalsak nasıl olur, ben sana şarkı da söylerim hocam

Tamam da, 24 nisan da geceleri hava soğuk olur Abant’ta

Arabada ısınırız, yanımıza battaniye alırız, olmazsa otele de gideriz, ama hocaaaam kuş sesleri arasında ne güzel olur

Bakarız hele o gün gelsin

O sırada kapıdan bölüm başkanımız Mustafa hoca odama girdi…

Naber kız sen benim öğrencimsin ne işin var burada” diyerek takıldı tebessümle…

Nesliyle göz göze geldik.

*     *     *

Doğum günüm tatile denk gelmişti…

Öğleden sonra saatlerde Neslihan’ı evinden alıp İstanbul yoluna kırdım direksiyonu…

Nesli her zamanki gibi gayet rahat biçimde Alcatel marka telefonunu torpidonun üzerine koyup Zühal Olcay’ın “Düz duvara tırmanırmış” başucu şarkısını söylemeye başladı…

Tam Abant’a geldiğimizde, Abant yolundan vazgeçip İstanbul yoluna doğru devam ettim...

Hemen “Abant’a gitmeyelim başka bir planım var Nesli” dedim.

Nesli birden telaşlandı, “hocam, hocam çok duygulandım birden, neden bilmem ama Babamı çok izledim”.

Alcatel telefondan kim bilir kimler duydu bu sözleri…

Öyle ya “Babamı çok özledim” demek acil tehlikedeyim demek…

Bunu öğrendim daha önce…

*     *     *

Merak etme Akçakoca’ya gidiyoruz” dedim Nesli’ye…

Fırsat bulursak akşam saatlerinde Abant’a gelip gece de kalabileceğimizi ilave ettim…

Ahhh hocam Akçakoca’ya hiç gitmedim biliyor musun?” dedi gülümseyerek…

Brezilya kahvesi gözleriyle 1.70 boyunda, güzel fizikli, sütlü kahve tadında bir genç kızla seyahat insanı on yaş gençleşiyor…

Düzce’den Akçakoca’ya doğru döndükten on dakika sonra beklediğim olay gerçekleşti…

Dikiz aynasından gördüm camları siyah film kaplı beyaz minibüs’ü…

Ben ne zaman Neslihan’la birlikteysem beyaz minibüs peşimizde, hem de daha ilk günden buyana nereye gittiysek…

Kasaba diye bilinen Konuralp ten sonra şifalı sularıyla meşhur bir yerde durdum ve bakalım beyaz minibüs ne yapacak diye de merak ettim…

Minibüs geldi ama içinden kimse çıkmadan durdu ve öylece beklemeye başladı…

Yaklaşık 20 dk sonra şifalı sulardan içip yola çıktığımızda insan şöyle bir etrafına bakar ama Nesli hiç bakmadı, sadece benimle ilgilendi…

Bir ara dönüp “Ya Nesli, biliyor musun ne acayip arabalar var, bak şuradaki beyaz minibüsü görüyor musun? Camları simsiyah film kaplı üstelikte böyle siyah filmler yasak, kim bilir kaç defa ceza yemiştir garipler” dedim.

İşkillendiğimi anlamasın diye kendisine bakmadan en azından sesli tepkisini duymak istedim.

Bir an durdu hafiften bana bakar gibi yaptı sonra da “Ne garibi hocam onlar parası bol şımarık çocuklardır belki

Diye cevap verince güldük ikimizde

*     *     *

Akçakoca’da  Ceneviz kalesindeyiz…

Karadeniz göz ufkumuzun bittiği yere kadardan çok fazlası, uçsuz bucaksız…

Nesli yanında tost falan yapıp getirmiş, orada aldığımız çayla birlikte soğuk sandviçlerle bir güzel karnımızı doyurduk…

Geldiğimizde bakır kırmızısı olan güneş akşama doğru şarap rengine dönmeye başladı…

Yan masadaki aileden fotoğraflarımızı çekmelerini istedik ve sağ olsunlar bizi kırmadılar…

Nesliyle farklı yerlerde çekindiğimiz fotoğraflarımız içinde en güzelleri burada oldu…

Bu arada Neslinin ikizler burcundan olduğunu da öğrendim ne yapacağı pek belli olmuyor ikizlerin...

Derken Fen Edebiyat hocalarımızdan birinin akşam güneşi batışını sekreteriyle izlediği dikkatimi çekmez mi?

Göz göze gelince göz kırptık birbirimize…

*     *     *

Alacakaranlık havada geri dönelim derken yemeği de aradan çıkaralım istedik…

En yakın yer, daha öncede iki kez konuşmacı olarak konferans sunumu yaptığım DİAPOLİS otelinin önünde durdum…

Izgaralarımızın yanında kırmızı şarap söyledik…

Hafif müzik eşliğinde yemeğimizi yerken “Biliyor musun hocam rakı içseydik fondip yapardık birlikte, ama şarapta olmaz tabi

Tam bir şeyler söyleyeyim derken yerinden kalktı ve yanımdan geçerken kulağıma fısıldadı…

Hocaam, lavaboya gidiyorum özel günümdeyim de

Lavabonun nerede olduğunu biliyor ki gidiyor diye düşünüp bulunduğum yerden hafif yan dönüp peşinden baktım.

Lavabolara yakın bir yerde üç kişi masada oturup birbirleriye konuşmuyorlar ve sadece su içiyorlar…

Bizim masada ise Neslinin ALCATEL marka telefonu, hem pilli, hem bataryalı, tam 15 gün gidiyor…

Az sonra lavabodan dönünce “Gece Abanttayız değil mi Nesli” diye sorduğumda…

Hocam eve dönelim Abantta geceleme sözüm olsun size, kalkalım mı?” diyerek hareketlendiğinde, masadaki üç kişi de yerinde yoktular…

Gecenin öteki yarısına girerken Nesli’yi evine bıraktım.…

Anlıyoruz artık beyaz minibüs her zaman peşimizde…

Nesli’nin ardında kimler var, kimler?

Az kaldı öğrenecektim…