Geçmiş yıllarda elektrik konusunda çok sıkıntılar çektik KKTC’de. Kıbrıs Türk Elektrik Kurumunda çalışanların üyesi olduğu sendika, gerekli gereksiz yaptığı grevlerle halkımızı haftalarca elektriksiz bırakmış, bıktırmıştı. Evlerin karanlıkta kalmasının yanında bozulan gıdalar, kaybedilenler, sanayinin ve üretimin çökmesi halkımızı çıldırtmıştı.

Alt yapısına katkısı olmayan, yapılan binalara, alınan makinelere ve türbinlere on paralık maliyet katkısı koymamış olan sendika, yasal hakların arkasına sığınıp sanki de elektrik santralı kendilerinin malıymış gibi, halkı elektriksiz, ekonomiyi enerjisiz bırakıp çökertmek pahasına kendi çıkarları doğrultusunda uzun uzun grevler yapmıştı. Halkın elektriksiz kalmaması ve dönüşümlü olarak bölgelere elektrik verilmesi için devreye sokulan özel sektöre ait santralin de çıkış kabloları üzerine zincir atıp, kısa devre yaptırarak halkın ve esnafın günde birkaç saat dahi olsa dönüşümlü olarak elektrik almasına mani olmuşlardı.

Ne olmuştu bu bıktırıcı ve yıkıcı grevlerin bir tanesinin sonunda, yazın normal mesai yapan kurum, halkı karanlıkta, ekonomiyi de enerjisiz bırakmanın bedeli olarak yaz saati uygulamasına, yani o dönemin uygulaması olan 07.30-14.00 saatleri arasında çalışma düzenine geçmişti. Ve mesai saatleri içinde telefonla bildirilen arızalar da, binbir bahane ile mesai sonrasına bırakılarak, vatandaştan fazla mesai istenip yapılmaya, çalışanlara da ek mesai ücretleri ödenmeye başlandı. Maksadın, elektrik enerjisini şantaj malzemesi olarak kullanıp vatandaştan ekstra para koparmak olduğu aylar sonra çıkmıştı ortaya.

Bazı kişilerin gözü doymamış olmalı ki, grevler sona ermemiş, kahramanlık edaları ile söylenen “hakkımızı söke söke alırız” sloganlarıyla yılda 13 tane olan maaşlar, önce 13 maaş artı yaklaşık bir asgari ücret değerinde “K değeri”ne yükselmiş, sonra da 13 maaş artı “K değeri” artı yaklaşık bir asgari ücret değerindeki “Tazminat” ile yıllık 39 maaşa dönüşmüştü. Maaş skalası da tazminat ve K değeri ile birlikte ortalama 5.5 binden başlayıp, fazla mesailerle birlikte 20 bin TL’lere kadar uzanıp giden bir yelpaze oluşturdu.

Bu nedenle de aynı düşünce ve mantıktaki kişiler şimdi, saçma sapan gerekçelerle Türkiye’den deniz altından kablo ile gelecek elektriğe ve enterkonnekte sisteme bağlanılmaya karşı. Biliyorlar ki az çalışma, yüksek maaş devri, Anadolu’dan elektrik gelince bitecek.

Maalesef ülkemizdeki sendikal anlayış, “ben elime geçirdiğim sendikal güç ile vatandaşın cebine el atayım, az çalışayım ve hak etmediğim maaşları alayım, KKTC de, dünya da batsa umurumda değil. Vatandaş veya hükümet nereden bulursa bulsun beni ödesin” mantığında.

 Bu nedenle de geçmiş senelerde, ellerinde güç olan bir kısım kişiler, güneş ışınlarından elektrik enerjisi elde edilmesini durdurmak ve sabote etmek için, çıkarılan tüzüğe öylesi maddeler koydurdular ki, yenilebilir enerjiden elektrik elde etmek masa üzerinde kaldı ve hayal oldu. Gündüz güneş veya rüzgardan elde edilen elektriği satın almamak için her tür önlemi koyduran ve dünyanın her yerinde uygulanan “mahsuplaşmayı” yapmayan KIB-TEK, bile bile yenilenebilir temiz enerji elde edilmesinin önünü kesti, çevrenin Kalecik santralında çıkan zehirli gazlarla  kirlenmesinin ve insanlarımıza kanser hastalığının artması pahasına.  Amaç elektriği sadece KIB-TEK üretsin ve tatlı maaş ile ilave paralar ve haklar  koparmak için grev hakkı elde olsundu. Umurlarında bile olmadı, halkın bu kişilerin bitmeyen, doymayan gözleri nedeni ile dünyanın en pahalı elektriğini satın almak zorunda kalmasına.

İyi ki Türkiye’den adamıza deniz altına döşenecek kablolarla elektrik gelecek. Hem artık kesintisiz elektrik almış olacağız, hem de günümüzde ödediğimiz elektrik ücretinin yarısının da altında bir maliyetle elektriğimizi satın alacağız.

Asırlarca ikide birde her akıllarına estiğinde kazan kaldırıp Padişah’tan ulufe ve kelle isteyen Yeniçerilerin en son isyanı Haziran 1826’da gerçekleşmişti. Sapına bir değnek geçirilmiş yemek kazanını sırtladıktan sonra isyan ettiklerini açıklayan Yeniçeriler, II. Mahmud’un kurduğu yeni Eşkinciler birliği tarafından yok edilmişti. Dönemin ünlü şairi İzzet Molla, adına Vaka- Hayriye denilen bu olayı, aşağıdaki dörtlükle ölümsüzleştirir.
Tecemmu eyledi Meydan-ı Lahm’e (Lahm=et meydanı)
Edip Küfran-ı nimet nice bağı (Bağı=Eşkıya)
Koyup kaldırmadan, ikide bir de
“Kazan devrildi, söndürdü ocağı.”