Yazılara başlarken bahsi geçen mevzuların muhtelif sebeplerle muhatapları olmuş kimselere… Birde bizi okumakla kıymetli vaktini veren pek kıymetli okuyuculara, hemen her yazının ve yazarın maksadı ile ilgili birkaç şey bildirmeyi borç bilerek söyledim. Bize engin bilgileri ile ufuk açmış büyüklerin bir telkini hiç aklımdan çıkmaz: “İnsan gerçeği aramalı, hakikate yönelmeli” dediler. Maksadımıza bir çerçeve çizilecekse bu vecize ile olsun.
      Bilindiği üzere siyasi ve sosyolojik mevzuların mutfağı tarihtir. O sebeple Bugün hususiyetle üzerinde durulması icap eden geçmişte yaşanan hadiselerin açıklığa kavuşturulmasıdır. Tarihsel gerçeklik mülahazası o derece önemlidir ki onunla karanlıklar dağılır; cihanşümul hakikatlere ulaşılır; zihinler berraklaşır; durulması icap edilen cephenin safları belirginleşir. İşte tamda bu maksatlara ulaşmak için Osmanlı Tarihi içinde sanık sandalyesine oturtulduğumuz, sorgu sahasına çekildiğimiz Ermeni meselesini konuşmalı, tartışmalı.. Hem Ermeni meselesi, tehciri öyle bir mevzu ki tartışıldığı şu mahalde Bediüzzaman’ın tabiriyle dehşetli bir put yıktıracak kanısındayım. Zaten Halil İbrahim peygamberden bu yana hakikati özüne hedef yapmışların şiarı putları yıkmaktır.
     Bu mevzuda yargıya varılırken iki metot’un göz ardı edilmesi olayların manipülasyonuna sebep oluyor. Birincisi bir sosyal olayın sebeplerden tecrit edilerek açıklanması. İkincisi ise tarihsel olayların zamanın şartları itibariyle değerlendirilmemesi durumudur. Tarihin bir safsatadan öteye geçmesi isteniyorsa bu iki hususa dikkat edilmesi gerekiyor.  “Hayat ciddi ve önemli bir gerçektir. Hemen bütün dinler, inanç sistemleri, hayatı kutsal bir olgu kabul ederler. Tanrı’nın yarattığı her canlının yaşama hakkına sahip olduğu görüşünde birleşirler. Kur’an “Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın.” (En’am 151; Furkan, 68) buyurur. Yüce yaratıcının ayetinde buyurduğu bu hakikat, Peygamber Efendimiz(SAV) Liderliğini yaptığı Medine İslam Devletinde yaşayan gayri Müslimlerin en başta canları güvence altına alınarak bu davranışı pratikte hayatın gerçeği haline getirmiştir. Bu ayet ve hadislerle kaim olan İslam devlet geleneği, Türk-İslam medeniyetinin düsturu olmuştur. Bu kutlu medeniyetin en nadide mümessili olan Osmanlı Devleti ise bir mukaddes emanet taşıdığının bilinci ile uzun bir süre bu geleneği devam ettirmiştir. Bu ulvi geleneği Devlet-i Âli semalarında karabulutların dolaştığı en menfur vakitler bozmuştur. Osmanlı Cihan harbine kadar Ermenilere milleti sadıka, Araplara ise kavmi necip diyerek cemiyetlerini onurlandırmıştır.
            Bilindiği üzere Osmanlıcılık politikalarının en temel amaçlarından biri Osmanlı devleti içerisindeki milliyetlerin uluslaşma sürecini sekteye uğratmak ve bölünme tehlikesinden devleti koruyabilmekti. Fransız ihtilalinin ulusçuluk fikri Osmanlı içerisinde ilk olarak balkan uluslarını etkilemiştir. Fakat Osmanlıyı en fazla balkanlarda değil doğuda uğraştırmıştır. “Ermeni meselesi uluslararası bir sorun olarak 1877–78 Osmanlı Rus savaşından sonra imzalanan Ayestefanos ve Berlin Antlaşmalarıyla ortaya çıkmıştı. Bu dönemde Osmanlı tahtında Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) bulunuyordu. II. Abdülhamid uzun süren saltanatı boyunca, Ermeni sorununun baş muhatabı olmuştur. Bu sebeple Onun Ermenilere karşı tutumu ve görüşleri önem teşkil etmektedir.” (Zafer şen, SULTAN II. ABDÜLHAMİD’ İN ERMENİ MİLLETİNE BAKIŞI)
        “Ermeniler, Sultan II. Abdülhamid’in saltanat yıllarında sürekli isyan etmişlerdir. Osmanlı idaresinin bu olayları engellemek için aldığı tedbirler dünya kamuoyuna “Ermeniler katlediliyor” şeklinde yansıtılmıştır. Yapılan yoğun propaganda ile olayların tek suçlusu olarak Sultan II. Abdülhamid gösterilmiş ve kendisine “ Kızıl Sultan” damgası vurulmuştur. Ancak Sultan Abdülhamid hiçbir zaman iddia edildiği gibi Ermeni düşmanı, onlara yaşam hakkı tanımayan zalim bir hükümdar olmamıştır. Bunu saltanatı süresince yaptığı uygulamalarla açıkça göstermiştir.” (a.g.e)
        Eğer Abdülhamit Han bahsedildiği gibi kızıl sultan olsaydı, kanı arzu etseydi, Ermeni Devrimci Federasyonu yıldız suikastini böyle pervasız yapabilme cesaretini bulamazlardı. Birkaç kişinin hareketini bir halka mal etmiş olsaydı Ermeniler Anadolu coğrafyasını bir 10 yıl evvel terk etmek zorunda kalabilirlerdi. “Sultan Abdülhamid devlete isyan eden Ermenilerle, devletine bağlı Ermeniler arasında bir ayırım yapmıştır. Onun devletin başında olduğu dönemde çok sayıda Ermeni Osmanlı Devlet teşkilatında değişik kurumlarda görev almışlardır. II. Abdülhamid döneminde Zaptiye Nazırı olarak görev yapan Nazım Paşa’nın Osmanlı Devlet idaresinde görevli Ermeniler hakkında hazırlamış olduğu rapor bu konuda önemli bilgiler ihtiva eder. Buna göre; Osmanlı idaresinde yaşayan Ermeni milletinin nüfusu dokuz yüz bini aşmıştır. Bunlardan merkezi dairelerde ve bağlı kuruluşlarda çalışanların sayısı üç bine yaklaşmıştır. Taşrada, meclis idareleri üyeliğinde, sandık eminliğinde, belediye, aşar, ağnam ve rüsumat işlerinde ve diğer hizmetlerde görevli olan Ermenilerin sayısı ise merkezde çalışanların iki katı tahmin edilmiştir. Sonuçta Ermenilerin toplam nüfusunun %1’i olan dokuz bin kişi Osmanlı devlet hizmetinde çalışmıştır.”
         
          Ermeni meselesi olarak bahsedilen Berlin Antlaşması ile başlayan bu süreç Osmanlı Ermenileri ile kısıtlamak, maksatlı bir aldatma, göz boyama, algı değiştirme telaşından başka bir şey değildir.  Ermeniler, dönemin şartları ve bulundukları coğrafya itibariyle İngiltere’nin ve Rusya’nın politikalarına alet olmuş, kullanılmışlardır. Taşnak sütyun cemiyeti bunu Osmanlı topraklarından bir Ermeni devleti çıkarabilmek maksadıyla yapıyor, Ermeni milletini bir hayale sürüklüyordu. “İngiltere, 1878 Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisindeki Ermenilerin en büyük hamisi olma konumuna yükselmişti. Bu tarihten sonra İngiltere’nin Ermenilere bakış açısı daha ziyade siyasi ve stratejik yönlerden olmuştur. Bu dönemde, İngiltere’nin en temel stratejik hedefi Rusya’yı Osmanlı sınırlarında tutup güneye inmesini önlemek ve böylece Irak ve Basra Körfezini tehlikeden uzak tutmak suretiyle alternatif Hindistan yolunu emniyet altına almaktı. Zira İngiltere 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusya’nın Slavları koruma bahanesini kullanması gibi Ermenileri ( isyan, iç çatışma, yardım isteme vs. gibi sebepler) de bahane ederek Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmasından çekinmekteydi. Britanya hükümeti böyle bir durumun olması halinde hiçbir Avrupa gücünün Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’ne yardım edemeyeceğini ve böylece de Rusya’nın Ortadoğu ve dolayısıyla da Hindistan yolunu tehdit edeceğini düşünmekteydi. Bu durum ise özellikle de İngiltere ve Rusya arasında Asya’daki uluslar arası rekabetin kızışmasına yol açan önemli sebeplerden birini oluşturmaktaydı.”
“Bu sebeple Britanya Krallığı Rusların eline böyle bir koz vermemek için Osmanlı Devleti’ne karşı Ermenilere kapsamlı bir reform programı uygulaması için yoğun bir diplomatik baskı uygulamıştı. Hatta bu baskı bazen Babıâli’yi tehdit etme derecesine kadar da vardırılmıştı. Yaptığımız araştırmanın sonuçları bize, İngiltere’nin Osmanlı Ermenileriyle ilgili biri kısa vade ve biri de uzun vade olmak üzere iki tür politika takip ettiğini göstermektedir. Londra, kısa vadede Ermenilere reform programının uygulanmasını istemekle bir taraftan Rusya’ya siyasi ve askeri bir koz vermemeyi, diğer taraftan Ermeni topluluğunu kendisine bağlamayı gaye edinmiştir. Uzun vadedeki hedefi ise Doğu Anadolu’da otonom bir Ermeni bölgesi oluşturup bu bölgeyi Osmanlı Devleti’nin yıkılması durumunda Ermenistan ile birleştirerek büyük Ermenistan’ı kurmak ve bu şekilde Rusya’nın önüne set çekebilmekti. Tıpkı batı bölgesi ve Balkanlarda bu işi büyük Yunanistan kurdurarak yapmayı planladığı gibi.” (Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin, ERMENİ MESELESİ VE SULTAN II.ABDÜLHAMİT’İN EMPERYALİSTLERLE MÜCADELESİ.(1878–1894)
         Sultan Abdülhamit Han Hazretleri, İslamcılık politikasını benimseyen son dönemin en önemli padişahıdır. Bu politikayı çöküş devrinde bir karış toprak kaybı olmadan hakkıyla tam otuz üç sene sürdürmüştür. Bir başka sebep aramak yersiz ve haksızlık olur bu başarının adıdır. Sultan, Ermeni vatandaşların yaşadığı sıkıntıların sebebini Avrupalı devletlerin emperyalist politikalarına taşeronluk yapmak olduğunu birçok kez ifade etmiş. Bununla himayesi altında bulunan bu insanlara nasıl davranmaları hususunda nasihatler vermiş. Doğu Anadolu bölgesinde kurulması hedeflenen Ermeni devletine karşı müsamahakâr olmaması ermeni terörünün mensuplarınca suikast girişimiyle cevaplandırılacak ve kendisine Kızıl Sultan damgası vurulacaktır. 19. yy’ın son döneminden cihan harbinin sonuna kadar Ermenilerin dış mihraklarla, Emperyalist güçlerle birlikte Osmanlı Devletine karşı cephe aldığına tarih şahitlik eder.