KURTLAR KÖYÜNÜN GÖRKEMLİSİ

Tıp doktoru, roman-hikâye ve destan yazarı, dergi nâşiri Oğuz Paköz bu defa bir köy romanı ile okuyucularının huzuruna çıkıyor.  1960’lı l970’li yılarda, furya şeklinde piyasaya doluşturulan köy romanları ideolojikti. Fakir ve zavallı köylüler, onları sömüren ezen, nâmus hırsızı zâlim ağalar, insanlarımıza epeyi gözyaşı döktürtmüşler, mendil eskittirmişlerdi. Onların hepsi proje ürünü idi. Alışılmış çâresizlik ortamı oluşturmak, kurtuluşu sol taraflarda aratmak… 

Dr. Oğuz Paköz, klâsik çizgiden ayrılmış, eli-yüzü düzgün bir köy romanı hazırlamış. Zevkle, heyecanla okunuyor. Köse Demir’in 50’sinden sonra ‘Demiroğlan’ adını verdikleri bir oğlu olur. Hem de karısı Akbala’nin oğlu ile birlikte bu dünyadan göçüp gidecekleri yaygın bir şekilde konuşulurken. Köylük yerde çene malzemesi boldur. Doğumdan sonra da konuşulmaya devam edildi. Demiroğlan, laf değirmenlerine inat, gürbüz, boylu-poslu, aklı başında, hatta bilge bir adam olmuştu. Yine dillerde idi… Kitabın her sayfasında her satırında o vardı. Tam bir köy ağzı ile hikâyesi devam ediyordu:  

Gün tepelerine bindiğinde Odunsala’yı sollamış geçiyorlardı. Kara Doğan Demiroğlan’a ‘Bak arkadaş, bu dağdan Nemrut, İbrahim Peygamber’i yakmak için ağaçları keserek Urfa’ya götürmüş. Dağ da bu duruma üzülerek, daha üstümde ot bile bitirmem, diyesiymiş.’ dedi. Demiroğlan ise ‘Olur mu böyle şey, geç bunları yiğidim, sen kayalık dağın bütün ağaçlarını yok et, sonra da gel bir söylentiye sığın.’ diyerek söylenceyi kabul etmediğini belirtmiş oluyordu. Bu arada Kuzucak Ormanı geçilmiş; Küçüknacar, Beşenli ve Gövçayır da geçilerek Merk düzlüğüne varılmıştı. Ahırdağı’nı doğusundan dolaşarak aşmışlardı. Orada hayvanların yükünü çözdüler, dinlendiler. Mallarını önüne katmış çobanlar kendilerinden bir konak önde idi. Merk’e vardıklarında çobanlar hayvanların yarıya yakınını sağmış, sütlerini kaynatmış, telemeleri çalmıştı. Bir saat dolayında yiyip içtiler, gereksinimler giderildi. Yeniden yola koyulduklarında çobanların sürüleri ile birlikte çoktan gitmiş olduklarını anladılar.

Güneş altında Merk Ovası’nda bir saate yakın yürüdüler, Merk Boğazı’ndan geçerek Kaleköy’ün ovasına daldılar. Eskikale öreninin yanını dolanarak köyün güneyinde ovada konuşlandılar. Çobanlar yine önceden gelmişlerdi. Üç beş yerde ateşler yakılmıştı. Sütler kazanda kaynatılmak için hazırdı. Bir oğlak kesilmiş yüzülüyordu. Belli ki koca kazanda etli pilav yapılacaktı. Kaleköy’den epey bir kalabalık da katılmıştı yanlarına. Güçlü ateşlerin çevresinde yenildi, içildi, sohbet edildi. Kadınlar ve çocuklar yatmak için köydeki evlere gittiler. Geri kalanlar ay ışığında uyumak üzere yataklarına gömüldüler.

Yün yataklara gömülerek geçirilen bir uykudan uyandıklarında daha hava aydınlanmamıştı. Köpekler sinileyip duruyor, havlamaya bile üşeniyorlardı. Köyde yatanlar çoktan gelmişti. Alacakaranlıkta ekmekler, bazlamalar açılmıştı. Sıcak sıcak yağlı, pekmezli ya da peynirli, çökelekli dürümler elden ele dolaşıyor, midelere iniyordu. Çok geçmeden yeniden yola koyuldular, köyün güneyinden buz gibi suların fışkırdığı Kırkgöz’ün yanından geçerek dağa tırmanmaya başladılar. Çobanlar çoktan Engizek’i ortalamıştı, çan sesleri oldukça uzaklardan, yükseklerden geliyordu.

Kırkgöz’den geçerken içleri titredi, üşümeleri dağa tırmanmaları yarı oluncaya değin geçmedi. Sonra dağ başının yakıcı sıcağı gösterdi kendini. Güneş yakıyordu ama bulutların gölgesine girdiklerinde soğuktan titriyorlardı. Kengerçatı denilen yerde dağın ortasında yol üçe ayrılıyordu. Bir yol Kuyruksallamaz’a, bir yol Ziyarettepe’ye, bir yol da Yaşıl’a gidiyordu. Yaşıl Engizek’in kuzey bölümündeki gür bitki örtüsü taşıyan bir bölge idi. Yöre halkı ve konargöçerler oraya yeşilliğinden dolayı ‘Yaşıl’ diyorlardı. Döne dolana Engizek’in tepesine çıkarak kuzeyden inişe geçtiler. Fırtına Kuyusu’nun ve Koçpınarı’nın yakınından geçerek, Ağulupınar ve Buyduran’dan su içerek Bellik’te soluklandılar.

Bellik bilinen nokta demekti. Konargöçerler için, son soluklanma yeriydi. İkindi yaklaşmıştı. Az daha yol aldıktan sonra Üzümlüpınar’ı, Kartalkaya’yı ve Tolupınar’ı geçerek Yunalan’a ulaştılar. Kara Doğan, Demiroğlan’a Dişliağaç’ta Yılanovası’nın, Koçoluk’un, Kürtül’ün ve Alişar’ın yollarını, yörelerini anlatmaya başlamıştı.

Gün gelir, Demiroğlan dillere destan bir düğünle evlenir. Gün gelir baba olur. Çocuğunu kucağına alıp sağ kulağına ezan okudu, sol kulağına kamet getirdi. Sonra da çocukla çardağa çıktı. Tek eliyle kundağı alttan kavradı, göğe doğru havaya kaldırdı. Bir süre öyle tuttuktan sonra, yeni doğan aya bakarak yüksek sesle ‘Doğanay, Doğanay, Doğanay’ diye ünledi. 

Bunlar bizi biz yapan güzel âdetlerimiz, geleneklerimiz, Müslüman Türk kültürünün incelikleri, zarâfetleri. Şehirlerde unutuldu, köylerimizde unutulmaya terk edilmek üzere. 

Oğuz Paköz, romanı sanki güzelliklerimize yaşlı gözlerle dâvetiyeler göndermek için yazmış. Daha onlarcası var.  Köylük yerde laf bitmez de mâcera biter mi? Bitmez elbette… Roman içinde roman, hikâye içinde hikâye… ‘Sonra ne olacak?’ Diye meraklanan okuyucu,  satır değil kelime atlamadan romanı okuyup bitirdiğinde hayıflanmaya gerek yok. Yeni başkan okur, ilk okuyuşta fark edemediği renkleri, ton farklılıklarını keşfeder, sedir kokulu sularla ferahlar. 

Er meydanı olan güreş alanını tilki kurnazlığıyla kirletmeye çalışan bir hilebazla önce Oğulcuk’un sonra da Demiroğlan’ın mücâdelesi, heyecanları doruklara çıkarıyor. (s: 53-58) Bu sayfalarda yazar, bir zamanların tanınmış güreş anlatıcısı Eşref Şefik Atabey’i (1894-1982) hatırlatır. 

Hemen ardından halk ozanlarının atışmaları vardır. Koçaklamalar, deyişler, yergiler… Köylük yerde eğlenceler de bitmez. Sıra futbol maçına gelmişti. İslâm Çupi’yi (1932-2001) hatırlatan bir spor yazarını okursunuz. Ve Dedem Korkut’a nazire masallar… ‘Masalcı Baba’ olarak hatırlanan Eflatun Cem Güney (1896-1981) sayfalardan size seslenir. (s: 98-120) 

Oğuz Paköz’ün romanını sevimli hâle getiren bir başka unsur da, renk renk ve farklı râhiyalar saçan bir demet çiçek gibi okuyucuya sunduğu bir kısmı unutulmaya yüz tutmuş, bir kısmı mahallî kelimelerden oluşan bukettir: buyduran (üşüten), çalmak (hırsızlık mânâsında değil), çaşıtlar, dolanmak, dulda, düşek, evmeden, höykürmek, kargış, sağaltıcı, sinilemek, teleme, telis, utacı ve  yağı… gibi. 

 AYZIT YAYINLARI: İletişim Kanalları Belirtilmemiş. 

Dr. OĞUZ PAKÖZ                                                                                                                                                           

Kahramanmaraş’ta l947 yılında doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Kahramanmaraş’ta tamamladı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1974 yılında mezun oldu. Mezuniyet sonrası Kahramanmaraş’ta pratisyen doktor olarak meslek hayatına başladı. Askerlik görevi sonrasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinde biyokimya bölümünde ihtisas yaptı. Mecbûrî hizmetini Çorum, Elbistan ve Kahramanmaraş Devlet Hastânelerinde tamamladı. 1984’ten sonra Kahramanmaraş’ta özel laboratuar çalıştırmaya başladı. Bu görevi 2008 yılının Eylül ayına kadar devam etti. Bu tarihten sonra Kahramanmaraş’ta bir özel hastanede çalışmaya başladı. Hâlen aynı hastanede laboratuar sorumlu doktoru olarak görev yapmaktadır.

     

Oğuz Paköz evli, dört çocuk babasıdır. Kahramanmaraş’ta uzun bir süre politika ile de ilgilendi. İki yıl (bir dönem) Türk Ocağı başkanlığında bulundu. Rauf Denktaş’ın Kahramanmaraş’ı ziyareti onun başkanlığı dönemindedir. Dört defa Tabip Odası başkanı seçildi. Kahramanmaraş Meslek Odaları Birliği’nin kurucuları arasında yer aldı ve uzun süre başkanlığını yaptı. Yine aynı dönemde Güney İlleri Tabip Odaları Birliği’nin kurucu başkanlığını üstlendi.   

       

Oğuz Paköz 2002 yılında kurulan Kahramanmaraş Kültür ve Sanat Evi (KÜSEV) Derneği’nin kurucularındandır ve derneğin kurulduğu günden beri başkanıdır. Bu derneğin yayın organı olan sanat ve edebiyat dergisi Alkış’ın dernek adına sahipliğini ve başyazarlığını on beş yıldır uhdesinde bulundurmaktadır. Kılgı, Var Varanın-Sür Sürenin, İlk Çıngı İlk Çılgınlık, Bombalar Öldürmez Sevgiyi, Türkülerle Giden İlbey , Ahır Dağı Destanı, Maraş Senin Nazın Var, Maraş Destanı ve Kurtlar Köyünün Görkemlisi adlarında 9 kitabı yayımlanmıştır.

DERKENAR:

BERCESTE METİNLER: 

DOĞA’ ve ‘DOĞAL’ KELİMELERİ…

Tabiat’ kelimesi yerine ‘doğa’, ‘tabîi’, yerine ‘doğal’ kelimeleri kullanılıyor ‘Doğa’ ve ‘doğal’ kelimeleri, şekil bakımından olduğu kadar mefhûm bakımından da yanlış olan kelimeler için iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bir kere dilimizde nisbet ifâde eden ‘-l’ diye bir ek yoktur; ‘-sal’ ve ‘-sel’ ve ‘-al’, ‘-el’ nisbet ekleri de mevcut değildir. Doğa kelimesi doğmak fiilinden ‘-a’ eki ile yapılmış bir kelimedir. Bu ‘-a’ ekinin ne olduğu açık olarak belli değildir. Fiil köklerine getirilen ‘-a’ eki zarf - fiil (koş-a koş-a) veya istek (yaz-a) eki olabilir. Birkaç kelimede görüldüğü gibi, fiilden isim yapma eki de olabilir. Fakat işlek bir ek değildir. Hatta işlek bile sayılamaz. Kalıplaşmış şekilde birkaç kelimede bulunan cansız bir ektir. Halbuki bir dilde yeni kelimeler ancak canlı (işlek) eklerle yapılabilir. 

Doğa kelimesi şekil yönünden olduğu gibi mefhûm yönünden de yanlıştır. Çünkü Türk milletinin inanışına göre tabiat kendi kendine meydana gelmemiş, doğmamıştır. Yaratılmıştır. Durum böyle olunca ‘doğa’ değil, ‘yaratıla’ demek gerekir. ‘Tabiat’ kelimesinin ayrıca ‘huy’, ‘mizaç’ mânâsı da vardır. Bu mânâsı, ‘doğa’ ile hiç karşılanamaz. ‘Tabîi’ kelimesinin de ‘tabiata mensup’ veya ‘normal’ olmak üzere iki mânâsı vardır. Şeklen yanlış olan ‘doğal’, ‘normal’in karşılığı olamaz. Başka dillerde meselâ Fransızcadaki gibi mefhum olan ‘natürel’ ve ‘normal’ kelimelerini de ‘tabiata mensup’ mânâsından ayrı olarak ‘normal’ için de kullananlar, iki defa yanlış yapıyorlar demektir. 

Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş: Uydurma Olan ve Olmayan Yeni Kelimeler Sözlüğü. Umur Kitapçılık, İstanbul 1979

KUŞBAKIŞI

OSMANLI TARİHİ ARAŞTIRMALARI 1:

Osmanlı Devleti (1299-1921) için Yakınçağ, gelişme ve büyümeden ziyâde var olma mücâdelesinin târihidir. Bahsi geçen zaman diliminde Osmanlı Devleti, rakiplerini kullanarak da varlığını devam ettirmeye çalışmıştır. Sultan Üçüncü Selim (1761-1808 / Saltanatı: 1789-1807) Han’dan itibâren Osmanlı dışişleri bürokrasisi, zengin Osmanlı topraklarını sömürmek isteyen devletlerin çakışan çıkarlarını, var olmanın parçası hâline getirebildiği ölçüde direnç göstermiş ve bağımsız kalabilmiştir. Yakınçağın başlarından itibâren Batılı devletlerle özellikle de Rusya ile girişilen savaşlar, Osmanlı Devleti’ni çöküntüye götürmüştür. 3 Kasım 1839’da imzalanan Tanzimât Fermânı’yla içyapıda toparlanma başlamış, 4 Ekim 1853 – 30 Mart 1856 târihleri arasında cereyan eden Kırım Harbi’yle varlığını adeta Batılı devletler seviyesinde garantilemişti. Ancak İstanbul’un yanı başındaki, Avrupa’nın göbeğinde Balkanlarda yoğun çatışmalar ve akabinde 1877-1878 yılları arasında 9 ay devam eden 93 Harbi ve 1912-1913 yıllarındaki Balkan Savaşları devletin sonunu hazırlamıştır. Her ne kadar Sultan İkinci Abdülhamid Han (1842-1918 / Saltanatı: 1876-1909) ile beraber uzun bir barış döneminde kalkınma emâreleri gösterilse de yapı ile alakalı çözülmenin önüne geçilememiştir. Balkan Savaşları büyük toprak kayıplarıyla beraber moral olarak da çöküntüyü hızlandırmış ve Birinci Dünya Savaşı (28 Temmuz 1914-11 Kasım 1918) sonunda Osmanlı Devleti yıkılmıştır. 

Özetlenmeye çalışılan gelişmeleri mevzu edinen kitap, uzmanlar tarafından titiz bir araştırmanın neticesi olarak yazılmıştır. Osmanlı Devleti’nin 18. Yüzyıl sonundan itibâren siyasî târihinden başlayıp, yönetim tarzı ve kadrolarının değişimi, Türk modernleşme dinamikleri doğrultusunda eğitimde, sanayide, tarımda ve sanattaki gelişme ve yenileşme konuları ve problemleri kendi içinde harmanlanarak, bütünlük içinde verilmeye çalışılmıştır. Osmanlı 19. Yüzyılı’nda sömürgeci toplumun devlet-tebaa ilişkileri, Müslüman ve Gayrımüslim tebaayı oluşturan özelliklerin değişim süreci, tebaanın statüsü ve devlet içinde geldiği imtiyazlı durum geniş çerçevede hemen hemen kitaptaki her bölümde verilmeye çalışılmıştır. Kitapta Rum, Ermeni ve Yahudi unsurlar için günümüzle de bağlantılı ayrı bir başlık açılmıştır. 

9 kişilik bir heyet tarafından hazırlanan 16,5 X 23,5 santim ölçülerinde 623 sayfalık kitap Eylül 2018’de, yayınlandı. 

KESİT YAYINLARI:

Çatalçeşme Sokağı Torun Han Nu: 40, Kat: 1 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-511 68 28 Belgegeçer: 0.212-512 56 63 e-posta: [email protected] / www.kesityayinleri.com 

ESİR BİR İNGİLİZ DOKTORUNUN KUT’ÜL-AMÂRE HÂTIRALARI:

​​​​​​​

Kut’ül-Amâre Savaşı’nda, tabur Doktoru olan William Collis Spackman, içerisinde yer aldığı Mezopotamya Harekâtı’nı, İngiliz ordusunun Halil (Kut) Paşa tarafından kuşatıldığı ve teslim alındığı târihe kadar tuttuğu günlükler, kitap hâlinde yayınlandı. Doktor Spackman, esir alındıktan sonra da Osmanlı ordusundaki hasta ve yaralıları bakmakla vazifelendiriliyor. Vazifesi gereği Bağdat ve Mısır’a gitme imkânı buluyor. Bu seyahatleri sırasında bölgedeki halkın günlük yaşayışları hakkında bilgiler topluyor. Böylece savaşın hem ateş hattında hem de cephe gerisindeki olayları farklı bölgelerde incelemiş. Savaşın az bilinen taraflarını kitabında anlatıyor. 

Derin Türkömer’in tercüme ettiği kitap, 13,5 X 19,5 santim ölçülerinde ve 296 sayfadır. 

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI:  İstiklal Caddesi Meşelik Sokağı Nu: 2 Kat: 4 Beyoğlu, İstanbul. Telefon: 0.212 252 39 91  Belgegeçer: 0.212-243 56 00 [email protected]  İnternet: www.iskultur.com.tr   

MISIR’DA TOPLUM VE SİYÂSET:

Mısır çok eski târihî hüviyetiyle iyi bildiğimiz bir ülke, bir medeniyet olmakla birlikte, hızla gelişen iç ve dış hâdiseler sebebiyle, yakın târihi hakkındaki teferruatla ilgilenemediğimiz eski vilâyetimizdir. Bağımsızlığını kazandıktan sonra Mısır'da yaşanan siyasî, iktisâdî ve sosyal gelişmeler, dönüşümler ve problemler, ancak günlük gazetelerde ve haftalık-aylık dergilerde yer alsa da derinlemesine bilgiler ihtiva etmekten uzaktır.   

Gökhan Bozbaş, Mısır’ın akademik ortamında bulunmuş, yakın târihteki hâdiseleri yakından tâkip etmiş bir kişi olarak Türk okuyucusunu bilgilendiriyor.  13,5 X 21 santim ölçülerinde 428 sayfalık eser, genişletilmiş bir doktora tezidir. 

Eseri okuyanlar, Mısır’da son birkaç sene içerisinde yaşanan hâdiseleri, dramatik değişimleri ve siyâsî olayları, perde arkasından yönlendiren sâikler hakkında bilgi sâhibi olma fırsatını elde ediyorlar. 

Mısır’ ile yakından alakadar olup modernleşmesini (!?) sağlamaya çalışanların, yeni bir İslâmiyet anlayışını kabul ettirenlerin Türkiye’ye ilgisiz olmaları düşünülemez. Bu açıdan bakıldığında seçilmiş ve tâyin edilmiş kişiler olarak Türkiye’nin yönetiminde bulunan ve bulunmayı kendisine hedef olarak seçenlerin okuması gereken bir eser… 

VÂDİ YAYINLARI: Muhittin Üstündağ Caddesi Nu: 11 Kadıköy, İstanbul Telefon: 0.216 428 11 02, Belgegeçer: 0.216 428 11 04 e-posta: [email protected]  //  www.vadiyayinlari.com.tr  

KISA KISA / KISA KISA…

1-KÜRESEL TERÖR VE GÜVENLİĞİMİZ: İkbal Vurucu / İrfan Yayınevi.

2-DOĞUNUN ve BATININ GÖZÜNDE HAÇLILAR: Günay Kırpık. Selenge Yayınları. 

3-VAHİY: Behnan Menteşoğlu. Yakın Plan Yayınları. 

4-CUMHURİYET VE HÜMANİZM ALGISI: Işıl Ç. Hacıibrahimoğlu. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 

5-BAĞIRMAYAN ANNELER: Hatice Kübra Tongar / Hayy Kitap.