Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine
İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ - 16
<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>
ESERLERİ-9
İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Diğer Eserleri-1
MAHMUD KEMAL İNAL
Hulâsa-i Zirâat: (İstanbul 1889) Makale olarak yayımlandıktan sonra aynı yıl kitap hâline getirilen eserde bir ülkenin kalkınmasındaki rolü üzerinde durduğu ziraatın Türkiye’deki durumunu ele alır. Babasının Kozan mutasarrıfı iken Çukurova’da numûne çiftliği kurarak bir pilot bölge olmak üzere uyguladığı fennî usullerle nasıl verimli neticeler elde edildiğini açıklar.
Ravzatü’l-Kemâl: (İstanbul 1890) Çok genç yaşta olmasına rağmen Doğu ve İslâmî kaynaklı kültürünün zenginliğini gösteren eser deneme tarzı yazılardan meydana gelir.
Ahlâk: (İstanbul 1890) Tercümân-ı Hakîkat ve Mürüvvet gazetelerine yazdığı makaleleri topladığı küçük hacimli bir kitaptır.
Eser-i Kâmil Paşa: (İstanbul 1890) Kitapta, Yûsuf Kâmil Paşa’nın hal tercümesinin yanı sıra (s. 7-26) resmî bazı yazıları ile elde kalan resmî, husûsi mektup ve şiirlerinden derlenmiş örnekler yer almaktadır.
Hulâsa-i Ticâret: (İstanbul 1891) Önce ‘Ticâret ve Erbâb-ı Ticâret’ başlığı altında uzun bir makale olarak yayımlanan bu risâlede ziraat gibi ticâretin de insanların refah ve saâdetindeki yeri ve ülke kalkınmasındaki rolü meselesini işleyerek ticâretin memleketimizde ilerleme ve gelişmesi hakkındaki düşünce ve tekliflerini açıklar.
Menâfiu’s-savm: (İstanbul 1891) Orucun fazîlet ve faydalarını İslâmî ahkâma dayanarak anlatan küçük bir risâledir.
Feyz-i Cevâd: İbnülemin, ilk eserleriyle târihî-biyografik çalışmalara geçiş devresi arasında yer alan, Sadrıâzam Ahmed Cevad Paşa’ya ithafen 1894’te kaleme aldığı, muhtevası ve kendisinin kültür birikimi bakımından ilgi çekici özelliği olan bu eserinde onun Târîh-i Askerî-Osmanî müellifi olmak sıfatını da göz önünde tutarak askerlik, savaş ve savaş târihiyle ilgili konulara ağırlık vermiş, adâlet anlayışı yönünden İslâm medeniyetinin Batı’ya olan üstünlüğünü açıklayan bir önsözden sonra ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların devletler hukuku bakımından çözümlenmesi, savaş hukuku, harp esirlerinin hukukî ve insanî statüsü, diplomasi, mütâreke ve sulh prensipleri gibi konularla insan saâdeti, cihad, vatan, asker kavramları üzerinde durur. ‘Târîh-i Askerî-i Osmâniyyeye Bir Nazar’, ‘Devlet-i Osmâniyye’, ‘Osmanlı Askeri’ başlıklı fasılları ise esere târihî bir renk verir. Kitap İbnülemin’in bir ‘cihâdiye’ manzumesiyle sona ermektedir. Orta boy 206 sayfalık eserin, nefis bir ciltle özel surette hazırlatılıp İbnülemin tarafından Cevad Paşa’ya takdim edilmiş yazma nüshası İstanbul Arkeoloji Müzeleri Kütüphânesi’ndedir.
Gülzâr-ı Nezâir: İbnülemin Kemal İnal, Tâhir Selâm’ın bir gazeline şâir arkadaşlarıyla birlikte yazdığı yirmi iki nazîreyi Gülzâr-ı Nezâir adlı bir mecmûada toplamıştır. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın kendi hattıyla kaleme aldığı bu mecmûa, ‘Târihçe-i Nezâir’ başlığını taşıyan mensur bir kısımla başlar. Bu mensur kısımda Mahmud Kemal İnal, ‘Mehmed Tâhir Selâm Bey’ başlığı altında şâirin kısa bir biyografisine yer verir. Âdeta bir tezkire maddesi özelliği gösteren bu kısım, Gülzâr-ı Nezâir’i biyografik bilgi içeren şiir mecmûaları geleneğine ilâve eder. Benzer şekilde, Osmanlı şiir mecmûalarında da birtakım biyografik bilgilere rastlamak mümkündür. Ancak Gülzâr-ı Nezâir’de yer alan biyografik bilgilerin gelenekteki örneklere kıyasla daha geniş bir içeriğe sâhip olduğu görülür.
Mart 1904’de yazılmaya başlanan ve 27 Nisan 1905 târihinde son bulan söz konusu nazîreler, mecmûada yazılış târihlerine göre sıralanmıştır. Tâhir Selâm’ın sanatına gösterilen derin bir saygının yansıması olarak okunabilecek bu mecmûa, Hâşim el-Mekkî Bey, Hüseyin Hâşim Bey, Fâik Reşâd, Muallim Cûdî, Besim Bey, Ali Emîrî, Filorinalı Nâzım, Ferîk Mustafa Hilmî Paşa, Üsküdarlı Talat Bey, Halîl Edîb Bey, Kemâleddîn Efendi, İbn Fânî Selâhaddîn Efendi, Mahrûkizâde Cafer Bey ve Mahmûd Fazlî Efendi’nin nazîrelerini içermektedir.
Mecmûanın giriş kısmından öğrenildiğine göre, Hüseyin Hâşim Bey, Üsküdarlı Talat’dan Tâhir Selâm Bey’in aşağıdaki beyitlerini duyar ve sonrasında bu beyitleri İbnülemin’e bildirir:
Gül gibi pür-tarâvet olmuşsun
Reng ü bûdan ibâret olmuşsun
Seni ey nev-nihâl görmeyeli
Büyümüş serv-kâmet olmuşsun
İbnülemin bu beyitleri duyunca çok beğenir. Tâhir Selâm’ın diğer şiirlerini bu derece ‘latîf’ bulmadığını söyler ve söz konusu gazelin peşine düşerek Üsküdarlı Talat Bey’e başvurur. Üsküdarlı Talât Bey, söz konusu şiiri on beş sene önce bir mecmûada gördüğünü, ancak o mecmûanın şu an nerede olduğunu bilmediğini söyler. Hüseyin Hâşim Bey de söz konusu gazele ulaşmaya çalışır, ancak bir netice alamaz. Bu durum İbnülemin’in merâkını daha da arttırır. Bu merâkı mecmûada yer alan şu satırlarda görmek mümkündür: ‘Gül gibi pür-tarâvet, reng ü bûdan ‘ibâret olan’ o iki beyti tekrar etdikce şevkim gibi derdim de tazelendi. Talât’la Hâşim’den aldığım cevap derd üstüne derd oldu.’
Bir goncaya bir hâra nigâh eyledi bülbül
Derdi iki oldu buna âh eyledi bülbül
şarkısını önce Tâhir Bûselik makamından terennüm etmişdim. Bilâhare makâm-ı ‘sûz-nâk’tan terennüme mecbûr oldum. Adetâ bülbül gibi feryâd etdim. Başvurmadığım yer kalmadı. Pîç ü tâbdan, her gûşeye şitâbdan başım döndü.
Ne çâre: ‘Bağbân bir gül için bin hâra hizmetkâr olur.’ Söz konusu gazelin tamamına ulaşmaktan ümidini kesen İbnülemin, bu iki beytin benzerlerini yazmaya, yazdırmaya niyetlenir. Bu düşüncesini, ‘Gazelin tamamını bulmaktan me’yûs olunca ‘Letâfet-i sühanı ehl-i tab‘a söyletsek’ me’âline göre hareket ederek sühan-şinâsân-ı eviddâya birer nazîre söyletmeyi medâr-ı tesellî ‘addeyledim’ ifâdeleriyle dile getirir.
Bunun ardından İbnülemin, ‘gül gibi pür-tarâvet olan o gazel-i letâfet-engîze zakkum gibi bir nazîre-i kesâfetâmîz’ söyleyerek bir söz düellosu başlatır. İbnülemin’in bu nazîresi yakın çevresinde bulunan şiir meraklısı birtakım ‘yârân-ı müzeyyen-şinâsân’ için bu söz düellosuna dâvet niteliği taşır.
Böylelikle, birçoğu döneminin önemli bürokratik görevlerinde bulunmuş ve aynı zamanda şâirlikleriyle şöhret kazanmış on beş ‘yârân-ı müzeyyen-şinâsân’, İbnülemin’in bu çağrısına cevâben söz konusu beyitleri tanzir eder. İbnülemin de bir ‘nazîre derleyicisi’ olarak söz konusu nazîreleri ‘Gülzâr-ı Nezâir’de bir araya getirir.
İbnülemin Kemal İnal, nihâyetinde, Tâhir Selâm Bey’in söz konusu gazeline bir şekilde ulaşır ve Son Asır Türk Şâirleri adlı tezkiresinin ‘Selâm’ maddesinde bu gazele yer verir. Bu durum, nazîrelerin yazılma sürecinde veya tamamlanmasının ardından İbnülemin’in gazelin izlerini tâkip etmeye devam ettiğini ve sonunda gazelin tamamına ulaşıp onu bilinçli bir şekilde tezkiresine kaydettiğini göstermektedir. Tâhir Selâm’ın söz konusu gazeli şöyledir:
Gül gibi pür-tarâvet olmuşsun
Reng ü bûdan ‘ibâret olmuşsun
Seni ey nev-nihâl görmeyeli
Büyümüş serv-kâmet olmuşsun
Sende evvel yok idi bu vahşet
Şimdi âhû-tabi‘ât olmuşsun
Bir nigâh etmiyorsun uşşâka
Hele pek bî-mürüvvet olmuşsun
Hâl ü kâlinden anladım ki Selâm
Mazhar-ı feyz-i ‘izzet olmuşsun
Tâhir Selâm’ın gazeline yazılan nazîreleri, ‘Aslına nisbet edince aralarındaki fark -mahsul-i feyz-i kudret olan tabî‘î bir gül ile sun‘î bir gül, yâhûd bahâr-ı safâ-efrûz ile hazân-ı hüzn-engîz- derecesinde kalır’ şeklinde değerlendiren İbnülemin, Tâhir Selâm’ın gazeli ve nazîreler arasında şâirin sanatını yüceltici bir ayrıma gider. Nazîrelerin içeriğine dikkat yöneltiğimizde ise, ‘rûh-ı Selâmı da rûh-ı kelâmı da şâd eden’ bu nazîrelerin Tâhir Selâm’ın şiirinin ötesinde bir başarıya ulaştıklarını görmek mümkündür.
Mecmûanın giriş kısmında tahkiyeli bir anlatım sergileyen İbnülemin, söz konusu nazîrelerin yazılma sürecine dâir bazı bilgilere de yer vermiştir. Bu bilgiler, söz konusu nazîre mecmûasının derlenmesine ilişkin bize birtakım kayıtlar sunar. Klasik mecmûa tertiplerinde pek görülmeyen bu detay bilgiler, mecmûa edebiyatına yöneltilen ‘Mecmûaların içerikleri birbirinden bağımsız olarak mı yoksa bir bütün olarak mı tasarlanmıştır?’ ve ‘Mecmûaların derlenme amaçları nelerdir?’ ile ‘Mecmûa derleyicisi hangi ihtiyaca cevaben mecmûasını hazırlamıştır?’ şeklindeki sorulara da bir cevap niteliğindedir.
Yusuf Kamil Paşa
Nâgihan Gür: Son Dönem Osmanlı Edebiyatının Nazire Derleyicisi: İbnülemin Kemal İnal ve Gülzâr-ı Nezâir Adlı Mecmûası. Bilig Mecmuası, S: 86, s: 123-147, Ankara 2018
Bir Yetimin Sergüzeşti: Romanla büyük hikâye arasındaki bu eserde, yetim bir çocuğun akrabaları tarafından ellerinden her şeyi alınarak annesiyle birlikte sefâlet içinde sürüklenirken iyilik sever bir insanın onlara sâhip çıkması ile nasıl mesut bir hayata kavuştukları hissî sahneler içinden çok dokunaklı bir tarzda nakledilir. Mütâlaa dergisinde 1896 Aralık sonu ile 1897 Şubat ayı arasında tefrika edilmiştir.
Rahşan: Devrin gözyaşı edebiyatına yeni ve çok kuvvetli bir örnek katan bu hissî roman, sâdece zenginliğe değer veren bir anne ve babanın kızları Rahşan’ı sevdiğinden vazgeçirtip paralı biriyle evlenmeye zorlamalarının nasıl bir son getirdiğini çok acıklı sahneler içinden hikâye eder. İbnülemin’in kendi hayat çevresinden bazı sahnelerin akis bulduğu eserde, Sadrıâzam Said Paşa’nın kızı ile evlenme ümitlerinin derin bir hayal kırıklığı ile sona erişinden gelme iç sızısı kendini hissettirmektedir. Asır gazetesinde 1897 Ağustosunda başlayıp 1898 Martına kadar süren bir tefrika hâlinde yayımlanmıştır.
Yetîm-i Alîl: Merhamet duygusunu işleyen hikâyesiyle hissî eserler çizgisini devam ettiren İbnülemin, saf Türkçe ile yazdığı eseri Resimli Gazete’de 13 Mart 1898 - 30 Haziran 1898 târihleri arasında yayımlandı.
Âsâr-ı Eslâf: Eslâfın (öncekilerin) bıraktığı kültür mirasından ne yolda istifâde etmek gerektiği anlatılır. Eserde yer alan makalelerin başlıkları: ‘Îzâh-ı Maksad’, ‘Takdir ve Beyân-ı Mütâlaa’ (Nef‘î’ye dâir), ‘Ben ... Dîrîğ Bedbahtım’ [dekadanlıkla (aşırı derecede hissî olmakla) itham edilen Servet-i Fünûncular’la alay tarzında], ‘Hüsn ü Aşk’a Dâir’, ‘Musâhabe’ (Télémaque tercümeleri hakkında), ‘Âsâr-ı Muhallede’ ve ‘Eser-Müessir’ (esas alınmak gereken şeyin eser sâhibi değil doğrudan doğruya eserin kendisi olduğu) gibi yazılarını da beraberinde getirir.
Kâmilü’l-Kâmil: Zeynep Kâmil Hastânesi’nin kurucusu ve 1808-1876 yılları arasında yaşayan Yusuf Kâmil Paşa’nın hayat hikâyesini veren eser, 1905 yılı yazında tamamlandığı halde yayımlanma fırsatı bulunamamıştır. Mahmud Kemal Beyin babası, Paşa’nın mühürdârı idi. Eser, Sadrıâzam Yûsuf Kâmil Paşa’ya dâir o zamana kadar yazılmış olan tek monografidir. İbnülemin, şöhretine rağmen hakkında fazla bilgi bulunmayan Yûsuf Kâmil Paşa ile ilgili, O’na yetişmiş, O’nu tanımış olanlardan toplamaya çalıştığı bilgileri tenkit ve kontrolden geçirerek meydana getirdiği eserinde, bilinen resmî hal tercümesini çok aşar bir şekilde O’nun hayatını ve icraatını değerlendirmeye, özellikle mânevî cephesini belirtmeye çalıştığını söyler. Ailece borçlu oldukları şükran vazifesini yerine getirmek üzere kaleme aldığını bildirdiği eser, ‘Osmanlı Devrinde Son Sadrıâzamlar’ isimli eserinde Yûsuf Kâmil Paşa’ya ait olan kısmın da esasını teşkil etmekle beraber ilâve edilen arşiv vesikaları ve sonradan görülen yeni kayıt ve bilgilerle zenginleştirilmiş ve genişletilmiştir.
Nûrü’l-Kemâl: Yeni Osmanlılar’dan ve ‘reji komiseri’ diye tanınan Yûsuf Paşazâde (Menâpirzâde) Nûri Bey’e dâir, belirli kronolojik târih ve vak‘alara dayanan biyografi tarzından çok farklı bir monografidir. Tesbit için ısrarla üzerine düşmesine rağmen birlikte tanzim edecekleri hal tercümesine, her defasında onun bir mâzeretle bu işi hep sonraya erteleyerek nihayet vakitsiz ölümü sonucu erişmeye muvaffak olamayan İbnülemin, klasik mânada bir hal tercümesinin ancak üç buçuk sayfada yer alabildiği 240 sayfalık eserinde temiz ahlâkı ve insanî tarafları ile yücelttiği Nûri Bey’i günlük yaşayışı, ev içi hayatı, güzel huyları, iyilik severliği ve bunların yanı sıra ihmalciliği, dağınıklığı, unutkanlığı gibi birtakım zaafları ile anlatır. İbnülemin’in Nûri Bey’in hâtırasını gelecek nesillere nakletmek, bu saf ve yüksek ahlâklı insanı onların tanıyabilmesini sağlayabilmek sorumluluğunu duyarak kaleme aldığını söylediği eserini onun ölümünün hemen ardından üç hafta gibi bir zaman içinde meydana getirmiştir. 5 Ağustos 1906’da tamamlanan monografi, Nûri Bey hakkında bugüne kadar tek kalmış bir eser olma değerini korumaktadır. Jurnal edilme ve basılma korkusunun hüküm sürdüğü bir devirde yazıldığından içinde, Yeni Osmanlılar’a dâir bir hâtırat eseri de yazmış olan Nûri Bey’in cemiyetin Avrupa’daki faaliyeti ve orada onlarla birlikte geçen hayatıyla ilgili olarak ehemmiyetsiz bir iki anekdottan başka bir şeye yer verilmemiştir. Monografinin İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi’nde İbnülemin kitapları kısmında biri babası Mehmed Emin Paşa’nın el yazısıyla (nr. 3159), diğeri küçük kardeşi Mehmed Selim tarafından istinsah edilmiş (nr. 3054) iki yazma nüshası vardır.
TERCÜMAN-I HAKÎKAT GAZETESİ
İzzü’l-Kemâl: Memleketimizde sayıları gittikçe azalan nâmus ve fazîlet erbâbı nâdir devlet adamlarından biri olmak sıfatıyla yazdığı, babası Mehmed Emin Paşa’nın Bâbıâli’den elli beş yıllık dostu Ferid Paşazâde Ahmed İzzeddin’in hayat ve şahsiyetini anlatan bu monografiyi de O’nun ölümünü tâkip eden on iki gün içinde kaleme alarak 5 Eylül 1908’de tamamlamıştır. Şûrâ-yı Devlet Dâhiliye ve Tanzimat Dâiresi başkanlıkları gibi mevkilerde bulunmuş olan Ahmed İzzeddin Bey’in yüksek fazîletlerini ahlâfa göstermeyi bir vazife sayarak yazdığını söylediği eserin İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi’nde iki nüshası bulunmaktadır.
Şeyhülislâm Yahyâ Divanı ve Mukaddimesi: (1918) Hiç baskısı yapılmamış olan divanın nüsha farkları ile karşılaştırılmış metnini kazandırmasının yanı sıra, Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’nin hayatı ve şahsiyeti hakkında o zamana kadar yapılmış en geniş çalışma olan altmış beş sayfalık mukaddimesi ilgi ve takdirle karşılanmıştır. 1916’da tamamlanan karşılaştırmanın kaç nüsha üzerinden yapıldığının belirtilmemesi, buna esas olan nüshaların neler olduğunun gösterilmemesi bu yayının tenkide açık bir tarafıdır.
Hersekli Ârif Hikmet Bey Divanı ve Mukaddimesi: (1918). Bu neşir de İbnülemin’in diğer metin neşirlerinde olduğu gibi Hersekli hakkında etraflı bir monografi ile zenginleştirilmiştir. Bu mukaddime, evvelce kaleme aldığı Kemâlü’l-Hikmet’in değişik bir tertiple birtakım ilâve ve çıkarmalar yapılmış yeni bir şeklidir. Eser, Ali Emîrî çevresi tarafından divan sâhibinin şiirlerinden bir kısmının atlanmış olduğu, biyografide olumsuz yönleri söylenmek suretiyle Hersekli’nin hâtırasına saygısızlık gösterildiği gibi suçlamalara hedef olur. Hersekli Ârif Hikmet’in basılmasını İbnülemin’e vasiyet ettiği diğer eserlerini de içine alacak surette düşünülen külliyatın birinci eseri olarak yayımlanan divandan sonrası gelmemiştir.
Leskofçalı Galib Bey Divanı ve Mukaddimesi: 1875 yılından sonra basılmasına birkaç defa teşebbüs olunmuşsa da gerçekleştirilememiş bulunan divanının 1917’de tamamlanmış şâirin biyografisiyle birlikte 1919’dayayınlanmıştır. İbnülemin’in mukaddimede yer alan bu monografisi Leskofçalı’nın üç beş satırdan ibâret hal tercümesini yazılı ve sözlü bütün kaynakları kullanarak ortaya koyduğundan bugüne kadar aşılamamış gibidir.
Evkāf-ı Hümâyun Nezâretinin Târihçe-i Teşkîlâtı ve Nüzzârın Terâcim-i Ahvâli: (1919). Evkaf müessesesini çeşitli yönlerden tetkik edip buna göre eserler hazırlamakla görevlendirilmiş encümenlerden ‘terâcim-i ahvâl’ komisyonu başkanı olarak aynı komisyondan Hüseyin Hüsâmeddin (Yasar) ile birlikte kaleme almıştır. Nezâretin târihçesine dâir olan kısım (s. 4-37) Hüseyin Hüsâmeddin’e, hal tercümeleri kısmı ise (s. 39-251) İbnülemin’e aittir. İlk nâzır el-Hâc Yûsuf Efendi’den nâzır vekili Mûsâ Kâzım’a kadar gelen kırk sekiz evkaf nâzırının hal tercümesini veren eser bu konuda ilk çalışma olmuştur. Kitap Nazif Öztürk tarafından yeni harflere çevrilmiş bulunmaktadır.