HOCA AHMED YESEVÎ / HAYATI, ESERLERİ

Orta Asya'da İslâmiyet’in yayılmaya başlamasıyla birlikte Milâdî 8. asırdan itibâren bölgede zahid ve sûfîler de görülmeye başlamıştır. Bugünkü Türkmenistan sınırları içinde bulunan Merv şehrinde dünyaya gelen Abdullah b. Mübarek (M. 797 hem hadîs âlimi hem de zâhid ve sûfî idi. Merv şehrinde iki tekke (ribât) kurduğu ve buralarda halkı irşâd ettiği nakledilir. Özbekistan sınırları içinde bulunan Nahşeb (bugünkü adı Karşı) ve Tirmiz şehirleri de birçok alîm ve sûfînin yetiştiği bölgelerdi. ‘Sûfiyi hiçbir şey bulandıramaz, aksine her şey onunla saf ve duru hâle gelir.’ Diyen Ebû Türâb Nahşebî.(ö. 245/859-860) ile velilik konusundaki fikirleriyle tanınan ve çok sayıda Arapça tasavvufî eser kaleme alan Hakîm Tirmizî (m. 320/932-933) bu sûfiîerin en meşhurlarındandır. Hakîm Tirmizî’nin kabri Tirmiz şehrinde hâlâ önemli ziyâretgâhtır.

Buhara ve Semerkand ise hem âlimleri hem de sûfîleriyle Orta Asya’nın en önemli külltür merkezleriydi. Buhara’nın Kelâbâz (Kelâbâd) Mahallesi’nde yaşayan Ebû Bekir Muhammed b. İshâk Kelâbâzî (ö. 380/990) tasavvufun öğretilerini ‘et-Taarrufli Mezhebi Ehli't-Tasavvuf’ isimli Arapça eserinde toplamış, ayrıca Bahrul-Fevâid isimli eserinde bazı hadislere tasavvufî yorumlar yapmıştır.

Tekke âdâbını tespit eden ve düzenlediği semâ meclislerinde okuduğu âşıkâne şiirlerle tanınan Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr (ö. 440/1049), bugün Türkmenistan’da bulunan Meyhene’de yaşamış ve orada vefat etmiştir. Türkmen halkı arasında ‘Mene Baba’ lakabıyla anılır. Hayatı, menkıbeleri ve sözleri Muhammed b. Ebû Ravh Lütfullahın (ö.541/1147) ‘Hâlât u Sühanân’ı Şeyh Ebû Saîd ve Muhammed b. Münevver’in ‘Esrâüt't-Tevhîd Fi Makâmâti’ş-Şeyh Ebî Saîd’ isimli Farsça eserleriyle günümüze ulaşmıştır. Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye nispet edilen ve: ‘Yine gel, yine gel, ne olursan ol yine gel’ diye başlayan meşhur rubâî de aslında Mevlânâ’dan iki asır önce yaşayan Es Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın şiirleri arasında yer almaktadır.

‘Keşful-mahcûb’ isimli eserin müellifi Hücvîrî (ö. 465/1072) Fergana bölgesinde bâzı mutasavvıflarla karşılaştığını, buradaki halkın şeyhlere ‘Bâb’ dediğini nakleder. Aslında bu durum Orta Asya’daki diğer bölgeler için de geçerlidir. Ahmed Yesevî’nin bir süre yanında eğitim aldığı Otrarlı Arslan Bâb ile Arslan Bâb türbesi içinde kabirleri olan Karga Bâb ve Laçin Bâb da bu unvanı taşımaktaydılar. Nesebnâme’lerde Ahmed Yesevî’nin babası, dedesi ve diğer bazı akrabalarının ‘Şeyh’ olarak zikredilmesi, bu bölgede Yesevî’den önce de tasavvufî hareketlerin önemli derecede etkili olduğunu göstermektedir. Bu şeyh ve dervişlerin göçebe ve yerleşik Türkler arasında, özellikle Sirderya kenarlarında ve bozkırlarda anlaşılır bir Türkçe ile halka hitâp ederek Islâm’ı ve tasavvuf ahlâkını yaydıkları anlaşılmaktadır.

Orta Asya genelde futüvvet ve melâmet vasfıyla öne çıkan Horasan tasavvuf kültürünün etkisi altındaydı. Bununla birlikte Semerkand ve Buhara gibi şehirlerde güçlü medreseleri ve âlimleri olan bu muhit, Horasan’ın kalenderi meşrep sûfîlerinin yayılması için pek müsâit bir zemin değildi. Orada ancak dinî kurallara sıkıca bağlı bir tasavvuf anlayışı gelişip yayılabilirdi ve neticede öyle oldu. Bağdat Nizâmiye Medresesinde eğitim görüp hoca olmuş, sonra Horasan tasavvuf kültüründe yetişmiş bir sûfî olan Yûsuf Hemedânî, Mâverâünnehr’deki birkaç müridine irşâd izni verip halife olarak tâyin ettiği zamân Orta Asya’nın en önemli iki tasavvuf ekolünün tohumlarını da atmış oluyordu.

Yûsuf Hemedânî’nin (ö. 535/1140) iki önemli müridi Hoca Ahmed Yesevî ve Abdülhâlik Gucdüvânî sonraları Orta Asya’nın en yaygın tarîkatları olan Yeseviyye ve Hâcegân (sonraki adıyla Nakşbendiyye) isimli tasavvuf ekollerinin kurucusu olmuşlardır. Yûsuf Hemedânî’nin kaleme aldığı bazı tasavvufî eserler günümüze ulaşmıştır. Bunlardan en meşhuru ‘Rutbetul-Hayât’ isimli Farsça eserdir. Yûsuf Hemedânî’den dinî ve tasavvufî eğitim aldıktan sonra kendi memleketi olan Yesi’ye dönüp orada halkı irşâd eden Hoca Ahmed Yesevî, Orta Asya’nın mânevî hayâtında derin izler bırakmış önemli bir mutasavvıftır.

YESEVÎLİK

Ahmed Yesevî’nin ardından mürîdleri vasıtasıyla onun tasavvuf yolu ve düşünceleri zamanla Orta Asya’nın farklı bölgelerine yayılmıştır. Bu yolun tâkipçilerinin mensup olduğu tarîkata ‘Yeseviyye’ adı verildiği gibi, cehrî zikir yapmaları sebebiyle ‘Cehriyye’ ve mensuplarından çoğunun Türk olması sebebiyle ‘Silsile-i Meşâyıh-ı Türk’ de denilmiştir. Ahmed Yesevî’nin en meşhur halifeleri Mansûr Ata, Saîd Ata, Sûfî Muhammed Dânişmend ve Hakîm Ata’dır. Yesevîlik daha ziyâde Hakîm Ata ve talebeleri ile devâm etmiştir.

Asıl adı Süleyman Bakırgânî olan Hakîm Ata (ö. 582/1186) tasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra Yesi’den ayrılıp Harezm bölgesine gitmiş ve orada halkı irşâd ile meşgul olmuştur. Hocası Ahmed Yesevî gibi hikmet tarzında Türkçe şiirler söyleyen Hakîm Ata’nın bazı şiirleri ‘Bakırgan Kitabı’ isimli mecmua içinde günümüze ulaşmıştr. ‘Âhir Zaman Kitabı’, ‘Hazret-i Meryem Kitabı’ ve ‘Mi‘râcnâme’ gibi başka manzum eserleri de olan Hakîm Ata’nın hayâtı ve menkıbeleri, yazarı belli olmayan Türkçe ve mensur ‘Hakîm Ata Kitabı’nda toplanmıştır. ‘Barça yahşi biz yaman, barça buğday saman’ yâni ‘herkes iyi biz kötüyüz, herkes buğday (gibi değerli), biz samanız’ ve ‘Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi Kadir bil.’ gibi sözleri meşhurdur. Kabri, Özbekistanın Karakalpakistan özerk bölgesindeki Kongrat şehrindedir.

Hakîm Ata’nın en önemli halifesi Zengî Ata’dır. (ö. 656/1258)Taşkent’te yaşayan Zengi Ata’nın çobanlık yaparak geçimini sağladığı ve şeyhi Hakîm Ata’nın vefatından dul kalan hanımı Anber Ana ile evlendiği nakledilir. Zengî Ata’nın meşhur dört halifesi Uzun Hasan Ata, Seyyid Ata, Sadr Ata ve Bedr Ata’dır. Bunlardan Seyyid Ata ve Sadr Ata’nın Deşt-i Kıpçak’taki Saraycık’a gittiği, orada bulunan Altın Orda pükümdarı Özbek Han’ı İslâmiyet’e dâvet ettiği ve Sadr Ata’nın gösterdiği kerâmet neticesinde Özbek Han ile birlikte 70.000 kişinin Müslümân olduğu nakledilir.

Ahmed Yesevî’nin bir diğer icâzetli müridi (halifesi) Sûfî Muhammed Dânişmend Otrar’da dergâh kurup halkı irşad etmiştir. Dânişmend’in en meşhur talebesi Süzük Ata diye anılan Şevh Mustafâ’dır. Şeyh Mustafâ’nın halifesi İbrahim Ata, İbrahim Ata’nın oğlu İsmail Ata’dır. Babası öldüğünde on yaşında olan İsmail Ata dinî ve tasavvufî eğititmine Hârezm, Buhara ve Semerkand’da devâm ettikten sonra Hocend’e gidip Şeyh Maslahat Hocendî’den hilâfet almış ve kendi memleketi olan Kazıgurt’ta irşâda başlamıştır. Oğlu ve halifesi Hoca İshak 14. yüzyılın ortalarında kaleme aldığı ‘Hadikatu’l-Ârifin’ isimli Türkçe eserinde babası İsmail Ata ve diğer bazı sûfîlerin görüşleri ile Yesevîlik âdâbına yer vermiştir. İsmail Ata ve oğlu Hoca İshak’ın kabirleri Kazıgurt yakınlarındaki Turbat’tadır. Yukarıda adı geçen Süzük Ata’nın Taraz’da yöneticilik yapan ‘Meliku z-zühhâd’ lakaplı bir kişiye hilâfet verdiği, bu silsilenin Ebû’n- Nûr Süleyman Âşîk b. Dâvûd ve Cemâleddin Muhammed Kâşgarî ile devâm ettiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda adı geçen Zengî Ata’nın mürîd ve halifelerinden Sadr Atadan sonra sırasıvla Elemin Baba (bazı kaynaklarda Eymen veya Almîn), Şeyh Alî Şeyh ve Mevdûd Şeyh halkı irşâda devâm etmişlerdir. Mevdûd Şeyh’ten sonra Yeseviyye silsilesi iki kola avniarak devâm eder: Bunlardan birisi Kemâl Şeyh Îkânî, diğeri Hâdim Şeyh ile başlamaktadır. Kemâl Şeyh’ten sonra silsilenin bu kolu şöyle devâm eder: Şeyh Aliâbâdî Seyyid Ahmed), Şemseddin Özgendi, Abdâl Şeyh (Şeyh Uveys), Şeyh Abdülvâsi1 ve Sevh Abdülmüheymin. Bu son zâtın 16. yüzyılda Taşkent’te yaşadığı bilinmektedir. 

Bu silsiledeki Şemseddin Özgendi ‘Şems-i Âsî’ mahlasıyla hikmet tarzında şiirler söylemiştir.

Hâdim Şeyh ile başlayan diğer Yesevî kolu da kendi içinde ikiye ayrılarak devâm etmiştir: Birinci kol Hâdim Şeyh’in halifelerinden Şeyh Cemâleddin Kâşgarî Buhârî, Süleyman Gaznevî, Seyyid Mansûr Belhî (ö. 965/1557) ile devâm ederek Osmanlı döneminde İstanbul’u ziyâret eden Nakşibendî ve Yesevî şeyhi Ahmed b. Mahmûd Hazînî’ye ulaşır. Hazînî’nin eserleri şunlardır: ‘Cevâhirul-Ebrâr Min Emvâci’l-Bihâr’, Menbaul-Ebhâr Fi Riyâzi'l-Ebrâr, Huccetul-Ebrâr, Tesellâü’l-Kulûb, Câmi'ul-Mürşidîn ve Dîvân. Bu koldaki Cemâleddin Kâşgarî Buhârî’den sonra başka bir alt kol Şeyh Hudâydâd Buhârî Gazîregî (ö. 939/1532), Mevlânâ Velî Kûh-i Zerî, Kâsım Şeyh Azîzân Kermînegî (ö. 986/1578-79) ve Pîrim Şeyh yoluyla devâm ederek Alîm Şeyh lakaph Muhammed Alîm Sıddîkî’ye (ö. 1043/1633) ulaşır. Bu son zât, 1033’te (1624) tamamladığı Lemehât Min Nefehâti’l-Kuds isimli Farsça eserinde Ahmed Yesevî’den başlayarak kendi dönemine kadar yaşamış olan birçok Yesevî şeyhi hakkında mühim bilgiler vermiştir. Alîm Şeyh’in halifesi olan Mevlânâ Osmân’a intisap ederek hilâfet almış bulunan Buharah Mevlânâ Muhammedi İmlâ (ö. 1162/1749-1750) Yesevîliğin yanı sıra Nakşibendiyye’den de icâzetli idi.

Alîm Şeyh’in halifelerinden Muhammed Şerîf Buhârî (ö. 1109/1697) Farsça olarak kaleme aldığı Huccetuz-Eakirin Li Reddi’l-Münkirîn isimli eserinde hem cehrî zikrin meşrû olduğunu ispatlamak için deliller getirmiş, hem de önceki Yesevî şeyhleri hakkında bilgiler vermiştir. Bu zât Yesevîliğin yanı sıra Nakşibendîlikten de icâzetli idi. Hikmet tarzında Türkçe şiirler yazan Kul Şerîf’in de bu zât olduğu tahmin edilmektedir. Kendisinden sonra silsile sırasıyla Fethullah Azîzân ve Lütflıllah Azîzân ile devâm edip Şeyh Hudâydâd b. Taş Muhammed Buhârî’ye (ö. 1216/1801) ulaşır. Tasavvufa dâir birçok eser kaleme alan Şeyh Hudâydâd’ın Bustânül-Muhibbîn isimli Türkçe eseri Yeseviyye tarîkatının âdâbı hakkında mühim bilgiler içeren ve cehrî zikrin önemini anlatan bir kaynaktır. Onun halifesi Ömer Işân, Yesevîlikle birlikte Nakşibendîliğin Müceddidiyye koluna da bağhydı. 19. yüzyılın başlarına kadar izi tâkip edilebilen ve zayıflamış ya da Nakşibendîliğin içinde erimeye başlamış olsa da silsilesi bilinen Yesevîlik, bu târihteki sonra yazılı kaynaklarda tâkip etilemez olmuş, 19. yüzyılın sonlarında Ruslarm Orta Asya’da hâkimiyet kurmasının ardından da gözden kaybolmuştur.

Yesevîlik, tarîkat olan ismen kaybolmakla birlikte, Hâce Ahmed Yesevî’nin öğretileri, Hikmetler aracılığıyla gücünü ve insanları aydınlatma hizmetlerini günümüzde de devam ettirmektedir. 

DÎVÂN-I HİKMET’TEN SEÇMELER 2

Hurma verip, başımı okşayıp nazar eyledi

Bir fırsatta âhirete doğru sefer eyledi

‘Elveda’ deyip bu âlemden göç eyledi

Medreseye varıp, kaynayıp coşup taştım ben işte.

Sünnet imiş, kâfir de olsa, verme zarar

Gönlü katı, gönül inciticiden Allah şikâyetçi;

Allah şâhid, öyle kula siccîn* hazır

Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte.

Sünnetlerini sıkı tutup ümmet oldum:

Yer altına yalnız girip nura doldum;

Hakk’a tapanlar makamına mahrem oldum,

Bâtın mızrağı ile nefsi deştim ben işte.

Nefsim beni yoldan çıkarıp hakir eyledi

Çırpındırıp halka ağlamaklı eyledi

Zikr söyletmeyip şeytan ile dost eyledi;

Hazırsın deyip nefs başını deldim ben işte.

Kul Hoca Ahmed, gaflet ile ömrün geçti;

Vah ne hasret, gözden, dizden kuvvet gitti;

Vah ne yazık, pişmanlığın vakti yetişti;

Amel kılmadan kervan olup göçtüm ben işte.

‘Ey câhil! Manâsı budur.’ dedi ve ben de bildim,

Bundan sonra çöller gezip, Hakk’ı hakîkati sordum,

Lütfetti, şeytanı yendim bem de sırtına bindim,

Mızrak sokup belini ezip dövdüm işte ben işte.

‘Ey bî-baber! Manâ budur’ dedi, ben de bildim,

Bir âyeti, bin manâda açıkladı ben de gördüm,

Harlık, zârlık, meşakkati bedef kıldı ben de bildim,

Ondan sonra Hak yoluna düştüm ben işte ben

Zikrini itmam edip, ben döndüm divâneye,

Hak’tan başka söylemedim, ben hiçbir bigâneye,

Nur arayıp têlip oldum o yüce pervâneye,

Kor olup tutuştum, yandım ve söndüm ben işte.

Nam ve nişan biç katmadı; ‘Lâ...lâ...’ oldum,

Allâh zikrin diye diye, ben ‘İllâ...’ oldum,

Halis oldum, muhlis oldum, ‘Li’llâh’ oldum,

Fenâfi’llâh makamınına geçtim ben işte.

Sünnettir kâfir de olsa, incitmek kusur, günâh!

Katı kalpli, gönül kıran, senden müştekidir Allâh!

Hak şâhittir böyle kula, yeri ateştir maâza’llah!

Duydum bunu âlimlerden, söylüyorum ben işte

Sünnetlerin sıkı tutup, ben Resule ümmet oldum.

Yer altına yalnız girip, içim dışım, nurla doldum.

Hak âşıktan yanında ehil oldum, mahrem oldum.

Bâtın mızrağı ile kör nefsimi yendim ben işte.

Kul Hoca Amed dikkat et, ömrün gaflet ile geçti

Vâ basretâ! Gözden dizden kuvvet ve dermân gitti

Eyvahlar olsun ey nefsim! Pişmanlık vakti geldi

Makbul bir amelim yokken, kervan olup göçtüm ben işte. 

On altımda ruhlar bana pay verdi.

‘Hay hay bâreke’lâh!’ diyen Âdem geldi.

‘Yavrum!’ deyip sarıldı, gönlümü aldı.

On yedimde Türkistan’da kaldım ben işte.

On sekizde kırklar ile mey içtim,

Huzurda zikredip, kalbimi deştim.

Nasip olup cennet içre hurilere ulaştım.

Hak Mustafa cemâlini gördüm ben işte.

On dokuzda yetmiş makam açıldı.

Zikrullahla* kalbime nur saçıldı.

Nere varsam Hızır Babam hazırdı,

‘Gavslar gavsı’* mey içirdi doydum ben işte.

Yaşım yirmi, geçtim sayısız makam.

Hamdolsun, pîr hizmetin ettim tamam.

Dünyâda kurtlar-kuşlar verdi selâm,

O sebeple Hakk’a yakın oldum ben işte.

Mümin olan, hikmet desin ağlasın.

Erenlerin sözüne öz bağlasın.

Âyet, hadis her kim derse dinlesin,

İş bu sözü Arş üstünde gördüm ben işte.

Rivâyeti görüp, Hakla sözleştim,

Yüz bin türlü meleklerle yüzleştim.

O sebeple Hak söyleyip izleştim,

Cân u gönlü O’na fedâ kıldım ben işte.

Hâlik’imden müjde, şükreder oldum,

Meşakkat, çileye sabreder oldum.

Gece gündüz O’nu zikreder oldum,

Hay u heves, bencillik gitti dostlar!

Otuz üçte sâki oldum, mey sundum.

Kadeh elde, mey* içtim, mest oldum.

Ordu kurup, şeytana karşı koydum,

Hamden li’llâh, iki nefsim öldü dostlar!

Yaş otuz dört, âlim u ârif oldum.

‘Hikmet söyle!’ der Rabbim, söyler oldum.

Kırklar ile şarap* içtim, yoldaş oldum,

İçim dışım Hak nuruyla doldu dostlar!

Otuz beşte, mescitlerde devrân sürdüm.

İsteyene, dolu aşk dükkânı kurdum.

Yanlış yola girenleri ben durdurdum,

Âşıklara Hak müjdesi geldi dostlar!

…………………….

*siccîn: Zından.

*Zikrullah: Allah’ı anmak demektir. Bir başka ifâde ile Allah’ı unutmamaktır. Sâdece birkaç saat Allah Allah Allah diyerek o günün zikrini yapmış olmanın rahatlığıyla gaflete dalmak veya yanlışa gitmek yapılan zikir*leri ortadan kaldırır. Zikrullah devamlı olarak Allah’ı anmak ve unutmamaktır.

*zikir: Allah’ı anmak ve hatırlamak. Ancak Allah’ı hatırlamak ve anmak, tekrar tekrar ‘Allah’ demek değildir. Şahsın, O’nu anarak kendisini gafletten kurtarması zikir*dir. Allah’ın emirlerine uygun olarak yapılan her iş zikirdir. Allah’ı hatırlamak ve anmak, insanı, O’nun emirlerine uymaya yönlendirir. Zikrin önemi buradadır. 

*gavs: Kendisine belli başlı konularda müracaat edilen, evliya ve âlim mertebesinde yer alan kişi demektir. ... Gavs, en büyük alimlere verilen simlerden biridir.    

*mey: Tasavvuf ve dîvân edebiyatında ilâhî aşk mânâsında kullanılır.

*şarap: ‘mey’ kelimesinde olduğu gibi şarap da ilâhî aşkı ifade eden bir kelimedir. 

 (DEVAM EDECEK)