VAY BAŞIMA GELENLER

M. HALİSTİN KUKUL

Mektuplar, hâtıralar ve mülâkatlar, edebiyât dünyâsında çok önem verdiğim türlerdir. Sebebi ise; onları daha samimî, daha cana yakın, daha muhabbetli, daha ince noktalara nüfûz etmiş ve sırrını daha ifşâ etmiş bulurum.  Böylece; bu eserlerin, fikrî ve bediî dünyâmıza daha tesirli ve daha faydalı olduklarını düşünürüm. 

 Vay Başıma Gelenler; şâir ve yazar Yavuz Bülent Bâkiler’in son kitabının adıdır. İthâfında: ‘Yüreğimin sesiyle yazdığım yeni bir şikâyetnâme!’ diyor.  

Ben biliyorum ki; bu eser, bir istişâre, bir muhabbet, bir hâlleşme eseridir. Hâlleşmede; kucaklaşma da bulunur, hesaplaşma da!.. Ancak; asla gönül kırmak yoktur...Ben, bunu böyle telâkki ediyorum.

Vay Başıma Gelenler; ‘1994 yılında Başbakanlık Müşâvirliğinden emekli oldum. Memuriyet hayatımda yaşadıklarımı mutlaka yazmamı Birsen Ertan kardeşim istedi’ diyerek başlıyor ve Yakın Plan Yayınları’nın ‘hâtıra’ kitapları arasında 328 sayfalık bir eser olarak yayınlanıyor.

Bâkiler; memuriyet hayatındaki hâtıralarını anlatırken de, ferdî/âilevî hâtıralarını anlatırken de, mutlaka millî mes’eleleri kendine dert ediniyor ve mutlaka, bunlardan birer ders çıkararak bu ibretlik hâdiselerle okuru muhatap ediyor.

Belki de, bunun için, ‘yeni bir şikâyetnâme’ diye vasıflandırdığı eserini derin üzüntüler duyarak kaleme almıştır, diye zihnimden geçiyor. Yaşadığı zaman içersinde, şahsî hayat meşgalesi yanında, uğradığı ihânetlerle de kazandığı tecrübelerle; ve okuduklarıyla birebir nefs muhasebesi yaparak hüküm vermekte ve verdiği bu hükümlerden de zerrece geri adım atmayı düşünmemektedir. 

Dediklerinden emîndir!..

Bu hâtıraların bâzılarını, daha evvel bâzı gazetelerde ve edebiyat dergilerinde okumuş; ve bizzat kendi konuşmalarında dinlemiştim. Tabiî ki, bir kitap hüviyetinde okumak daha başkadır. Zîrâ; farklı başlıklar altında olsa bile, esere bir bütünlük içersinde bakma şansına sahip oldum/oluyorum. 

Vay Başıma Gelenler, kendilerinin de ifade ettikleri gibi, elbette bir hâtıralar kitabıdır. Ancak; mes’elenin siyâsî ve sosyo-kültürel yönünü de asla geri p(i)lâna atmak mümkün değildir. Çünkü; burada geçen hâdiselerin ekserisi değil, hepsi, herkesin gözü önünde cereyân eden hâdiselerdir. Değerlendirme farkı vardır: Yani; bir çoğu; siyâsî, dînî, askerî, iktisâdî ve kültürel tahlili gerektiren hususlardır. Bu bakış açısıyla; bütün bu hususlarda sessiz kalan sosyologların, ilâhiyatçıların veya kültür adamlarının, hazırladıkları birçok dipnotlu tezlerin çok da hükmü yoktur.  

Bir ilim adamı, şâyet, bu hususlarda görüş beyân etmiyorsa/edemiyorsa, sâdece gününü gün etmenin ötesinde fazla bir şey yapmıyor/yapmak istemiyor demektir. 

Eser hakkında bilgi verebilmem için, okura ışık tutabilmek bakımından ,’Vay Başıma Gelenler’in hangi başlıklardan ibaret olduğunu da yazmam gerekiyor: 

Vay Başıma Gelenler, Benim Babam Padişah Gibi Adamdı, Benim Annem, Soyumuz Sopumuz: Karabağîler-Bâğîler-Bâkiler, Sınıfın Şairi Sayılışım, Bizim Evin Bitleri, Askerlik: Kara Sevdam, Metal-İş Federasyonunda Eğitim ve Araştırma Müdürlüğüm, Benim Beş Para Etmez Ev Sahipliğim, Benim Beş Para Atmez ‘Avukatlığım’, Benim Beş Para Atmez Siyaset Anlayışım, Düşmeeen Emrikeeen! Düşmeeen Emrikeeen!, Sivas’ta Hiç Unutamayacağım İki Adam: Hamid Dayı, Karakaş Duran Efendi, Mavi Gözlü Kürt, Sivas’ta Hacı Bektaş Velî Gecesi, İki Müthiş Rüya, Sivas Milletvekilimiz Muhteşem Zübük Beyefendi, Sivas’ta Başlayan Ayyaşlığım(!), Sivas’ta Nurcu Şeyhliğim (!), Sivas’ın En Büyük Ayıbı, Sivas’ta Şahdamarımızı Kimler Kesiyor?, Devlet Radyomuzda Misilsiz Bir Sovyet Rusya Hayranlığı, TRT’deki Rusya Yeniçerileri, TRT Kurumuna Sürpriz Girişim, Bir TV Programı Yüzünden Başıma Gelenler, Müsteşâr Yardımcılığından Niçin Kovuldum?, İlk Rüşvet Teklifi: Bir Milyon Lira, Yeniden Büyük Rüşvet Teklifleri, Müthiş Atatürkçü Bir Profesörümüz: Ahmet Ercan, Atatürkçülük Yobazları, Muhteşem Bir Kültür Bakanımız ‘Mükerrem Taşçıoğlu’, Moskova’da ve Ankara’da Millî İstihbarat Tarafından Fişlenmem, Çok Korkak Bir Kültür Bakanı: ‘Cihat Baban’, Büyük Atatürkçü Orgeneral Kenan Evren, Fikri durmuş Sağlar Stalin Gibi Çok Cesur Bir Kültür Bakanımızdı, Sıfır Atatürkçü Bir Eski Kültür Bakanı: Dr. Âgâh Oktay Güner, Ülkücü ve Atatürkçü Kültür Bakanı: Namık Kemal Zeybek.’

‘Askerlik: Kara Sevdam’ başlıklı hâtıradan ibret verici bir tespit naklederek sözlerimi bağlıyorum:

‘1980 yılından sonra, resmî vazifelerle Türk Cumhuriyetlerine gittim geldim. Gezip gördüğüm her Türk Cumhuriyeti, Rus işgali altındaydı. Rusya, bizim tarihimizin, dilimizin, dinimizin, vatanımızın en büyük düşmanlarındandır. Gittiğim her Türk Cumhuriyetinde soydaşlarımıza sordum:

 -Bu toprakları, Ruslara nasıl kaptırdınız? Rus boyunduruğu altına nasıl girdiniz?

Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Kırgızistan’da, Kazakistan’da soydaşlarımız ağız birliği etmiş gibi bana hep aynı cevabı verdiler:

 -Ordumuz yoktu! Ordumuz yoktu! Ordumuz yoktu! Dediler.

 Allah’a inandığım gibi inandım ki:

 Ordusuz devlet, ordusuz millet, ordusuz vatan kat’iyyen olmaz! Namusuzumuz, şerefimiz, dilimiz, dinimiz, vatanımız, hürriyetimiz çok güçlü, çok vurucu, çok caydırıcı bir ordunun varlığını bağlıdır.’ (Sf. 75)

Hâtıra; bizzat yaşanan’dır. Tahmin ve tahayyül değildir!.. Tecrübeler, îtibâr gördükçe değer kazanırlar; onlardan ibret alındıkça, îtibârının sebebi/ne olduğu anlaşılır!..

 YAKIN PLAN YAYINLARI: Oruç Reis mahallesi, Tekstilkent 10AD Nu: 1009 Esenler, İstanbul, Telefon: 0.212-458 20 22 / Belgegeçer: 0.212-458 20 77 e-posta: [email protected]  /  www.yakinplan.com.tr      

KUŞBAKIŞI

NESEB-NÂME TERCÜMESİ

Neseb-nâme; bir şahsın bağlı olduğu âilenin fertlerini bilinen ceddinden başlayarak cedvel ve ağaç şeklinde şematik olarak gösteren belgelere verilen addır. 

Mevlânâ Safiyü’d-din tarafından hazırlanan, Prof. Dr. Kemal Eraslan tarafından Türkçe’ye tercüme edilen 16 X 23 santim ölçülerinde, birinci hamur kâğıda basılı 144 sayfalık eserde; Pîr-i Türkistan Hâce Ahmed Yesevî’nin Hz. Ali (kav)’den başlamak üzere soy ağacı verilmektedir. 

Hemen belirtilmeli ki eserin mütercimi Prof. Eraslan eserin ‘Önsöz’ başlıklı bölümünde şu bilgiileri veriyor: 

Neseb-nâme metni ile ilgili olarak bir hususu açıklığa kavuşturmayı gerekli ve faydalı bulmaktayız. Neseb-nâme'de Ahmed-i Yesevî, Hz. Alî'nin Havla binti Cafer'den olan oğlu Muhammed-i Hanefiyye vasıtasiyle Hz. Alî neslinden gösterilmektedir. Kanatimizce, Ahmed-i Yesevî'nin hayatı, hikmetleri ve misyonu dikkate alınırsa, O’nun Arap asıllı olmayıp Türk asıllı olduğu, Muhammed-i Hanefiyye vasıtasıyla Hazret-i Alî'ye bağlanmasının, halkın sevip, hürmet ettiği ve mübârek saydığı kişileri ulu kişilere bağlama ve böylece onlara ulvî bir hüviyyet kazandırma isteğinden kaynaklandığı kolayca anlaşılır. 

Şüphesiz ki gerek Türkçe çevirisi, gerekse Arapça aslının güvenilir nüshâlarının elde edilmesi hâlinde daha sağlıklı bir metin ortaya koymak mümkün olacaktı. Bu imkânı beklemektense, mevcut nüshaları karşılaştırarak istifâdeye sunulacak bir metin hazırlamayı faydalı bulduk. Eksiklerin hoş görüleceğini ümit ederiz.

Orta Asya Türk dünyâsında kütüphânelerde ve şahıslarda pek çok neseb-nâme bulunmaktadır. Üzerinde çalışılan Ahmed Yesevî neseb-nâmesi, Arapça aslından zaman içerisinde genişletilerek tamamlatılmaya çalıaşılmıştır. Esas alınan metinde verilen bilgiye göre Arapça aslından hicrî 540 milâdî 1146 yılında Türkçe’ye aktarılmıştır. Mevlânâ Safiyü’d-din’den sonra gelen şahısların da zikredilmesi, Arapça aslından yapılan Türkçe tercümeye de ilâveler olduğunu göstermektedir. Bütün bu ilâvelere rağmen, Ahmed’i Yesevî’nin doğum ve vefat târihi belirtilmemiştir. 

Tercüme edilen eser, şecere ile alakalı isimleri İshak Bab’a kadar getirdikten sonra İslâm ordularının Orta Asya’da yaşayan insanları, ki büyük çoğunluğu Türk’tür, İslâm’a dâvet için 150.000 kişilik bir ordu ile sefere çıktığı bilgisini vermektedir. Bu bilgiler târihî bilgilerle örtüşmemektedir. İshak Bab’ın 120 yıl yaşadığı bilgisini de şüphe ile karşılayacaklar mutlaka olacaktır. Gerçi, Ahmed Yesevî’de bir hikmetinde 125 yaşına erdiğini ifâde etmekte ise de, bu bilgiyi verenlerin nasıl olup da doğum-vefat tarihlerini veremeyişlerinin açıklaması yapılamamaktadır. Yazılanlar, menkıbedir. Menkıbelerde târihî gerçeklerden ziyâde, hayatı anlatılan büyük şahsa, halk tarafından yakıştırılan kahramanlıklar, kerâmetler ve diğer üstünlükler anlatılmaktadır. Babası İbrâhim Şeyh’ten sonraki şecere ise inandırıcı ve düzgündür. 

Bilindiği gibi Ruslar, Türkistan’ı işgal etmeye 1843 yılında başladılar. 1882 yılına gelindiğinde işgal ve ilhak tamamlanmıştı. Gerek işgal yıllarında gerekse işgalden sonra, Ahmed Yesevî Türbesi’ndeki Taykazan gibi taşınabilir târihî eserlerle pek çok belge Sen Petersburg şehrine götürülmüştür. Bu belgelerin incelenme imkân bulunamamıştır. Bilgi noksanlığının sebebi böyle açıklanabilir.

Bütün bunlara rağmen, yeni belgeler bulununcaya, yeni yeni bilgilere ulaşılıncaya kadar mülâhazat hânesi açık tutularak mevcut bilgilerle yetinmek mecburiyeti vardır.          

YESEVÎ YAYINCILIK: Küçük Ayasofya Mahallesi, Küçük Ayasofya Caddesi, Hüseyin Ağa Medresesi Nu: 13. Sultanahmet, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-63850 12, Belgegeçer: 0.212-63835 47 e-posta: [email protected]  

ERŞAD / TÜRK ÇAĞI

Hollanda’da 1990 yılında dünyaya gelen Selçuk Karavel, ülkücü yayın organlarında yazarak olgunlaştıktan sonra, tecrübesini roman sâhasında geliştiriyor. Telif ettiği Erşad / Türk Çağı isimli roman, konu ve detaylarıyla değilse de tema itibâriy leLeon Cahun’un 1876 yılında yazdığı ‘Gökbayrak’ isimli romanını hatırlatıyor. Gökbayrak 1957 yılında Yılmaz Tuğaçar tarafından üçüncü defa ve günümüz Türkçesiyle yayınlandığında büyük alâka gördü. Türkleri, târihleriyle ilgilenmeye, köklerini araştırmaya-öğrenmeye yönlendirdi. Denilebilir ki Gençler için Turancılık düşüncesine uzanan kapıları açtı. Ziya Gökalp ve Cemil Meriç roman lehinde yazılar yazınca, kitap defalarca basılarak geniş kütlelere ulaştı. 

Romanın kahramanı Canbey, erken Türk târihi döneminde yaşamış mert, bilgili ve iyi yetişmiş ferâset sâhibi bir gençtir. Erşad / Türk Çağı isimli romanın kahramanı Erşad da öyledir. İki roman arasındaki benzeşme sâdece bu noktadadır. Yapacağı etkilerle alakalı örtüşme ise gelecekle alakalı bir tahmindir, daha çok da gerçekleşmesi can-ü gönülden arzu edilen temennidir. 

Romanın kahramanları Türkeş Bey, Almine Hâtun, Erşad’ın arkadaşları İlbey ve Oğuz, kardeşi Alparslan ve kızkardeşi Ayyüce, mensubu bulunduğu Ülkü Obası’na hizmeti, hayatının gayesi olarak benimsemiş, Türk töresine bağlı, çalışkan, iyiliksever insanlardır. Turan, hepsinin gerçekleşeceğina yürekten inandığı kızılelmasıdır. 

Bahar gelende Ülkü Obası’nda toy düzenlenir. Elbirliği ile hazırlıklar tamamlanır. Toyu, Ülkü obasının Beyi Türkeş Bey, müfit ve muhtasar bir konuşma ile başlatır: 

Söze Bismillah deyip başlarım. Beylerim, misâfirlerim ve oba halkım… Toyumuz hayırlı olsun, bereketli olsun. Bugün birlik için, berâberlik için toplandık ve toy kurduk. Her zaman bir olacağız. Yağıya aman vermeyeceğiz. Birbirimize arka çıkacağız. Unutmayın! Atalarımız; ‘Arksız er çeriğ sıyunmas* demiş. Birliğimiz dâim olsun. Kim birliği bozarsa pusatım gök girsin, kızıl çıksın. (Derken pusatını havaya kaldırır) Toyumuz kutlu olsun!’

Orada toplanan herkes, hep bir ağızdan bağırıyordu:

Türkeş Bey hayırla yaşa! Türkeş Bey hayırla yaşa. 

Toy başlamıştır. Besmeleler çekilip yemekler yenir, sonrasında yarışlar başlar. Kutalmış ve Batur atlarını dörtnala menzile sürerler. Kaybedenin, kazananı kucaklıyarak tebrik ettiği bir dostluk yarışıdır bu. 

Yarıştan sonra Ozan kopuzunu aldı ve müzik başladı.

Romanda yer alan bütün şiirler, romanın yazarı Selçuk Karavel’e aittir. 

Toy, ertesi gün, Boy beyi Türkeş’in imamlığında kılınan sabah namazından sonra sabah aşı yenilecek ve güreşlerle devam edecektir.  Öğleden sonra ise toya katılan beş obanın kızları arasında ok atma yarışı vardır. Gök Hatun: yayını iyice gerdikten sonra, ‘De ki oku ben atmadım. Atan Allah’tı. Bismillâh’ dedi. Nefesler tutuldu. Sadece ışık hızıyla giden okun sesi duyuluyordu.

Sıra Erşad’da idi. O da: ‘Allah’ım güç senin, kudret senin. Olduran da sensin, oku menzile vardıran da sensin. Ya Allah, Bismillah’ diyerek okunu hedefe gönderdi.

Kitabı henüz alıp okumayanlar soracaklardır: ‘Kim kazandı?’

Okuduklarında anlayacaklar: Kardeşlik, dostluk ve birlik kazandı…

Bu satırlar Romanın başlangıcındadır. Sonrası bir solukta okunacak kadar hareketli, heyecanlı, sevgi dolu, yüceliklere ulaşacak duygularla süslü… 

*Arkasız kişi düşmanını, rakibini yenemez.

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: [email protected]   WEB: www.bilgeoguz.com  

MEHMED ÂKİF ERSOY HAYATI VE ESERLERİ

Mehmed Âkif Ersoy, hakkında en çok makale ve kitap yazılan şâir ve ediplerimizden biridir. Farklı şahıslar tarafından yazılan eserlerde tenâkuzlar olmadığı gibi tekrarlar da yok denecek kadar azdır. Çünkü Mehmed Âkif, dosdoğru bir insandı. Belli bir dünya görüşü olmasına rağmen çok yönlüydü. Zengin malzeme bırakacak şekilde. hareketli fakat kendi çizgisinin dışına çıkmayacak bir hayat yaşamıştı.  Hakkında makale ve kitap yazanların her biri O’nun farklı bir yönünü ön plâna almış, müşterek konularda  aynı istikamette olsa bile değişik bakış açıları sebebiyle tekrarlar sıfır noktasına yakın bir yerlere kadar indirilmiştir. İşin alaka çekici yanı, O’nun hakkında kitap yazanların hemen tamamı, O’nun görüşünü benimsemiş; İslâmî, millî ve insânî değerlere bağlı kalem erbabıydı.

Evet, Mehmed Âkif, hakkında en çok yazı ve kitap yazılan değerlerimizden biridir. Fakat hâlâ hakkında yanlış düşünenler vardır. O’nun; ‘gâvur icadıdır’, diyerek şapka giymemek için Mısır’a gittiği iddia edilmektedir. Resimlerine baksalar göreceklerdi: İstiklal Marşımızın şâiri, batıdan alınma ceket pantolon giyiyordu. Batıdan alınan modelle dikilen yakalı gömleğiyle, yine batıdan gelen kravatı vardı. Bunları giyip kullanan insana batı icadı olduğu için şapka giymemek gibi bir tutarsızlığı yakıştıranlar, bir dereceye kadar mâzur görülebilir. Fakat seçim nutuklarında; ‘İstiklal Marşımızın şâiri Mehmet Âkif Ersoy’un naaşını en kısa zamanda Türkiye’ye getireceğiz’ diyerek cehâlet sergileyen kültür bakanımıza ne demeli? 

Ankara’nın soğuk kış günlerinde paltosuz sokağa çıkmak mecburiyetinde kalmasına rağmen, tespit edilen İstiklal Marsı birincilik armağanını almayan Mehmed Âkif Ersoy, yeniden milletvekili seçilmemişti. Emekli maaşı yoktu. Kendisine hiçbir görev verilmemişti. Geliri yoktu. Durumu öğrenen Abbas Halim Paşa, O’nu üniversitede ders vermek üzere 1925 yılında Kahire’ye dâvet etti. 11 yıl orada kaldı. Siroz ve kanser teşhisi konulunca, İlâhî dâvetin yakın olduğunu anladı, vatan toprağına gömülmek için Türkiye’ye döndü. Oğlu Emin de aynı ilgisizliğin, hatta taammüden dışlanmışlığın kurbanı oldu. Soğuk bir kış gününün sabahında, bir kamyonun üstü açık kasasında donmuş cesedi bulundu. 

Hakkında bir külliyat oluşturacak kadar eser yazılmasına rağmen, hâlâ Mehmet Âkif Ersoy gerçeğinin bilmeyenlerin bulunması çok hazin bir tecellidir.

***

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Yüksek Muallim Mektebi mezunu Edebiyat Târihçisi Fevziye Abdullah Tansel’in (1912-1988) yazdığı, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Uçman’ın yayına hazırladığı 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 283 sayfalık eserin üçüncü baskısı, 2021 yılında yayınlandı. ‘Hayatı ve Eserleri’, ‘Eserlerinin Husûsiyetleri’, ‘Tenkidli Bibliyografya’ ve ‘Safahatta Bulunmayan Şiirleri’ başlıklı dört bölümden oluşuyor. Son sayfalarda ‘Dizin’ yer alıyor.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

KISA KISA… KISA KISA…

1-MEDİCİ AİLESİ: Cem Demirkan. Kronik Kitap.   

2-YOK YOLCU: Kâmil Erdem / Sel Yayınları.   

3-SIR VE GÖLGE: Burla Hatun / Tara Kitap.      

4-ÖZELLEŞTİRME: İbrâhim Ayan / Akıl Fikir Yayınları.      

5-MİSÂFİR ODASI: Helen Garner – Roza Hakmen