SÜHEYL  ÜNVER’LE SOHBETLER 

(07.11.1968 – 25 11.1985)

Maksat başlıktaki kitapta adı geçen Süheyl Ünver’i ve O’nu anlatan kitabı tanıtmaksa, hiç kimse, hiçbir kalem, kitabın arka kapat yazısını yazan kadar mâhir olamaz. 

O halde, işe oradan başlamakta fayda var:

Kitabı anlatmaya nereden başlamalıyım derken, tesadüfen bir sayfa açıldı. Gözüm bir paragrafa takıldı. Saatlerce arasam bu kadar mükemmelini bulamazdım:

‘Esad Fuad Bey’in bir nokta-i nazarı: Türkler çatalla pilav yemezler. Bizim âdetimize göre kaşıkla yenir. Şimdi siz, bu akşam evinizde pilavı gene çatalla yeyin. Fakat kaşıkla da yenildiğini bilin. Biz ananelerimizi küçük görme hastalığından kurtulursak, mâzimizi daha iyi anlarız.’ 

***

Söz konusu kitabı okumak her kişinin mecbûriyetidir.  Fakat hakkında tanıtım yazısı yazmak ancak er kişinin mârifetidir. En iyisi, daha açık ifâde ile daha kolayı, eserin tanıtımını, esere yaptırmak: 

Ahmed Güner Sayar; rahmetli dedesi Yusuf Bahri Nefesli Efendi’nin her dâim kendisine anlattığı hayranlık duyduğu ve çok merak ettiği Ahmed Amiş Efendi hakkında bilgi edinmek için pek çok kitap karıştırmış, çok eşikler aşındırmış, çok kapılar çalmış ve fakat tatminkâr bilgi edinememiştir. Bir dostu Ord. Prof. Dr. Seheyl Ünver’i tavsiye eder. O günlerde Güner Bey, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olmuş, yüksek lisans için girdiği imtihanı kazanarak devlet bursu ile iki yıllığına Fransa’ya gidecektir. Aradığı bilgilere ulaşmak için son fırsatı kullanacaktır. Heyecanlıdır. Ünver Hoca’ya gider:

-Efendim ben Yozgatlı emekli hâkim Yusuf Bahri Nefesli’nin torunuyum. Dedem, Türbedâr Efendi nâmıyla mâruf, Tırnovalı Ahmed Amiş Efendi’nin bağlılarındandı. Dedem vefat ettiğinde 12 yaşındaydım. Amiş Efendi’yi çok merak ediyorum. Siz, bu zâtı tanıyor musunuz? Onun hakkında bilginiz var mı?

Süheyl Bey’in işâretiyle, bulunduğumuz odadan çıktık, ilk girdiğim odada Süheyl Bey, bana bir yer gösterdi ve oturmamı istedi. Kendisi de karşıma geçti. Yüz yüze idik. Bana sordu:

-Kalem, kâğıdınız var mı?

-Yok efendim.

Bunun üzerine, Süheyl Bey’in işâretiyle, sekreter hanımlardan biri kalem ve kâğıt getirdi. Süheyl Bey, ceketinin sağ iç cebinden bir defter çıkardı. Dedi ki:

-Ben, Amiş Efendi’nin sözlerini O’na yetişenlerden topladım. Bu defterin ismi ‘Amişnâme’dir. Size, bu defterden Amiş Efendi’nin sözlerini yazdırmak istiyorum.

Sonra, bu defterin sâhifeleri arasında kısa bir süre dolaştı. Bir yerde karar kıldı ve kendisinin seçtiği Amiş Efendi’den şu ilk sözü yazdırdı:

‘Sermayemiz kuru muhabbettir. Ya bunun sulusu olur mu? Olur a! Tekke şeyhlerinin muhabbeti.’

Sonra, Merkez Bina’nın avlusuna, Süleymaniye Camii’ne bakan odaya geçtik. Odada ikimiz vardık. Süheyl Bey, konuşmasına orada da devam etti:

-Ben, babanıza yetiştim fakat görüşemedim. Şöhretini duydum.

-Efendim! Babam değil, dedem. Annemin babası,… deyince Süheyl Bey:

-Babanız, dedi ve başka bir şey söylemeden bir deseni boyamaya başladı. Ben kendisini, ne yaptığını tâkip ediyordum ki yeniden söze başladı:

Yan tarafta, enstitümüzün dershânesi var. Her Cuma öğleden sonra, oraya tezhib ve minyatür öğrencileri gelir ve Türk süsleme sanatına dâir çalışmalarda bulunurlar. Haftaya Cuma günü siz de teşrif ediniz, size Amiş Efendi’nin sözlerini yazdırmak istiyorum. 

Vedâ ederken elini öpmek istedim, izin vermedi. Dedi ki: 

-Peygamber Efendimiz, elini fırıncı küreği gibi uzatmaz, musafaha ederdi…

Târih: 7 Aralık 1968’dir. Ahmed Süheyl Ünver - Ahmed Güner Sayar dostluğu başlamıştır. Sohbet Şeyhi Ünver Hoca ile ikinci sohbet, 13 Kasım 1968’de gerçekleşti ve 25 Kasım 1985 târihine kadar devam etti.  

Son sohbetinde söyledikleri: 

Hocam’a vedâ ederken, elini öpmek istedim. Mâni oldu.

……………………..

*Neslipîr (Hanımefendi): Ahmet Güney Sayar’ın saygıdeğer eşi. 

***

A. Süheyl Ünver’le Sohbet isimli eser, âdetâ bir mücevher  sandığı gibi… Zümrüt, yakut, safir, elmas, tanzanit, jadeit gibi paha biçilemez madenler kıymetinde kelime ve cümlelerle dopdolu bir hazine…

Binlercesinden küçük bir kırıntı; 22 Ocak 1982 târihli sohbetten...

Söz Amiş Efendi’ye geldi. Odada, Nimet, İlhan, Ayla ve Neslipîr Hanımlar vardı. Onlara Amiş Efendi’den bir söz yazdıracaktı. Bana döndü:

-Siz biliyorsunuz, ama siz de yazın. Amiş Efendi buyuruyor ki: ‘Gökten düşenin parçası bulunur, gönülden düşenin parçası bulunmaz.’ Amiş Efendi’nin sözü bu! İşte bu söz, Kur’ân’ın tamamı. Senin gönlünde kim var? Allah. Onu kırdın mı, geriye ne kalır? 

Amiş Efendi’nin sözleri, bende var. Bu zâtta, Ahmed Güner Bey’de de var. Ondan öğrenebilirsiniz. Ben size ancak, 3-4 tanesini yazdırabilirim. Dahası, ‘Süheyl şeyh oldu, başına adam topladı,’ derler. Kuşadalı Hazretlerinin sözleri Âyet ve Hadis gibidir. Terbiyeye bakın, ahlâka bakın…

Sonra, hep birlikte, odadan çıktık, dershaneye vardık. Süheyl Hoca, sohbetine burada devam etti:

Yusuf Kâmil Paşa, Boğaz’da bir yalı yaptırmış. Pek mükemmel olmuş. Demişler ki, ‘bir maşallahı eksik.’ Bunu işten Keçecizâde Fuad Paşa, ‘Yusuf Kâmil Paşa’nın yalısının ‘maşallah’a ihtiyacı yok. Benim yalı, Paşa’nın yalısının yanında onun ‘maşallah’ı gibi duruyor’ demiş.

Hoca devam ediyor:

Bir yere gittiğinizde, oranın ahalisinin rûhiyesine göre davranınız. Prensipleriniz çalışmaz, rahatsız olursunuz.

…………………..

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50   

Belgegeçer: 0.212-251 00 12

e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

Ord. Prof. Dr. AHMED SÜHEYL ÜNVER:

Hekim, sanat ve tıp târihçisi; şâir ve yazar, hat, tezhip ve minyatür sanatkârı.  Ulemadan Tırnovalı Mustafa Enver Bey’in oğlu, tanınmış hattat Mehmet Şevki Efendi’nin torunudur. Darülfünun Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi)’ni 1921 yılında bitirdi. Öğrencilik yıllarında tıp öğreniminin yanı sıra güzel sanatlarla ilgilendi. Medresetü’l Hattatîn’de ebru, tezhip, minyatür ve hat) sanatı öğrendi. karakalem ve suluboya, hat, tezhip ve minyatür dersleri aldı. Deri ve frengi hastalıkları üzerine ihtisas yaptı. Daha sonra Haseki Hastanesi dâhiliye asistanlığına geçti. 

1927’de Paris’e giderek iç hastalıkları uzmanlığı öğrenimini tamamladı. 1930 yılında İstanbul Darülfünun’u (Üniversitesi) Tıp Fakültesi’nde (hoca) muavinliğine getirildi. 1933 Üniversite Reformu’ndan sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Tıp Târihi Enstitüsü’nü kurdu ve bu bölümün başkanı oldu. 1936 yılında Topkapı Sarayı’ndaki nakışhaneyi düzenleyerek buralarda yıllarca tezhip ve minyatür dersleri verdi. 1939’da profesörlüğe, 1949’da ordinaryüs profesörlüğe yükseldi. 1936-1955 yılları arasında bir yandan Güzel Sanatlar Akademisi’nde (sonradan Mimar Sinan Üniversitesi) Türk minyatür ve süsleme sanatları dersleri verirken, bir yandan da Topkapı Sarayı Müzesi’nde aynı konuda özel kurslar düzenleyerek öğrenci yetiştirdi. Târih ve sanat sâhasında resmî görevlerde bulundu

1973 yılında emekliye ayrıldıktan sonra özel arşivindeki kitap ve notlarının bir bölümünü Süleymaniye Kütüphanesi, Türk Târih Kurumu ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Târihi Enstitüsü’ne, ve Kandilli Rasathanesi Müzesi’ne bağışladı. 

Eserlerinden bâzıları: Dîvan, Sanayi Hıfzıssıhası, Uygur Hekimliği, İslâm Tabâbetinde Türk Hekimlerinin Mevkii ve İbni Sina’nın Türklüğü,  Anadolu Beylikleri ve Tıp Târihimiz, Yılan Remzi ve Selçuklular Tabâbeti, Mahya Hakkında Araştırmalar, Selçuklular Döneminde Tıp, İlim ve Sanat Bakımından Fâtih Devri Albümü,  Fâtih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, Hattat Ahmet Karahisarî ve Ali Kuşçu, Kapılarda Türk Tezyinatı Örnekleri, Müzehhip Karamanî, Hattat Ahmed Karahisarî, 56 Türk Motifi, Kahvehânelerimiz ve Eşyâsı, İnce Oyma Sanatı, İstanbul Risaleleri (5 cilt)  

AHMED GÜNER SAYAR:

6.11.1946'da İstanbul'da Dünyâya geldi. İlk ve orta tahlilini burada tamamladı. 1968’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezuniyetini tâkiben İngiltere'de Birmingham Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yüksek lisans çalışması yaptı. Mezun olduğu fakültede 1976'da asistan, 1980'de Doçent oldu. 1982'de İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne geçti. 1988'de profesörlüğe yükseldi. Hâlen Beykent Üniversitesi İktisat Bölümü Başkanlığı yapan Profesör Sayar, Işık Üniversitesi ve Harp Akademileri'nde de dersler vermiştir. 

Esas ilgi alanı ‘İktisat Teorisi’ ile târihi birleştiren çalışmalardır. Bilhassa 1986 yılında yayınlanan ‘Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması ’ bu sahadaki en önemli yayınlardan biri olma hususiyetini muhâfaza etmektedir. Hocalarına olan minnet borcunu ödemeye çalıştığı ilk eser olan ‘A. Süheyl Ünver: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri’ isimli çalışmasını,  ‘Bir İktisatçının Entelektüel Portresi: Sabri F. Ülgener ’ tâkip etti.  Bu çizgideki eserlerini ‘Filozof-İktisatçı Terence W. Hutchison’ isimli kitabıyla devam ettirdi.                         

Târih ve Toplum, Toplum ve Bilim, Türkiye Günlüğü, Toplum ve Ekonomi, Dergâh, Türk Yurdu gibi dergilerde makaleleri yayımlanmıştır

Yayınlanmış diğer eserleri: *Osmanlı’dan Cumhuriyete Portre Denemeleri, *Osmanlıdan 21. Yüzyıla Ekonomik, Kültürel ve Devlet Felsefesine Ait Değişmeler,  *Hasan Ali Yücel,  *İktisat Metodolojisi ve Düşünce Târihi Yazıları,  *Abdülbâki Gölpınarlı, *Sahhaf Râif Yelkenci, *Velâyetten ‘Siyâset’e Şeyh Bedreddin, Yusuf Mardin’den Ahmed Güner Sayar’a Mektuplar.

KUŞBAKIŞI

GÖNÜL MİHRÂBI

13,5 X 21 santim ölçülerinde 256 sayfalık şiir kitabının yazarı ’Niyazkâr’ lakabıyla anılan Köksal Cengiz, 12 yaşına kadar dedesi, ‘Âşık Nihanî’ olarak tanınan saz şâri / halk ozanı Erzurumlu - Bardızlı  Mustafa Gedik’in yanında, dönemin meşhur saz şairlerinin bulunduğu ortamda kalmış, onlardan etkilenmiş eline tutuşturulan kalemle, kucağına verilen sazla kendini geliştirerek Türkiye çapında şöhret olmuştur. Gönül Mihrabı, O’nun ikinci eseridir. Kitapta, bir kısmı serbest, bir kısmı hece vezniyle yazılmış 185 adet şiir yer alıyor.  Hece vezniyle yazdığı şiirlerinin son dörtlüğünde, Âşık Edebiyatı'nın geleneği gereğince ‘Niyazkâr’ mahlasını kullanıyor. Ahmed Yesevî’den ve Yunus Emre’den etkilendiği intibaını uyandıran şiirlerinde duru ve sâde Türkçe kullanıyor. Biraz daha dikkatle okuyanlar Köksal Cengiz’in içerisinde yetiştiği ve geliştiği İslâm ve tasavvuf kültürünün izlerini de görebilirler. Cengiz Niyazkâr aynı zamanda millî değerlerle hemhal olmuştur. Mısralarında buram buram vatan aşkının kokusu, burcu burcu bayrak sevdasının dorukları vardır. Bu duygularla yazılan şiirler de âdetâ bestelenme ihtiyacı hissettirmeyen mûsıkî terennümü vardır. Bu yönü ile de divan edebiyatına âşinâ olduğu intibaını uyandırıyor. Teşbih-i beliğ, istiâre, kinâye, tevriye, târiz, mübalağa, tekrarlama, mecaz, cinas ve redif gibi söz sanatlarınnın hemen hepsi şiirlerde kullanılmıştır. 

Köksal Cengiz Niyazkâr, şiirde olduğu kadar nesirde de başarılıdır. ‘Aşkı ve gönlü tutuşturmaya bir kıvılcım yeter’ başlığıyla eserine yazdığı dibaceden birkaç cümle: 

Gönül, insan-ı kemâlata uzananan bir basamak, melekût âleminden cismâniyet âlemine bir izdüşümü, insanın bünyesinde ruhânî âlemlere açık geniş bir kapı, benliğimizin şekillenmesinde biricik bir laboratuvar ve hayrın da şerrin de test merkezidir. Bu latifenin beslenme kaynağı da iman, itminana ulaşma yolu da her dâim Allah’ı anmaktır. O ötelerin ötesidir, daha ötesi de yoktur. Tam olarak anılıp, anlaşılınca, insânî düşünce ve kabiliyetler en son ufka ulaşmış olur. İnsanoğlunun yöneldiği bütün nimetler-külfetler, sevinçler-kederler, daha mükemmele ulaşmak için cereyan ederken; O’na ulaşınca bütün arzu ve emeller sona erer. Lâkin bundan sonra da birbirinden emsalsiz, dâimi bir vuslatla aşk ve şevk dalgaları içten içe devam edip gider.

Eğer insan sonsuza yönelecekse önce gönül mihrabına yönelmeli, gönül ehli insanlarla hemhal olmalı ve gönlünün kanatlarını güçlendirmelidir ki fâni Dünyânın engellerine takılıp yolda kalmasın.

Akıl en muhteşem eserlerini gönül atmosferinde şekillendirmiştir. Gönlün ilhamları dimağı dört bir yandan kuşatınca, mantık ve idrake bağlı bütün yalancı mumlar söner... Sâdece yağı ve fitili ötelere ait, o gönül çerağı parıldayarak yanmasını devam ettirir... Havası, suyu sonsuzdan gelen gönül pınarında bengisular çağıldayıp durur...

Gönül erleri hep ruhlarıyla söyleşirler... Mevlânâ’nın dediği gibi ‘birbirlerine dilsiz dudaksız lâf ederler... Güller gibi yüzlerine akseden gönüllerinin renginden birbirlerine tebessümler yağdırırlar. Bu ruhlar arasında ‘sen’ ‘ben’ düşüncesi eriyip gitmiş ve ortada sadece Hakk’a bağlı bir ‘biz’ kalmıştır.’

Esere adını veren ‘Gönül Mihrabı’ başlıklı şiir: 

Hikmetle bakarsan neler görürsün,

Eşsiz bir ummandır gönül mihrâbı.

Sır perdesi kalksa Hakk’a yürürsün,

Emsalsiz devrandır gönül mihrâbı.

Zaman birden durur, varlık kaybolur,

Gönüller huzuru gönlünce bulur,

Sevenler payını mislince alır,

Âşığa ihsandır gönül mihrâbı.

Soylu sevdaların kaynağı onda,

Aşkı kor ateşle tutuşur canda,  

Böyle makam az bulunur cihanda, 

Mukaddes divandır gönül mihrâbı.

Ucu bucağı yok, engin mi engin,

Vuslatı tatmaya ‘sabır mihengin’,

Ebedî âlemde ‘Cennet âhengin’, 

Temsili ‘Reyyan’dır gönül mihrabı.

Orda döner divâneler ‘Semâhı’, 

Orda şefaatçi ‘Güllerin Şâhı’,

Niyazkâr orada bulur felâhı

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul.

Tel: 0.212-527 33 65

Belgegeçer: 0.212-527 33 64

Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86

E-posta: [email protected]  

WEB: www.bilgeoguz.com  

KISA KISA… KISA KISA…

1-MEDİCİ AİLESİ: Cem Demirkan. Kronik Kitap.   

2-YOK YOLCU: Kâmil Erdem / Sel Yayınları.   

3-SIR VE GÖLGE: Burla Hatun / Tara Kitap.  

4-ÖZELLEŞTİRME: İbrâhim Ayan / Akıl Fikir Yayınları.

5-MİSÂFİR ODASI: Helen Garner – Roza Hakmen.