15 TEMMUZ'UN ROMANI KOZGALIŞ

Faruk Korkmaz, ‘Aziz Şehitlerimize ve Şanlı Gazilerimize Minnetle…’ ithaf ettiği  Kozgalış isimli romanında 15 Temmuz 2016 târihindeki menfur darbe teşebbüsünü anlatıyor. 

Yaşanan bir hâdisenin bilinmeyen yönleri aksiyon filmlerinin senaryosu gibi müthiş üstü bir hareketlilikle başlıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından Gölbaşı Havacılık ile Özel Harekât Dâire Başkanlığı ve Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne, darbe teşebbüsüne karşı hazırlıklı olunması emri verildi. Özel Harekât binâsı, şiddetli bir patlama ile sarsıldı. Camlar kırılmış, duvarda çatlaklar, kısmî yıkılmalar meydana gelmiş, bina çok büyük hasar görmüştü. Emniyet âmirinin sesi duyuldu: 

-Arkadaşlar, Havacılık Dâire Başkanlığımıza bombalı saldırıda bulunan uçak bir Türk F 16’sı. 

Çok geçmeden tekmil silahlarını kuşanmış olarak toplananların ağzını bıçak açmıyordu. Herkes, ‘Can yoldaşlarım’ diyen gür sesi dinlemek için kulak kesildi. Konuşan; Operasyon Şube Müdürü Tuğrul Bey’di: 

-Maalesef ordumuza sirayet etmiş bir grup hâin tarafından Yüce Devletimizi, millî irâdemizi hedef alan alçak bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıyayız. Bu hâinler bugün sivil vatandaşlarımızın üzerine ateş açtılar. Biraz önce bizi, Türk polisini bombaladılar.  Nefesimiz enselerindeydi, şimdi dişimizi gırtlaklarına geçireceğiz. Bugün erlik günüdür, cenk günüdür, şeref günüdür. Birazdan harekete geçeceğiz. Size mukavemet gösteren, sizden silâh bırakmanızı isteyen kim olursa bilin ki hâindir, kalleştir, kendini satmış kancıktır. Onlara asla müsamâha göstermeyin, ölün fakat silâhınızı teslim etmeyin, ölün fakat teslim olmayın. Türk milleti şu an bütün yurtta meydanlara, valiliklerin ve kaymakamlıkların önüne yürüyor. Bu aziz millet, geçmişte olduğu gibi bu gün de işgalcilere karşı bedenini siper ediyor. Bu bir kıyamdır. Yüce Türk Milletinin ezelî düşmanlarına ve onların uşaklarına bedenini siper ediyor. İşbirlikçilerine karşı kutlu bir direniştir. Allah aşkına, şehitler aşkına, Türk’e kast edene aman vermeyeceğiz. Türk’e baş eğdirmeye çalışanın başını ezeceğiz. Bu vatan, bu devlet, bu bayrak Türk’ün canânıdır. Can vereceğiz ama canânı vermeyeceğiz.  Haydi gazâmız mübârek olsun yiğitlerim. Allah aziz milletimizi korusun. 

Ve... Yürek delen hâdiselerden biri: 

Görevli polislerden Ali Haydar’ın gövdesinin yarısı, bombadan savrulan Kobra’nın altında kalmıştı. Öylece bıraksalar, kan kaybından şehit olacaktı. O ise, ne pahasına olursa olsun buradan kurtulup hâinlerle savaşmak istiyordu. Kısa bir fikir teâtisinden sonra, başka çâre olmadığı için arkadaşları çekerek onu çıkarırlarken, bir ayağı kopar. Hastahâneye gitmeyi reddeder. ‘Siz beni çarpışma mahalline, götürün, bir yere oturtun, silâhım elimde vazifemi yaparım. İt daladı diye kurt pusar mı? Beni yatakta ölmeye mahkûm ederseniz size hakkımı helâl etmem’ diye ısrar eder. Kısa bir tartışmadan sonra arkadaşları isteğini kabul ederler. Buldukları hasar görmemiş bir Kobra ile vazife mahalli olan Özel Kuvvetler Komutanlığına giderler. Ali Haydar, Kobranın üzerine oturtulur. Komutanlığa girmek isteyen hâinlerden üçünün dünyasını değiştirir. Bunlardan biri, Astsubay Ömer Halisdemir’i ve 6 kişilik ekipten Mehmet’i ve şehid eden hâindir. 

Minârelerden salâ sesleri yükselirken biri sakat, diğeri yaralı 6 kişilik ekip olay mahallinde bulunan birkaç kişi ile birlikte, Özel Kuvvetler Komutanlığı binasını işgal etmek isteyen güruhu tamamen tesirsiz hâle getirerek 15 Temmuz’un önemli zaferlerinden birine imza atmışlardı. 

Şehidlerin yanına gittiler. Cengiz Yarbay, önünde ihtiramla diz çöktüğü Şehid Hâlisdemir’i incitmekten korkarcasına ihtimam göstererek alnından öptü. Sonra yanındakilere dönerek hüzünlü bir ses tonuyla; ‘Astsubay Hasdemir, cuntacı generalin şahsında darbenin kafasına sıkan kahramanımızdır. Eğer o general, içeriye girip de  Özel Kuvvetlere emir komuta edebilse, diğer cuntacılarla koordinasyon kurabilse çok feci neticeler ortaya çıkabilirdi. Bu yiğit, sıktığı kurşun ve fedâ ettiği canıyla belki de bir milletin kaderini değiştirdi. Ruhun şâd olsun Ömer’im. Durağın Uçmak, makamın şehidler otağı olsun.’ Dedi. 

Sonra Mehmet’in başında toplandılar. Aziz naaşından akan kan, etrafında göllenmişti. Hayatta iken eğildiği görülmeyen başının, alnından yukarısından itibaren yarısı yoktu. Hilal bıyıkları kana bulanmıştı. Belli belirsiz gülümser gibi bakan yüzü, hafiften sağa dönmüştü. Açık kalan gözleri, yukarı doğru bakıyordu. Gözlaşları yanaklarından süzülün Mustafa, besmele çekerek kapattı. Fakat elini yüzünden çektiğinde gözleri yine aynı noktaya bakmak üzere açıldı. Mustafa ikinci defa denedi fakat değişen bir şey olmadı. Üçüncü defa denemek isterken Levent, ‘Mustafa’ diye seslendi. Hıçkırıklar sebebiyle konuşamıyordu. Eliyle şehid Mehmet’in baktığı yeri gösterdi. Orada, yeksek bir bayrak direğinde dalgalanan Türk Bayrağı vardı. Hepsinin dudaklarından dökülen ‘Allah-u Ekber’ sözü hıçkırıklarını bastırıyordu. Şanlı bayrağımıza bakıyor ve sanki ‘kanım sana helâl olsun…’ diyordu. 

***

Zafer mahallini terk etmeden önce, evli olanlar eşleriyle konuşup sağlık haberlerini verdiler. Mustafa’nın hâli-tavrı farklıydı. Sorduklarında anlattı: 

Eşim, Genelkurmay Başkanlığı’nın önündeymiş. ‘Çabuk eve dön!’ dedim… ‘Niye’ dedi. ‘Sizin tepenize bomba atanlara, devletine ihânet edenlere karşı durmayayım mı? Evde oturup beddua etmekle mi yetineyim? Bu devlet, benim de devletim. Kadınım diye bir şey yapmayayım mı?  Hâinlere bir taş olsun atmayayım mı? Ben evde oturdukça hâinin karşısında bir eksik olacağız…’

Elimi, kolumu ve dilimi bağladı. Bir şey söyleyemedim. Keşke Genelkurmay binasındaki görevimiz değişmeseydi. Belki orada bulurdum kendisini...

Arkadaşı, ‘Aslanın erkeği dişisi olmazmış. Bu gece onlar bize emânet, hepimiz de Allah’a emânet.. Erkeğiyle kadınıyla Türk ayağa kalktıysa, emin olun bu gecenin şafağında doğacak güneş daha güçlü bir Türkiye’yi aydınlatacaktır. 

Korkmaz Hoca’nın eserinde; Müslüman Türk milletinin günlük hayatı, aile bağlarındaki; sevgi açısından yumuşak ve sıcak, disiplin açısından çelik gibi sağlam örnekler var. Kültür çevrelerinden sokak hayatından, millî ve mânevî değerlerine bağlı insanlardan, ve daha çok da mâlûm cemaatten, cemâatin hizmet (?!) anlayışından, öğrenci evlerinden, evlerdeki ağabeylerden, imamlardan, saf ve temiz Anadolu çocuklarına uygulanan beyin yıkama operasyonları ile devşirilmelerinden sahneler… 

***

Gazeteci Umut Batur ile kuyudan çıkamayan Yusuf arasındaki mistik ve felsefî sohbetler didaktik romana derinlik ve değer kazandırıyor. 

Akşam’ın ilk karanlığında, parkta serseriler tarafından dövülen, üzerinde para çıkmayınca sırtından paltosu alınan bir ihtiyarı alır, evine getirir. 

Kuyudan çıkamayan Yusuf, ‘kuyu’yu anlatıyor: 

Kuyu, kimine göre sahranın ortasında bir çukur, kimine dünyanın bizzat kendisi; şan, şöhret, mevki, falan filan. Tul-i emel yani; gün gelip öleceğini hiç düşünmeden dünyalık biriktirmek, ona bağlanmak... Kiminin de içindedir kuyu; karanlığında ruhu kaybolup gitmiştir ama kendisi bunun farkında bile değildir.

Umut çayını yudumlarken Yusuf’un söylediklerini düşünüyordu. Helâ temizleyen bir insan için derin sözlerdi bunlar.

-Ya sen amca? Sen bu kuyuların hangisinden çıkamadın?

-Ağzı, ipi, duvarı, dibi olmayanından Umut Bey oğlum... Nice kervan, nice yolcu geçer yanından; kaç kova salınır içine bilinmez. Kimi içer suyundan, kimine bir avuç kumdur kalan. Kiminin de kısa kalır ipi, kum bile düşmez bahtına. İşte bu kuyudan çıkamadım ben.

-Vay be Yusuf Amca! Sen neymişsin böyle... Yaktın bütün devrelerimi, dedi şaşkınca bir gülüşle.

Yusuf’un son söyledikleri âdetâ beynini tokatlamıştı. Nice kervanın, nice yolcunun uğradığı, içine sayısız kovanın salındığı, kimine su kimine kum veren, ağzı, dibi, duvarı ve bir ipi bile olmayan kuyu.

Sohbet derinleşerek ve koyulaşarak devam eder. Gece yarısı olmuştur. İhtiyarın yatması için Umut, salondaki kanepeyi hazırladı. Gardırobundan bir palto çıkardı ve cebine gizlice bir miktar para koydu ve ‘Belki sana biraz büyük gelebilir. Kabul edersen giymeni isterim’ dedi ve Yusufun yanı başına bıraktı. 

***

Uyandığında saat 9.00’a geliyordu. Uzun bir uyku çekememişti ama kendini dinlenmiş ve dinç hissediyordu. Yusuf’u uyandırmak için salona girdiğinde yatağı toplanmış gördü. ‘Yusuf Amca’ diye seslendi ama bir cevap alamadı; Yusuf yoktu. Masanın üzerinde duran para dikkatini çekti. Baktı; bu, dün gece Yusuf’a verdiği paltonun cebine koyduğu paraydı. Altında da bir not duruyordu:

Umut Bey oğlum,

İnsanlığınla yüreğimi, paltonla bedenimi ısıttın. Lâkin bu parayı kabul edemem. Nâzik düşüncen için teşekkür ederim. Kurdu kuşu doyuran Allah bu ihtiyarı unutacak değil ya? Eğer vaktin olursa, gönül zenginliğine ve misafirperverliğine bir bardak çay sıcaklığıyla mukabele etmek isterim. Yusuf.

Adresim: ……………………………….

*** 

Öğrenci evlerinden ibretlik bir sahne…

-Otur İbrâhim, otur. Çok önemli bir kaset dinleyeceğiz şimdi, hocaefendinin müstesna sohbetinden, nasihatlerinden istifâde edeceğiz. Kıymetini bilin ve her kelimesinden kendinize hisse biçin.

-Abi imtihanım var yarın. Daha sonra dinlesek?

-Hepimizin imtihanı var kardeş.. Sohbetin feyzini, hocaefendimizin himmetini almadan gireceğimiz imtihanın ne bereketi olur ki?

-Abi tamam da aklım derste kalır şimdi. Çok da çalıştım. Son tekrarımı yapayım bari. Yüksek bir not almak istiyorum.

-Biz sana sana en büyük imtihanın başarı anahtarını sunuyoruz sen neyin derdindesin. Bu imtihandan alacağın not, dünyalık nasibindir. O da muhterem efendimizin duâlarının tezâhürü ve tecellisiyle nasip olacaktır inşallah. Hadi bakalım, otur yerine.

İbrâhim şaşırmış ve üzülmüştü, oturdu. Sık sık sohbet kasetlerini dinletiyorlar, kitaplar okuyorlar, zaman zaman evlerine gelen tanımadığı kişilerin nasihatlerini dinliyorlardı. 

İbrâhim, Zeki bir öğrenciydi. İlkokuldan beri her yıl başarı belgesi almıştı. Lise son sınıftaki kimya öğretmeninin teşvikiyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesini ilk tercihine yazmış, kazanmış ve babasıyla birlikte kayıt için İstanbul’a geldiklerinde, öğretmeninin referansıyla bu eve kabul edilmişti.

-Bak İbrâhim... cemaatimizin kendine has bir işleyişi vardır. Kuralları vardır... Bizimle yürümek isteyen herkes bu kurallara uymak zorundadır.

-Tamam da abi ben kötü bir şey söylemedim. Ders çalışmak istemem kural dışı bir durum mu?

-Abinin sözüne itiraz etmen kural dışı. Biz, büyüklerimizin söylediklerini sorgulamadan dinler, verdikleri her vazifeyi emir telâkki eder, cemaatimizin menfaaderini her şeyin üstünde tutarız. Kendi menfaatlerimizden hatta âilemizden bile...

-Âilenizden bile mi?

-Tabii... Cennette biyolojik aile var mı? Bunu hiç düşündün mü? Orada, dünyadaki hizmetlerinin seviyesine göre ödüllendirilecek insan. Kendi emsali din kardeşleriyle bir arada bulunacak. Gerçek ailen, aynı hedefe birlikte yürüdüğün kişilerdir. Ebedî âlemde Allah’ın tatbik edeceği muameleyi biz dünyâda uygularken niye şaşırıyorsun? Muhterem hocaefendi ‘Sizler, şahsınıza tevdi edilen vazifeyi, şahsınıza verilen emri sorgulamadan, itiraz etmeden, gözünüzü dahî kırpmadan uygulayacak, riâyet edeceksiniz. Tıpkı ölü yıkayıcısının elindeki cenâze gibi olacaksınız. Nasıl ki cenâze, yıkayıcıya itiraz etmez, sizler de abilerinize itiraz etmeyeceksiniz,’ buyuruyor.

-Yanlış söyleseler bile mi?

-Abiler yanlış söylemez. Sen yanlış anlarsın, muhterem efendimiz ‘En iyi akıl, tam ve şartsız bir şekilde itaat eden akıldır. Ne olursanız olun; sıfır olun. Olun ki büyük makamlarda, büyük yerlerde kullanılasınız’ buyuruyor, itaat ederek aklını kemale erdireceksin İbrâhim, itaat etmeyen, içimizde barınamaz. Tamam, seni anlıyorum. Yenisin, yolun başındasın, usul erkân bilmiyorsun... O yüzden hoş görüyorum seni. İnanıyorum ki sen de çok çalışacak, başarılı olacak ve hareketimize son derece kıymetli hizmetler sunacaksın. Hadi şimdi ders başına... İnşallah hepimiz başarılara, güzel neticelere vasıl olacağız.

-Tamam abi. Sağ ol.

İbrahim çıkar çıkmaz Nuri diğerlerine döndü ve kısık bir sesle:

-Bunu boş bırakmayın. Ne yapar, ne eder, nereye gider, adım adım tâkip edip her gün bana bildireceksiniz. Motive edin, işleyin, ileride kendisine sağlanacak imkânları anlatın. Baktık olmuyor, gözünü korkutup sindireceğiz.

***

Bir hafta sonra imtihan neticeleri açıklandığında, dönem öğrencileri arasından en yüksek notu alan İbrahim olmuştu. Ev arkadaşları kendisini kutladı, evin abisi Nuri ona marka bir kazak hediye etti.

-İbrahim kardeşim, seni tebrik ediyorum. Hepimizi gururlandırdın. Büyüklerimiz de başarını memnuniyetle karşıladılar. Akşam İhsan abimiz hususi olarak senin için ziyârete gelecek.

-Allah razı olsun abi. Çok teşekkür ediyorum. Mutluluk duyarım. 

İhsan, saat sekiz civârında, elleri kolları dolu olarak geldi. Getirdiği yiyecek ve meşrubat dolu poşetleri diğer çocuklar alıp mutfağa götürdü.

Demek İbrâhim’imiz bu kardeşimiz? Maşallah. Pek memnun oldum. Böyle başarılı gençleri bizlere kardeş eden Allah’a şükürler olsun.

-Ben de memnun oldum abi. İltifatınız için çok teşekkür ederim.

-Mârifet iltifata tâbidir İbrâhim. Nuri abin senden çok bahsetti, başanlannı övüp durdu. Biz de merak ettik seni. Üstelik daha ilk imtihanında en yüksek notu almışsın. Başarını karşılıksız bırakmayız. O sebeple, bu ay ev için ödeme yapmayacaksın. O para sana hediyemizdir. Dilediğin gibi harcayabilirsin.

İbrâhim’in sevinci yüzüne yansımıştı ‘Buna en çok babam sevinecek. Bu aralar eli biraz dardı. Sağ olun abi,’ dedi.

-Ne demek kardeşim. Babana benden de selâm söyle. Böyle bir evlat yetiştirdiği ve hizmet hareketimize kazandırdığı için bilhassa teşekkürlerimi ilet. Maddî işleri dert etmeyin. Biz artık bir aileyiz ve sen bize emânetsin. Ailenin kıymetini bilirsen senin de kıymetin bilinir. Final imtihanında da aynı başarıya nâil olursan aidatlardan tamamen muaf tutulacağını, hizmetimizden burs kazanacağını, tahsilin bitinceye kadar masraf derdin olmayacağını taahhüt ediyorum.

-Sâhi mi abi, dedi heyecanlı bir hâlde. Allah sizden razı olsun, inşallah başarılı olacağım. Göreceksiniz.

-Sana güveniyoruz İbrâhim. Sen abilerinin sözünden çıkma. Ummadığın imkânlara kavuşacaksın. Yeter ki abilerinin sözünü dinle.  

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: [email protected]   WEB: www.bilgeoguz.com  

FARUK KORKMAZ İLE YAPILAN 15 TEMMUZ'UN ROMANI ‘KOZGALIŞ’ KONULU RÖPORTAJI YARIN BU SAYFADA OKUYABİLİRSİNİZ.

FARUK KORKMAZ

29.09.1970 târihinde Malatya’da dünyaya geldi. İlkokulu Malatya Ziya Gökalp İlkokulunda,  Ortaokul ve Liseyi Malatya İmam Hatip Lisesinde, Lisans Eğitimimi Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı. Öğretmenlik görevine Konya’da başladı. Konya ve Malatya’da muhtelif okullarda görev yaptı. Hâlen Malatya Lisesinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni ve idâreci olarak görevine devam etmektedir.

İçişleri Bakanlığı uhdesinde Malatya Vâliliği İl Protokol Şube Müdürlüğü, Malatya Vâliliği Özel Kalem Müdürlüğü görevlerini îfa etti.

Malatya Mahalle Kültürü ve Komşuluk İlişkileri adlı hâtıra türü kitabı 2013’de yayımlandı. 

Resmî görev çerçevesinde;

Malatya Valiliği Malatya Kitaplığı Projesi Yayın Kurulu Üyeliği ve mezkûr proje çerçevesinde yayımlanmış 50 civarı eserin tashihi hizmetlerini görçekleştirdi. Konuşma, sunuş-takdim yazıları, röportaj ve haber metinleri metin yazarlığı, Şiir, sohbet, dini ve gençliğe nasihatler içerikli kültürel programlar olmak üzere Malatya yerelinde radyo programcılığı yaptı. 

Geçmiş yıllarda Malatya İl Milliî Eğitim Müdürlüğünün organize ettiği Güzel Konuşma ve Diksiyon Eğitimi Seminerinde Eğitim Görevlisi olarak çalıştı.

Malatya Hâkimiyet Gazetesi ve Malatya Söz Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. 

Amatör olarak bağlama çalıp müzikle ilgileniyor. Film ve müzik arşivi hatırı sayılır kalite ve kapasitededir.