TÜRK TÂRİHİNİN ÇAĞLARI

Profesör dostlarımızın, kimilerine pek de sevimli gelmeyen bir alışkanlıkları var: Minâre yüksekliğinden aşağıdaki câmi önü dilencilerine seslenir gibi; ‘Biz bu kitabı şu maksatla yazmış bulunuyoruz…’ şeklinde cümlelerle, kitapları hakkında bilgi vermeyi vazgeçilemez alışkanlık hâline getirmişlerdir. ‘Ben…’ demeyi ‘bencillik, egosantrik’ davranış olarak vasıflandırırlar. Haklıdırlar.

Çok eskilerde müderrislerin veya unvansız ilim adamlarının, ‘bendeniz’, ‘fakir’ gibi kelimeleri niçin tercih ettiklerini sosyologlara bırakıp bu sayfanın aslî vazifesine dönersek efendim… Prof. Dr. Konuralp Ercilasun’un telif ettiği eser, daha ilk sayfasında; Prof. Dr. İskender Öksüz üstat, kıvrak zekâsının ürünü şaşırtıcı ve sıcacık cümleleriyle ‘Hoş geldiniz…’ diyor: ‘Târih yazmak için bilmek lâzım zannedersiniz. Doğru zannedersiniz. Fakat bilgi, târihçi olmaya yetmez. İnternet, yaşayan bütün târihçilerden daha bilgilidir. Bir bilgisayar diski, hatta bir flaş disk bile öyledir. Târihçi olmak için kültür gerekir, sezgi gerekir. Bunlarsız târihçi olunmaz…’

Hukuk tahsil eden Rahmetli Ziya Nur Aksun (1930-2010) hatırlanacak olursa, târih yazmak için târihçi olmaya da lüzum yoktur. O; bilgisini kültürünü ve sezgisini eşsiz yorumu ile yoğuruyor ve okuyucuyu, yazdıklarının tiryakisi hâline getiriyordu.

Demem odur ki Prof. (genç) Ercilasun, üslûp sâhibi bir târihçi. Bilgisini, kültürünü ve sezgisini babası Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü Ahmet Bican Ercilasun’dan intikal eden dil ve edebiyat zevki ile yoğurarak, kendisine has bir üslûp oluşturmuş. Esâsen edebiyat, târih ve mûsıkînin yapışık kardeşidir. Edebiyat zevkinden mahrum mûsıkî ve târih, dinleyene ve okuyana yavan gelir.

Prof. Ecilasun ‘Söz Başı’ bölümünde, tevâzu âbidesi ifâdelerle şu bilgileri veriyor: ‘Kitabın girişinde çağ tasnifine bugüne kadar olan itirazları ve Türk çağları için yapılmış denemeleri ele aldım. Böyle bir yaklaşımda târihimizin köklerinin ne zamana uzandığı üzerine de eğilmem gerekti. Bu güne kadar ülkemizde yapılmış bütün tartışmaları görmeye ve değerlendirmeye çalıştım. Sonuçta kitabın alt yapısını oluşturan teorik bir çerçeve ortaya çıktı.’

Eserin muhtevâsı bölümler itibâriyle şöyle özetlenebilir:

Birinci bölümde; Türk târihinin metodolojisi ele alınıyor. Yazıda esas olarak çağlar, hânedanlar ve terimler olmak üzere üç meseleye temas ediliyor ve çeşitli öneriler getiriliyor. Kitabın ana konusunu ilgilendiren çağlar meselesinde bir çağ tasnifine gitmekten çok Türk târihinin dönüm noktaları tespit edilmeye çalışılıyor ve bunun bir tartışmaya zemin olması bekleniyor.

İkinci Bölümde; Asya Hunları: Birinci Hâkimiyet Devri ve aynı zamanda bozkır çağının özelliği yer alıyor. Böylece bütün çağlara daha ihâta edici bir bakış getiriliyor..

Üçüncü Bölümde; Türklüğün bozkır çağında hangi bölgeleri merkez edindiği, nüfusun nerede birikip çoğaldığı (eskilerin ifâdesi ile terâküm ettiği) ve siyâsî olayların hangi coğrafya eksenli seyrettiği ortaya konuluyor.

Dördüncü Bölümde; Türk târihinin İslâm’a girişten daha önemli bir dönüm noktası ele alınıyor. Bu dönüm noktasında Karahanlı Cihan Devleti, Türk târihinde ilk defa batıya yönelmiş ve neticesinde İslâm’a giriş gerçekleşmiştir.

Beşinci Bölümde; Osmanlı ile aynı dönemdeki diğer Türk hânedanlarının yapı karşılaştırması yazıya dökülüyor. Bu bölüm ‘Büyük Türk Hânedanları Çağı’dır. Prof. Ercilasun çağın belli başlı özelliklerini de ortaya koyuyor.

Altıncı Bölümde; fizikî mesâfe itibâriyle birbirinden çok uzaklaşmış doğu-batı Türklüğünün ortak tarafları gün ışığına çıkarılıyor.

Bu bölümdeki yorum dikkate şâyandır: ‘Türk dünyâsı çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmasına rağmen Türk insanının bilinçaltından gelen bir ruhun varlığı seziliyor. Bu ruh; çağın gidişatına uygun hamleleri yaparak çağdaş dünyâda yer alma gayretleridir.’

Yedinci Bölüm; Kısa bir Türk târihi denemesidir. Ciltlere sığdırılamayacak Türklük 25-30 sayfada, efrâdını câmi, ağyarını mâni ölçeğinde inceleniyor. Bu kısa denemede çok genel bilgiler üzerinde durulmasına rağmen, her bir konuyla ilgili yapılmış belli başlı araştırmalar dipnotlarda gösteriliyor. Böylece bir mânâda okuyucunun ilgi duyduğu alanda başka kaynaklara da ulaşmasını sağlanıyor.

Yine bu bölümde Türk târihinin çağlarının nasıl anlaşılması gerektiğinin bir hülâsası yapılıyor. Târihin belli dönemlerine damga vurmuş en önemli özelliği o çağın adında kullanılıyor. Böylece çağ adları doğrudan o çağın özelliğini yansıtıyor.

13,5 X 21 santim ölçülerinde, 200 sayfalık eser, harikulâde bir üslupla, okuyucuyu çağlar arasında doyumsuz haz veren bir seyahate çıkarıyor.

İktisat ilmi, insanı ilgilendiren her konuyu ihtiva eder. Her meslekten insan da az veya çok târih ilmi ile ilgilenir. Prof. Konuralp Ercilasun’un eseri, târih ilmiyle ilgilenenlerin sayısında artış olmasını sağlayacak vasıfta bir eserdir. Geçmişini bilmeyenler, geleceğin körüdür. Önünü göremeyenlerin ilerlemesi mümkün değildir.

Abdülkadir Donuk, Abdülkadir Özcan, Abdülvehap Kara, Ahmet Bican Ercilasun, Ahmet Taşağıl, Ahmet Temir, Akdes Nimet Kurat, Ali Ahmetbeyoğlu, Atsız, Bahattin Ögel, Edige Mustafa Kırımal, Emel Esin, Enver Ziya Karal, Faruk Sümer, Gülçin Çandarlıoğlu, Halil İnalcık, İbrâhim Kafesoğlu, İsenbike Togan, İsmail Aka, Kâzım Yaşar Kopraman, Mehmed Niyazi, Mehmet Altay Köymen, Mehmet Emin Buğra, Mehmet Kaan Çelen, Mehmet Saray, Mehmet Zeki Pakalın, Mustafa Kafalı, Nâdir Devlet, Ömer Lütfü Barkan, Reşat Genç, Saadettin Gömeç,  Şahâbeddin Mercânî, Tuncer Baykara, Bekir Tümen Somuncuoğlu, Zeki Velidi Togan ve tanınmış ecnebi târihçiler başta olmak üzere seçkin ilim adamları tarafından kültür hayatımıza kazandırılan her biri dolgun muhtevâlı ve yüksek hacimli 151 adet eserden faydalanılarak hazırlanan ‘Türk Târihinin Çağları’ isimli kitap, seyahate çıkardığı okuyucusuna aynı zamanda yeni ufuklar açıyor.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr 

Prof. Dr. KONURALP ERCİLASUN:

     1972 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğretimini Ankara'da tamamladı. 1989'da girdiği Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) Târih Bölümü’nden 1993'te mezun oldu. 1999'da ‘Moğolların Göçebe Ekonomisi’ adlı teziyle Tayvan'daki Ulusal Chengchi Üniversitesinde yüksek lisans derecesini aldı. DTCF'de 2003'te ‘Çing Hânedanı Devrinde Kâşgar’ isimli teziyle doktor oldu.

     ‘Târihin Derinliklerinden 19. Yüzyıla Kâşgar’ ve ‘Türk Târihinde Asya Hunları: Birinci Hâkimiyet Devri’ isimli eserleri başta olmak üzere 5 adet kitabın yazarıdır. Ayrıca Ayşe Onat ve Sema Orsoy'la birlikte ‘Çin Kaynaklarında Türkler: Han Hânedanı Târihi Hsiung-nu (Hun) Monografisi’ adlı bir metin neşri hazırlamışlardır. Millî ve milletlerarası birçok kongreye katılan ve tebliğ sunan Konuralp Ercilasun'un çeşitli dergilerde makaleleri yayımlanmıştır. Makalelerinde Hunlardan Temürlülere, Doğu Türkistan'dan Osmanlılara kadar Türk târihinin çeşitli konularındaki meselelere eğilmiştir. Bunun yanında özellikle Çin ve Doğu Asya'nın günümüzdeki durumu ile gelecekteki yeri üzerine birçok makalesi de bulunmaktadır.

KUŞBAKIŞI:

DURUŞMALAR

Kitabın kapağında Oğuz Kağan ve iki yanında Alpaslan ve Bilge Kağan’ın temsili resimleri arka kapakta ise şu tanıtım yazısı var: ‘Bu kitapta Necdet Sevinç’in iki oyununu sunuyoruz. Neredeyse hayatını sanık sandalyesinde geçiren Necdet Sevinç bu defa hâkim kürsüsünde. Necdet Sevinç ‘mahşer mahkemesi’ de diyebileceğimiz bir mahkeme kurmuş. …Merzifonlu Alman Elçisine diyor ki: ‘Şartı yokmuş. Şartınız olamazdı zâten. Şartları biz dikte ederdik. Şart koşma, şart ileri sürme hakkı yalnız ve sâdece bize aitti. Yalnız ve sâdece biz emrederdik. Benim yaşadığım yüzyılda ve daha önceki yüzyıllarda buyuruculuk Türk’ündü. Dünyânın bütün hükümdarları bizim memurlarımızdı!’

Duruşmaların 1. bölümünde Oğuz Kağan’ın mahkeme başkanı, Bilge Han ve Alpaslan Gazi’nin mahkeme üyesi, Atilla’nın savcı olduğu mahkemede 2. Viyana kuşatması ve sanık olarak yargılanan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve etrafındaki târihî olaylar içinde şahıslar yargılanır. Bu yargılama sonucunda mahkeme Sultan Dördüncü Mehmet’in Merzifonlu’yu haksız yere idam ettirmesinden pişman olduğu anlaşılır. Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasına sebep olarak Merzifonlu değil, O’nun ölümünden sonraki olay ve şahısların sebep olduğu, 2. Viyana kuşatmasındaki mağlûbiyette çok ve derin sebeplerin bulunduğu vurgulandıktan sonra mahkeme Merzifonlu’nun şu sözleriyle sona erer: ‘Beni asın Oğuz Han! Yalvarırım asın beni! Türk devleti için de Türk milleti için de bizzat benim için de gerçek anlamda felaketlere sebep olan komutanları ben tâyin ettim. Kırım Hanı’na da, Kara İbrahim Paşa’ya da, Koca İbrahim Paşa’ya da ben görev verdim. Ben tuttum ellerinden. Ben yücelttim. Bu suçtan asın beni. Bağışlamayın! Affetmeyin!  Daha fazla yalvartmayın! Asın beni, asın!’

2. Duruşmada aynı mahkeme Timur’un 27 Türk devletini yıktığı, Timur da bunların devlet değil, Türkistan’ı 27 parçaya bölen topluluklar olduğu, barbarlık-medenîlik tartışması muhakeme edilir ve her iki duruşmada kararın Türk milleti tarafından verilmesi gerektiğine hükmedilir.

BİLGEOĞUZ YAYINLARI:

Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul.

Telefon: 0.212-527 33 65

Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr

KÖK TENGRİ'NİN ÇOCUKLARI

Avrasya Bozkırlarında İslam Öncesi Türk Târihi

Prof. Dr. Ahmet Taşağıl 16,5 x 24 santim ölçülerindeki 368 sayfalık eserinde; ‘Türkler kimdir? Nereden geldiler? Hangi dinlere inanırlar? Târihleri ne zaman başlar? Nasıl teşkilatlandılar? Ve en önemlisi nasıl bu kadar başarılı oldular?’ Gibi soruları cevaplandırıyor.

Türkler… Esir düştüler, savaştılar, barıştılar… Uzak Asya’dan Akdeniz’e kadar uçsuz bucaksız bir coğrafyaya yayıldılar. Devletler kurdular, devletler yıktılar. Çin’e aman vermediler. Birçok farklı isimle anıldılar, farklı dinlere inandılar. Çok büyük bir medeniyet yarattılar. Başka medeniyetlerin yükselmesine katkıda bulundular. Hepsi de masmavi Gökyüzünün (Gök-Tanrı’nın) altında buluştular.

Eserin 16. Baskısı, Ocak 2020’de okuyucuya sunuldu.

BİLGE KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK DAĞITIM SANAYİ VE TİCARET LTD ŞTİ:

Nuruosmaniye Caddesi Nu: 3 Kardeşler Han Kat: 1 Cağaloğlu 34110 İstanbul. 

Telefon: 0.212- 520 72 53 Belgegeçer: 0.212-511 47 74

e-Posta: [email protected]  //  www.bilgeyayincilik.com 

DEĞİŞİM SÜRECİNDE ALEVİLİKTE DİNİ OTORİTE

Dinlerin ortak bir özelliği, ister farklı veya zıt kültür ortamlarında olsun, ister bir alt kültür olarak konumlansın, bir uyum mekanizması olarak çalışmasıdır. İslâm'ın farklı bir yorumu olarak Alevilik de dinî otorite figürleri olarak dedelerin şahsında toplumumuzda benzer bir işlevi yerine getirmektedir. Bu çalışmada belli bir bölgeden hareketle Alevilikte dini otoritenin yapısı, etkinliği ve boyutları değişim ve dönüşüm ekseninde ele alınıp tartışılmıştır.

Dr. Yılmaz Arı 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 342 sayfalık eserinde, modern dünyâda geleneğe dayalı dinî otoritenin değişimini Adıyaman Alevileri üzerinden göstermeye çalışıyor. Eserde belirtildiğine göre Alevilikte dedeler daha çok köy kesiminde birtakım ritüeller yoluyla bir otorite temsilcileri olarak vazife görüyorlar. Bunun yanında, şehirleşme süreciyle birlikte dedelik kurumu ve dedelerin rollerindeki farklılaşmalar din sosyolojisi bakış açısından değerlendirilip tartışılıyor.

BERİKAN YAYINEVİ:

Kültür Mahallesi, Kızılırmak Caddesi Nu: 61 Gonca Apartmanı Daire: 6 Kızılay, Çankaya, Ankara.

Telefon: 0.312-232 62 18 Belgegeçer: 0.312-232 14 99 e-posta: [email protected]  www.berikanyayinevi.com 

KISA KISA… / KISA KISA…

1-HİPER NESNELER: Timoty Morton – Bilge Demirtaş / Tellekt Yayınları.

2-ZEYTİNLİKTEN SOFRAYA ZEYTİNYAĞININ HİKÂYESİ: Richard Blatchly, Çeviren: Zeynep Delen Nircan / İş Bankası Kültür Yayınları.

3-ALAY KİTABI: Editör Emine Gürsoy Naskali / Kitabevi Mehmet Varış.

4-ESKİ TÜRKLER: Lev Nikolayeviçen Gumilöv. Tercüme: D. Ahsen Batur / Selenge Yayınları.

5-DÜNYÂ DÜNYÂ İÇİNDE: Filiz Özdem / Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.

DERKENAR:

AH TÜRKÇEM VAH TÜRKÇEM!

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Türkçemizin; kelime yapısı ve hazinesi, cümle kuruluşu ve alfâbesi, yüz yıldır çok ağır tahribata mâruz bırakılmıştır. İç ve dış tahrip güçleri, milletimizin diline bağlılığına inat, bozarak değiştirmek için bütün gücüyle çalışmaktadır.

Dilimize musallat olan yıkıcı faaliyetler dört koldan yürütülmektedir. 1- Yabancı kelime istilâsı, 2- Dili zenginleştirme adına, kelimelerin yanlış türetilmesi ve yanlış kullanılması, 3- ‘İnternet Türkçesi’ olarak isimlendirebileceğimiz ucube, 4- Yabancı dille eğitim.

İşin en üzücü tarafı, bu faaliyetlere devlet organlarının da bilmeyerek katkı sağlamasıdır… Bu katkılar; Sümerbank, Etibank isimlendirmeleriyle başlamıştı, Halkbank, Vakıfbank isimlendirmeleriyle devam ettirildi.

Günümüzde; Kanal İstanbul, Borsa İstanbul isimlendirmeleriyle hatâda ısrar ediliyor.

Türkçe dilbilgisi kaidelerine göre isim tamlamasında yardımcı kelime başta, ana kelime sonda olur: ‘bahçe kapısı’. ‘at arabası’ örneklerinde olduğu gibi…

Hatâda ısrar edilen örneklerde; ‘kanal’ ve ‘borsa’, ana kelimelerdir. ‘İstanbul’ ismi ise, kanalın ve borsanın nerede olduğunu belirtmesi açısından; yardımcı - tamamlayıcı kelimelerdir. Doğru isimlendirmeler; ‘İstanbul Kanalı’, ‘İstanbul Borsasışeklinde olmalıydı. Doğru isimlendirmeler olan; Boğaziçi Köprüsü, Atatürk Bulvarı, Dolmabahçe Camii, Fatih İlçesi söylenişleri örnek alınmalıydı.

Türk millî kültürünün arsız kemirgenleri, kurum ve tesis isimlerindeki bu hatâları görünce aşka gelip bakınız ne yâveler üretiyorlar:

*İlginç bir olaya görgü tanıklığı ettiğinde acaip ilgi yapıyorlar.

 *Mavra yapanlara bozuk atıyorlar.

*Çüş oluyorlar, oha oluyorlar.

*Yazınsal uğraşları var.

*Busines Class’da uçanın ölme şansının daha yüksek olduğunu yazıyorlar.

*Yoğun sanatsal etkinlikler nedeniyle turşu oluyorlar.

*Sahne alıyorlar, start alıyorlar, alkış alıyorlar. Tehdit alanlar bile var.

*Gençlik yaşantılarında yaptıklarını anımsadıkları kimi yaşamsal hıyarlıklarıyla yüzleşiyorlar.

*’Evet’ kelimesini akılları ve zevkleriyle birlikte çöpe atıyorlar, ‘hı hı’ gibi sesler çıkarıyorlar.

İncelik, zarâfet, nezâhet, nezâket, kültür, irfan fukarası kişilerin ifâde yamuklukları saymakla bitmez…

Entel geçinen kişi, kürsüdeki konuşmasını şöyle bitiriyor: ‘şünsel kanılarımı sizlerle paylaşmama izin vermeniz nedeniyle sizlere teşekkür etmek istiyorum.’

Teşekkür etmek istiyorsa, neden etmiyor ki? Acaba nasıl bir engeli var? Bir milyar defa teşekkür etmeyi istemek, bir defacık olsun teşekkür etmenin yerini tutmaz ki…

Bilmiyor mu, öğretmiyorlar mı? Sümer atasözü: ‘Bilmiyorsan öğren, biliyorsan öğret’ diyor. Duymamışlar mı?

Az okumuş çokbilmişler! Kirli ellerinizi temiz Türkçemizden çekin!