MEHMET EMİN RESULZADE Seçme Eserler 1 ve 2

(BİRİNCİ BÖLÜM)

Mehmet Emin Resulzâde matbaa mürettipliğinden devlet kurup Cumhurbaşkanlığına seçilen emsalsiz bir çalışmanın ve üstün başarıların kahramanıdır. Hayatı, filmlere konu olacak kadar hareketli geçmiştir. Aynı zamanda mâcerâlı hayatına rağmen çok üst seviyede mükemmel bir muharrir ve mütefekkir idi. 

Bütün kitapları ile gazete ve dergilerde yayınlanan, bir kısmı kendi el yazısıyla arşivinde bulunan yazıları Prof. Dr. Yavuz Akpınar, bir bölümünü İrfan Murat Yıldırım ve Sabahattin Çağın ile birlikte, diğer bölümünü bizzat neşre hazırladı. Hazırlanan metinler 13,5 X 21 santim ölçülerinde, birincisi 518, ikincisi 516 sayfalık 2 cilt hâlinde yayınlandı. 

Birinci cilt Dr. Yavuz Akpınar tarafından kaleme alınan ‘Bayraklaşan Şahsiyet: MEHMET EMİN RESULZÂDE’ başlıklı ve teferruatlı hayat hikâyesi ile başlıyor. (s:13-51)

Kitapta yer alan iktibaslardan bir paragraf:

Burada (Tahran’da) O’nun fevkalâde muharrirlik kabiliyeti hemen meydana çıktı ve kendisi İran Meşrutiyet ve İkinci Meclis devrinin en iyi ve tanınmış gazetesi bulunan İran-ı Nev'in başyazarlığını üzerine aldı. Modern Avrupa gazetecilik mesleğini İran'a getiren ve geliştiren Resulzâde'dir. O, Demokrat Parti erkânından idi ve bu partinin Rus tecâvüzüne karşı şiddetli mücâdelesi neticesinde Rus sefâreti Resulzâde'nin İran'dan hudut dışı edilmesini talep etmiş ve zamanın Sadrazamı Muhammed Veli Han Sipehsalar da Mehmet Emin Bey'in İran'dan çıkarılması için emir vermişti. O zaman ben İstanbul'da idim. Resulzade de oraya geldi. Çünkü İran'da veya Kafkasya'da barınmasına imkân kalmamıştı O târihten yâni 1910 senesinden itibâren birlikte yaşadık ve bu muaşeret ve samîmi dostluğumuz takriben bir buçuk sene devam etti.

Prof. Akpınar bu bölümü şu satırlarla bitiriyor:

Ülkesine bir cumhuriyet hediye eden, Azerbaycan Türklerine istiklallerini kazandırarak onların dünyada hak ettikleri yeri şerefle almalarını sağlayan bu millî önder ve mücâdele arkadaşlarına, Türk milleti lâyık olduğu değeri çoktan vermiş, onları bağrına basmıştır. Bizlere düşen onların eserlerini derleyip ortaya çıkarmak, fikirlerini tahlil etmek ve milletimizin geleceği için bunlardan gerekli dersleri çıkarmaktır. (s: 51)

Tanıtımı yapılan ilk kitap ‘İran Türkleri’dir. Kitap hâlinde yayınlanmadan önce Türk Yurdu Mecmuâsı’nın 1912 yılına ait 2, 6, 9, 10, 12 numaralı sayılarında tefrika edilmişti. 

Sebilürreşat Mecmuâsı’nın 29-36 ve 40 numaralı sayılarında tefrika edilen yazılar, ‘Osmanlılarda İran Ahvâline Bigânelik’ başlığını taşıyor ve İran’ın iktisâdî, siyâsî ve sosyal hayatı ile kültür faaliyetleri ve târihi  hakkında mühim bilgiler ihtiva ediyor. 

İkinci kitap: ‘Azerbaycan Cumhuriyeti’ adını taşıyor. Millî Azerbaycan Neşriyatı’nın ilk kitabı olarak yayımlanmıştır. Azerbaycan Türkleri; ‘Milliyet itibârıyla Türk, din itibârıyla İslâm, medeniyet-i esâsiye itibârıyla Şarklıdırlar’ cümlesiyle tanıtılıyor. Dikkat çeken bir cümle daha: ‘Evet! Rahlesi üstünden inmeyen Fuzûlî’si, Köroğlu ile bağrı yanık Kerem’e ağlayan âşıkları, bu âşıkların yürek dağlayan sazları ile çobanların ruha sinen türküleri, çocukların seve seve okudukları mânileri, analarının yavrularını uyuturken söyledikleri ninnileri -hassının düşüncesiyle- kendisini İranlı bilen bu halkın müthiş delâletteolduğunu gösteriyor: ‘Hayır, değil, sen Türk’sün!’ diyordu.

İmlâ hatâsı ile mâlül olan bu kelimenin ‘dalâlet’ olması gerekir. (O. Ç.)

Azerbaycan’ı bütün husûsiyetleri ile tanıtan sayfalar 133’ten 239 kadar devam ediyor. 240. ve 241. sayfalarda; istiklal için şehit olmuş veya Bolşevikler tarafından kurşuna dizilmiş Azerbaycan kurbanlarının bir kısmı hakkında kısa bilgiler var. 

Azerbaycan istiklâli yolunda can veren şehitlerin ruhuna ithaf’ edilen ‘Asrımızın Siyavuş’u isimli kitapla alakalı bilgiler 249-297 sayfalarda yer alıyor.  Resulzâde eserine şu cümlelerle başlıyor: ‘Bu risâlenin ne gibi şartlar içerisinde yazıldığını kısacık da olsa, anlatmazsak, eserin hangi sebep ve maksatla yazıldığını târif edemeyeceğimizi hissediyoruz. Bunun için, muhterem okuyucuların müsaadesi ile hayat hikâyemizin bir kısmını nakledelim.’

……..

Resulzâdenin bu eserinde hayranlık duygularını zirveye çıkaran bir üslûp var.  

Millî Azerbaycan Neşriyatı’nın 3 numaralı kitabı, ‘İstiklal Mefkûresi ve Gençlik’ adını taşıyor. (s: 302-318)  

‘Rusya’da Siyâsî vaziyet isimli 4. Kitapta ele alınan konular: (s: 321-347)

-İktisâdi buhran.

-İçtimâî ve Siyâsî Muvazene. 

-Komünist Fırkasında İhtilâf. 

-Millî Mücâdele ve İftirak Hareketi.

-Beynelmilel Vaziyet.

-Rus Amelesi Ne diyor?

-Komnist Bürokrasisi ile Fırkası.

-Bolşevikler Nasıl Sükût Edebilir?

- Muhtemel Hâdisât Karşısında Millî Vazifeler. 

Bu bölümde Resulzâde’nin Rusya’nın bütün meselelerine üst seviyede vakıf olduğu görülüyor. 

Sonraki bölümü teşkil eden ‘Kafkasya Türkleri’ isimli eser de aynı derinlik ve vukufiyetle kaleme alınmış. (s: 351-435) 

1928 yılında telif edilen ‘Milliyet Meselesinde Bolşevik Nazariyatı ile Ameliyatı’ isimli eser, İstanbul’da Orhaniye Matbaası’nda basılmıştır. (s: 439-455)

Tatbikatı, uygulaması. 

Eserin bölüm başlıkları, muhtevanın önemi hakkında kanaat sâhibi olmamızı kolaylaştırıyor:

-Bolşevik Fırkası: Santralist ve Kozmopolit.

-Mlliyet Meselesi Bolşevikler İçin Gaye değil Âlettir.

-Sovyet Federalizmi ve Ayrılık Hakkı.

-Sovyetler İttihad ve Teşkilât-ı Esâsiyesi.  

-Sovyet Hükümet Teşkilâtında İkilik.

-Milliyet meselesi Yalnız Bir Gösteriştir.

-Dâhilde Merkeziyet, Hâriçte Emperyalizm. 

Mehmet Emin Resulzâde’nin 1928 yılında neşredilen bir başka eserinin adı: ‘Bolşeviklerin Şark Siyâseti.’ Eserin son paragrafında Resulzâde, Türkiye’nin komünizm tehlikesine mâruz bulunduğunu ifâde ediyor: 

‘Bu bilhassa şu sırada mühimdir. Çünkü son günlerini yaşamak sâiki ile mahsûr bulunduğu beynelmilel mücâdelede biraz nefes alabilmek ümidiyle şark milletlerini müfridâne harekete sevk etmek ihtiyacında olan komünizm, millî istiklal mücâdelesini kendi arzu ettiği şekle koyabilmek için hareket üzerinde daha ziyâde müessir olmak istiyor. Çin'deki hâdisenin ifâde ettiği mânâ bu olduğu gibi, Buharin formülünün işâret ettiği mânâ da budur. Kitaygorodski ile Türkiye Komünist fırkası da bunu istiyor. Tebellür eden bu arzular karşısında kendimizi ‘Türkiye sınâ'î münkeşif bir memleket değildir’ emniyesi ile avundurmayalım. Her türlü adem-i memnuniyetlerden demagogca istifade eden Rus meşrep komünizme karşı ihtilatlı bulunalım!’ (s:  471)

Demokrasinin Geleceği’ Birinci ciltte yer alan son eserdir. Resulzâde bu eserinde, yine üstün bir dirâyetle demokrasinin inkişaf ettiğine dâir inancını tekrarlıyor:

Rus mekteplerinde ve bilhassa komünizm mesleğinde suret-i mahsusada terviç olunan (kıymet ve itibârı artırılan) diğer müfrit nazariyelerle de mücâdele ederiz. Bütün kıymetleri yalnız sa'y’a irca edip (çalışma indirgeyip) de ameleden başka kimsenin hakk-i hayatı haiz (hayat hakkına sâhip) olmadığı fikrini redd ile sınıf mücadelesini suni surette alevlendirmek istemeyiz. Avrupa sosyalizmi bile geçirdiği birçok tecrübelerden sonra, ihtilalci sosyalizmi içtimâî ve târihî alâkalar fevkinde ileri sürdüğü bu mücerret hayâlin tamamıyla iflas ettiğine kani olmuştur. Memleketi ecnebi bir düşmanın kanlı istilası altında inleyen bir millet efradı hiçbir zaman millî vahdeti içerisinden patlatan böyle bir mefkûre arkasından koşamaz. Bizce her türlü ıslahatı işkâl eden (iyileştirmeyi güçleştiren) eski kafalı mürteciler millî vahdet, millî inkişaf ve millî istiklal için muzır oldukları gibi, millî vahdet ve bu vahdeti teşkil eden sınıflar arasında tesanüd (dayanışma) ve müsaheleyi (kolaylık göstermeyi) inkâr ile sınıf mücadelesini ateşleyen komünistler de aynı derecede muzırdırlar (zararlıdır). Biz her türlü sınıf diktatörlüğünün aleyhindeyiz. Hedefimiz milletin vahdeti, istiklali ve hürriyetidir. Bizi bu hedefe doğru götüren vasıta ise; geleceği hiç de şüphe götürmeyen tesanütçü demokrasi mefkûresidir!***

-Yaşasın Demokrasi! 

Cümleler sâdeleştirilmiştir. Parantez içerisindeki notlar sayfayı hazırlayana aittir. O.Ç.)  

Prof. Akpınar’ın yayına hazırladığı 2. Ciltte, Mehmet Emin Resulzâde’nin İstanbul’da yayınlanan Halk, İkdam, Sabah, Tanin, Tasvir-i Efkâr, Yeni Gün ve Zaman gazetelerinde, Azerbaycan ve  Azerî Türk dergilerinde, Yeni Mecmuâ’da  yer alan mülâkat ve beyanları ile makaleleri, Resulzâde’nin kendi el yazısıyla hazırlanmış kitapları ve yayınlanmamış yazıları yer alıyor. 

Bu yazıların belli başlı konularını şöylece sıralamak mümkündür:

-Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Kuruluşu. 

-Kafkasya İnkılâbı.  

-Azerbaycan-Ermenistan Sınır Meselesi.  

-Bakü’nün Durumu. 

-Almanya Rusya Anlaşmazlığı.  

-Azerbaycan’ın Almanya’ya Verdiği Nota. 

-Azerbaycan Türklerinin Moskof Elinde Mâruz Kaldığı Zulümler. 

-İran’daki Değişiklikler ve İran Türkleri Anlaşması.  

-Lokarno Anlaşması ve Rusya. 

-Neden Türkiye Cumhuriyet Oldu da İran Olamadı? 

-Komünist Kongresi’nin Açılışı ve Kongredeki Münakaşa.

-Avup’nın Köylüleşmesi.  

-Almanya Buhranı. 

-Cengiz Han ve Yeni Rus İdealizmi.

-İhtilalci Sosyalizmin İflâsı.

-Amerika’nın Şark’taki Faaliyetleri. 

-Demokrasi ve Parlamentarizm.

-İngiltere’nin En Büyük Derdi.

-İran İnkılâbı’ndan Sonra. 

-Rusya’da Vaziyet,

-Avrupa Mektupları.

-Salofki’deki Sürgünlerimiz Hakkında.

-Sovyetler Birliği’nin 11. Yıldönümü.

- Bir Türk Milliyetçisinin Stalin’le İhtilal Hâtıraları. 

Eserin 241-359. sayfalar arasındaki bölümde, Resulzâde’nin el yazısı ile hazırlanmış ve fakat yayınlanmamış 3 adet eseri yer alıyor:   

1-Azerbaycan Cumhuriyeti (1940’lı yılların sonları),

2-Azerbaycan’da Bolşevik İstilâsı Altında Millî Gelişme (1949), 

3-Azerbaycan’ın Târihî Gelişimi.

Üçüncü kitapta yer alan ‘Albaniya’ başlıklı bölümden bir paragraf: 

Bugünkü Azerbaycan Cumhuriyeti'nin topraklarını teşkil eden kuzey veya Kafkasya Azerbaycan’ına Romalılarla Yunanlılar Albaniya, Araplar da kısmen Arran, kısmen de Şirvan demişlerdir. Şeki de Albaniya'nın eski illerinden biri olmuş; bu havâliye bir zamanlar, Kirdman hâkimliği dahi denilmiştir.

Strabon ve 11. yüzyıl Yunan târihçisi Ptolemeus'un mâlûmatına dayanan B. Dorn, Albaniya'nın sınırlarını şu şekilde gösteriyor: ‘Kuzeyde o, (Albaniya) kendisini Sarmatiya'dan ayıran Keran sıra dağlarıyla güneyde Kür (Kura) nehrinin Aras kollarından biriyle kavuştuğu yerde Ermenistan'la, doğuda Terek nehrine dökülen Suanes nehrine kadar Hazar deniziyle çevrilmiştir.’

Şeki ile Şirvan ve kısmen Dağıstan'dan terekküp eden bu bölge, Arap târihçisi Yakut ve Ermeni Kagankatvatsı gibi doğu müellifleri tarafından Şirvan adı verilen toprakların hemen hepsini içine almaktadır.

Roma hâkimiyeti zamanında bu sınırlar içinde bulunan Albaniya önemli bir devletti; özel bir idâre düzenine ve gelişmiş ticarî münâsebâta mâlikti. İnce bir kültürden de mahrum değildi.

Albaniye devleti savaşçı birtakım kabilelerin birliğinden ibâretti. Başkenti Kabala şehriydi. Bu birlik MÖ 65. yılda güney Kafkasya'daki devletlere hücum eden Roma kumandanı Pompeus'a karşı 60.000 piyâde, 20.000 süvâriden mürekkep bir ordu çıkardı. Albaniyalılarla Romalılar arasında birkaç defa kanlı savaşlar oldu. Üstün silahlarla cihazlanmış devrin en iyi teşkil edilmiş ordusuna karşı yapılan bu mücadelede Albaniyalılar gösterdikleri bütün yiğitliklere rağmen, mağlup oldular. 

Albaniya ordusunun başında Oris adında bir komutan bulunuyordu. Albaniyalılar Romalılara karşı, o zamanki Ermenilerle İberiyalıların (Gürcülerin) müttefiki olarak savaşmaktaydılar. Albaniyalılar önce Ermenistan'ın başşehri Tigranakert'in müdafaasına iştirak etmiş fakat burası düştükten sonra Roma lejyonlarının hücumunu kendi topraklarında karşılamışlardır. Çarpışma Kür nehrinin yakınlarında vuku bulmuş ve Albaniyalıların yenilmesiyle bitmiştir. 

Pompeus, mağlupları haraca bağlayarak İberiya üzerine yürümüş fakat Albaniyalılar İberiyahlarla birleşerek yeniden savaşa girişmişlerdir. Pompeus ordusu tekrar Albaniya'ya doğru yönelmiş, şimdiki Samuh ile Kür nehirleri arasında bir yerde tekrar kanlı bir savaş olmuştur. Meydan her iki tarafın ölüleriyle dolmuştur. Geri çekilen Allbaniyalıların hareketlerini çetinleştirmek maksadı ile Romalılar ormanları yakmışlardır. Romalılar mağlupları tâ Hazar'a kadar kovalamak istemişlerse de anlaşılan Kür nehrinin aşağı kısmında hâlâ mukavemet eden kabileleri nazara alarak bundan vazgeçmişlerdir. Muzaffer Pompeus törenle  Roma’ya girdiğinde, zafer arabasının arkasında giden esirler arasında Albanyalılar da varmış. Bunların arasındaki kadınların bile savaştan çıktıkları, vücutlarındaki yara izlerinden belli oluyormuş. 

Bu mağlubiyetlerine rağmen Albaniya, Romaya tamamıyla tâbi ve teslim olmadı. Albanya hâkimiyeti MS 640’ta sona erdi.   

Azerbaycan’ın Târihî Gelişimi’ isimli kitap; Arap hâkimiyeti, Selçuklular Devri, Azerbaycan Atabekleri, Şirvanşahlar, Harezmler ve Moğollar, İlhanlılar Devri, Türkmen Sülâleleri ve Timur İstilâsı, Safevîler Devri, Türkiye, İran ve Rusya Mücâdelesi, Azerbaycan hanlıkları, Rusya’nın Hâkimiyeti, Millî Azerbaycan Cumhuriyeti ve Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ara başlıklarıyla devam edip Siyâsî Târih Kronolojisi ile sona erdikten sonra Azerbaycan’ın Etnografya Târihi ile devam ediyor. 

Bu bölümde Resulzâde ‘Kafkasyalı Albanlarla Balkanlı Albanlar arasında münâsebet arayan antropologlar var ise de bu tahmin ciddî bir esasa dayanmamaktadır’ notu ile mühim bir hususa işâret ediyor.* 

*Albanya krallığı, MÖ 4. veya 3. yüzyıldan MS 707 yılına kadar hüküm sürd. 26 ayrı lehçe ve şivesi bulunan dilleri hakkında yapılan incelemelerden kesin bir neticeye ulaşılamamıştır. Hıristiyan dinine mensup oldukları kilise kalıntılarından bilinmektedir. Halkı, Orta Asya’dan geç eden Türklerden ve Moğollar ile, Türk kökenli olan Kıpçaklardan oluşuyordu. İslâmiyet’in Kafkasya’ya ulaşmasından sonra hepsi Müslüman olmuş ve Türkleşmişlerdir. Albaniya toprakları günümüzde Azerbaycan, Rusya, Gürcüstan ve Ermenistan hâkimiyeti altındadır. Kafkasyalı Albanlar, Dağıstan bölgesinde yaşıyorlardı. Her iki grubun da, (iddiaların aksine), Arnavutlarla bağları yoktur. O. Ç.

***

Mehmet Emin Resulzâde / Seçme Eserler 2 isimli kitapta yine Resulzâde’nin el yazısıyla hazırlanmış ve yayımlanmamış makaleleri bulunuyor. 

Bu makalelerde ele alınan konulardan bâzılarının başlıkları:

-Azerbaycan’ın sömürülmesi. 1937 Katliamı  / Sovyet Rusya’da Türkçülük.

  -Tehcirler ve Sürgünler.

-Azerbaycan’da Rus Koloni Siyâseti.

-Azerbaycan edebiyatı.

- ‘Şehriyar’ın* Heyder Baba’ya Selâm’ Adlı Eseri Hakkında. 

*Şehriyar: Azerbaycan Türklerindendir. Tebriz’de 1905 veya 1908 yılında doğdu. Medresede Farsça, Arap dili ve edebiyatı okudu. Özel olarak Fransızca dersleri aldı. İlk şiir kitabı 1929’da yayınlandı. Kısa zamanda sâdece İran’da değil, çevre ülkelerde de şöhret sâhibi oldu. Şiirlerini Farsça yazıyordu. 1943 yılından sonra Azerbaycan Türkçesiyle yazdı. 1988’de Tahran’da vefat etti. ‘Heyder Baba’ya Selâm’ başlıklı şiirinde Şah rejiminin yok etmeye çalıştığı Azerbaycan Türklüğünün Türklük şuurunu inşa edip geliştirdi.  

Mehmet Emin Resulzâde / Seçme Eserler isimli eserin ikinci cildi,  ‘Notlar-Açıklamalar’ (s: 457-498) ve ‘Dizin / Şahıs, Kitap, Dergi ve Gazete İsimleri’ başlıklı bölümlerle bitiyor. (s: 499-516)

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.  İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50

Belgegeçer: 0.212-251 00 12

e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

S. H. Tağızâde: Hâdiselerle dolu Mehmet Emin Resulzâde Hakkında Tahran Basınında Çıkan Yazılar. Azerbaycan Dergisi, Mart 1954, S: 12 (36) s: 66-68) 

Lokarno Anlaşması:  Aralık 1925`de, Londra`da imzalanan ve Birinci Dünya Savaşı`nı sona erdiren antlaşmaların bir bölümüdür. 

Salofki: Rusya’nın kuzey batısında Beyaz Deniz’in güneybatı kısmında bulunan takımadalar üzerinde kurulmuş bir Ortodoks Manastırı. Sovyet döneminde, hayat ve çalışma şartları çok ağır bir esir kampı olarak kullanılmıştır. 

İstanbul’da yayınlanan Dünya Gazetesi’nde 1954 yılında tefrika edilen bu hâtıralar,  aynı isimle 2019 yılında Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 11 X 18 santim ölçülerinde 60 sayfalık kitapçık hâlinde yayımlandı.