EGE’NİN EFELERİ

Gürbüz Azak, 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 154 sayfalık eserinde; İstiklal Savaşı’na milis kuvvetleri olarak katılan efeleri anlatıyor. Kitapta; gerek vatan müdâfaasındaki kahramanlıkları, gerekse ahlâk âbidesi olarak mertlikleriyle, hizmet aşkları ile sayılan ve sevilen, kâmil insan karakterine sâhip örnek alınacak 7 kişinin hayat hikâyeleri var. Fevkalâde duygulu, nefes kesici heyecanlarla dolu bölümler okuyucuyu sayfalara, satırlara bağlıyor. Kahramanlarımız: Adnan Menderes, Demirci Mehmet, Çakıcı Mehmet, Gökçen Efe, Gümüş Diş, Emir Ayşe ve Yörük Ali’dir.  

Adnan Menderes, insanlarımızın büyük bir ekseriyeti olarak siyâset ve devlet adamı, başbakan olarak bilinir. Gürbüz Azak, mazlûm ve mağdur şehidimizin, toprak, vatan ve millet sevgisini, okuyanın yürek tellerini inleten duygularını ve hazin vedâsını, mermere yazar gibi, unutulması mümkün olmayacak bir ihtişamla okuyucuya aktarıyor. 

Yaşı, 70’ten az olanlar Adnan Menderes’in haşmetini ve dramını kitaplardan veya kendilerine anlatılanlardan öğrenmişlerdir. Yazılanların ve anlatılanların pek azı, Gürbüz Azak’ın kaleminden çıkanlar kadar yürektendir, tesirlidir.  Gürbüz Azak, kelimelerle âdetâ Menderes’i ete kemiğe büründürüyor, karşımıza oturtuyor ve konuşturuyor: 

“Ben Adnan Menderes!

Öksüz ve yetim büyüdüm. Babam beni doya doya sevemedi. Ben daha çok küçükken verem illetinden kurtulamadı. Hemen ardından annemi de aynı hastalıktan yitirdim. Kız kardeşim Melike’nin alın yazısı da aynıydı. 5-6 yaşında iken körpe vücudunu toprağa teslim ettik. ‘Baba’ diye koşacağım zaman babam yoktu. İleride belki dertlerimi, sızılarını paylaşacağım kız kardeşim pek küçükken göçtü. Çâresiz bir ana, bütün dallarımı koparır benim. Hemen tenha köşelere sığınır, orada bir başıma ağlar, ağlarım… 

Babam öldüğünde ağlayamadım. Annem öldüğünde de… Kardeşimin yokluğunu nice sonra fark etmişimdir. 

Ben Adnan Menderes…

Ben, insanları severdim.

İnsanların sevdiklerini, hem de yurdumu...   

Daha da sevmeğe artık zaman yok.

Dışarıya darağacı kurdular.  

Altı kişi yakınında durdular.  

Belli ki vakit tamam...

Şimdi bir daha anlıyorum:

Bu vatanı sevmek kolay değildir.

Ama bu toprağın sevenleri hep olacaktır... 

***

Harp ve Sulh’, ‘Anna Karenina’ ve ‘Diriliş’ gibi eserleri dünya kültürüne armağan eden Rus yazar Tolstoy (1828-1910) diyor ki: ‘Romanlarımı yazarken, kalemimi mürekkep kabına batırmak yerine, ruhumun karanlıklarına daldırır ve oradan aldığım duyguları kâğıda geçiririm.’ 

Günümüzde mürekkep hokkası yok, divit yok… Sessiz gariban klavyeler, gürültücü ve çığırtkan daktilo tuşlarını mahzenlere, tavan aralarına attı. Yazı âletleri değil, insanlar bile mekanik hâle geldi, makineleşti. Nâzım Hikmetov, ‘Trum trak, turum trak makinalşmak istiyorum’ demişti. O’na inat tsunami gücündeki duyguları yüreklerine sağmayan insanlarımız var. Duygularını, nerede nasıl çoğalttıkları, zenginleştirdikleri bilinemeyen Gürbüzler, Azaklar… beyin ve yürek sancılarını sayfalara, sayfalardan okuyucuya başarı ile aktarabiliyorlar. Ege’nin Efeleri,  böyle bir başarının bercestesidir. 

Siz hiç 5 metrekarelik hücrede, yıl uzunluğundaki günleri 30 santimetrekarelik demir parmaklıklı pencereden denizi ve gökyüzünü ve nâdiren de olsa pencere önünden geçen martıları seyretmekle teselli buldunuz ve bu teselliyle mutlu oldunuz mu? Sizi oraya tıkan kuvvetin pencerenin camını siyaha boyatmak suretiyle bu teselliyi de elinizden alma zulmetine mâruz kaldınız mı? 

Ve daha niceleri… 

Ölmeden ölüme mahkûm edilmiş, milletin sevgilisi bir başbakan… ve aynı milletten olmakla utanç… utanç ne demek, tiksinti duyulacak zâlim kumandan ve başsavcı bozuntuları… 

Gerçek güç sâhipleri, bulundukları makama güç verirler. Zâti güçleri Lût gölü, egoları Himalayalar seviyesinde olan zavallılar ise hasbelkader işgal ettikleri mevkilerden güç alırlar ve ancak Marpuis de Sade* taklitçisi olabilirler. 

Bayrak taşıyanların geriye bakmaya vakti olmuyor. 

Ve Adnan Menderes’in son dakikaları, son sözleri ve arşa yükselen asil duyguları… Kendi el yazısıyla Arap harfleriyle yazılmış vedâ mektubu:

Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idâre edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes, hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme karar-ı metanetle gittiğimi silâhların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?

Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücâdelesinde sizi ve efendilerinizi yine de 1950’de kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar tâkip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle berâberdir.’

Eserin diğer sayfalarında Adnan Menderes’le alakalı belge ve fotoğraflar, Ege’nin diğer efelerinin efsânevî hayatlarından destansı bölümler yer alıyor. 

………………………..

*Marpuis de Sade: 1740-1814 yılları arasında yaşamış Fransız yazar. Zamanının ahlâk anlayışına aykırı davranışları sebebiyle toplam 30 yıl hapiste yatı. Kitaplarını hapishânede yazdı. Kitaplarında insanoğlunun içindeki çarpık duyguları ve kötülüğü, fazilet ve iyilik duygularıyla çarpıştırdı. Yazdıklarıyla birçok filozof ve edebiyatçıyı etkiledi. O’nun başkalarına acı vermekten zevk alma duyguları, sonraki yıllarda Sade isminden hareket edilerek ‘sadizm’ olarak adlandırıldı.   

MİHRÂBAD YAYINLARI:  Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan Caddesi Nu: 8 Cağaloğlu, İstanbul.

Telefon: 0.212-514 28 28

Belgegeçer: 0.212-528 24 01 [email protected]  www.mihrabadyayinları.com  

GÜRBÜZ AZAK:

1938 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinde doğdu. İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden Yüksek Mimar olarak mezun oldu.  

Meslek olarak gazeteciliği ve yazarlığı seçti. 1961 yılında Hür Vatan gazetesinde ressam ve grafiker olarak çalışmaya başladı. Yeni İstanbul ve Bâbıâl’de Sabah gazetelerinde,  Büyük Doğu Dergisi’nde, Yeni Asya, Doğuş, Tercüman ve Türkiye gazetelerinde ressam, grafiker, köşe yazarı ve çeşitli kademelerde idâreci olarak çalıştı.  Yazı ve kitaplarında Gürbüz Azak, Nedim Gürbüz, Oğuz Akalan ve Alış imzalarını kullandı. 1969-1974 yılları arasında atölye kurarak serbest ressamlık yaptı. Birçok dergide yazdı. 

Çok yönlü sanatkârdır: Katikatür çizdi, roman, şiir, hikâyeler ve mizahî eserler yazdı, hazırladığı çizgi roman film olarak TGRT’de gösterildi. 

Pek çok armağana lâyık görüldü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ESKADER işbirliği ile adına saygı programları tertip edildi.

Yayınlanmış eserleri: Deneme: Dostlara Mektup (1977, Nedim Gürbüz adıyla), Sizi Biri Arıyor (1985), Atlar Hazır mı? (1990), Dünyayı Ölüler Yönetir (1997).

Araştırma-înceleme: Üç Bin Türk Motifi (Orta Asya’dan Avrupa İçlerine Motiflerimiz,1983), Hüzün ve Dehşet Târihi (2006), Osmanlıda Darbeler, İhanetler, İsyanlar (2017).

Mizah: Reis Ne Almış (Mizahî hikâyeler, N. Gürbüz adıyla, 1978), Kaybolan Kuyruk (1997).

Hâtıra: Güzel İnsanlar (1987), Meşhurları İlk Görüşüm (1997), Gazeteci Milleti (1997).

Roman: Tatar (2010), Meryem'in Atları (2012), Deli Yusuf (2017).

Biyografi: Ben Adnan Menderes (1997), Bir Ülkeye Resmi Sevdiren Deha: Çallı (2005).

Çocuk Kitabı: Nasrettin Hoca Serisi (Resimli 1983).

KUŞBAKIŞI

YOLUN BİTİĞİ YER: 

Dr. Sâlih Güngör’ün 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 80 sayfalık eseri, 2 perdelik bir tiyatro oyunudur. Yazar, madde bağımlısı bir genç kızın hayat hikâyesini, madde bağımlısı adaylarını geri adım atmaya yönlenmelerine vesile olacak tarzda işliyor. 

İlke Gülensu, anne ve babasının kim olduğu bilinmemektedir. Doğduğu gün annesi tarafından bir parka terk edilmiştir. Sabahın erken saatlerinde câmiye gitmekte olan bir imam tarafından bulunur. Câminin yakınındaki polis karakoluna teslim edilir. Ailesinin kimliğini uzun süre araştıran polis, netice alamayınca ‘İlke’ adını verdiği bu bebeği, çocuk yuvasına teslim eder. Daha sonra anne ve baba olarak tanıdığı bir âile (Bahar ve Bahadır Gülensu) tarafından çocuk yuvasından evlatlık olarak alınır.

İlke genç kızlığa adım attığı dönemde, anne ve baba olarak bildiği kişilerin kendisini evlât edindiğini bir tesâdüf neticesinde öğrenir. Anne ve baba bu gerçeği itiraf ederler. Çocukluğu ve genç kızlığı başarılarla dolu olan; annesi tarafından terk edilen ve evlâtlık olarak büyütülen biri olduğunu öğrenen İlke, kendisini önce gönül eğlendirici içkili partilere kaptırır. Ailesi tarafından terk edilmeyi bir türlü içine sindirememektedir. Geçmişteki başarılarından bile tatmin ve mesut olamaz. Kafasında hep kendisini terk eden ailesine duyduğu kin ve nefret vardır. Evlerinde büyüdüğü kişilerin sert davranışları karşısında kendisini bu dünyada yapayalnız hisseder ve uyuşturucuya başlar.

Kendisini polise teslim eden câmi imamını bulur. Ailesi hakkında bilgi almak ister ama hiçbir şey öğrenemez. İmamın kendisini ailesine yaklaştırabilecek tek kişi olduğunu düşünür ve devamlı ziyâretine giderek mânevî huzur bulur. Bir gün arkadaşlarının alay etmesi üzerine imamı ziyâret etmekten vazgeçer. 

Bir güzellik yarışmasında katılır ve birinci seçilir. Güzelliği ona bütün kapıları açarsa da saadete bir türlü ulaşamaz. Çocukluk arkadaşı Göksel’in ve kız arkadaşlarının bütün gayret ve çırpınmalarına rağmen kendisini uyuşturucu batağından kurtaramaz. Çocukluk aşkı ve arkadaşı olan Göksel uyuşturucu kullandığından dolayı ilke’yi terk eder. İlke uyuşturucu batağından kurtulmak istedikçe kötü çevresi ve kendisinden faydalanmak isteyenler daha çok batması için adetâ teşvik ederler. Battıkça bütün maddî varlığını, mânevi değerlerini ve her şeyini kaybeder. Artık yolun sonuna geldiğini görür. Arkasında bir gün üç-beş satırlık not bırakarak altın vuruşla dünyayı terk eder.

***

 ‘Yolun Bittiği Yer’, Kültür ve Millî Eğitim Bakanlıkları tarafından lise seviyesindeki okullara ve öğrencilere ücretsiz olarak dağıtılması, öğretmenleri nezâretinde öğrenciler tarafından sahneye konulması faydalı olacak bir eserdir. 

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul.

Telefon: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr 

50’Lİ – 60’LI – 70’Lİ – 80’Lİ YILLAR…

   

    

Derya Bengi’nin hazırladığı; ‘…’li Yıllarda Sazlı Cazlı Sözlük’ isimli serinin, şimdilik ilk dört cildi yayınlandı. Birincisi: ‘Şimdiki Zaman Beledir’, İkincisi: ‘Dünya Durmadan Dönüyor’, Üçüncüsü: ‘Görecek Günler Var Daha’, Dördüncüsü: ‘Yaprak Döken Bir Yanımız’ alt başlıklarını taşıyor. 

İte-kaka ve evire-çevire dövülerek magazin bağımlısı hâline getirilen insanlarımıza hitap eden kitaplarda; dönemin müzikleri üzerinden Türkiye’deki sosyal hayat ele alınıyor. Alakalı yıllara ait gazete, dergi, kitap, plak, televizyon yayınlarının rehberliğinde yüksek seviyede kültür bilgileri (?!) sunuluyor. 

Acısız Arabeskten Züğürt Ağa’ya, Ahmet Kaya’dan Müjde Ar’a, Madonna’dan Michael Jackson’a, Mazhar Fuat Özkan’dan Sezen Aksu’ya pek çok sanatkâr ve eserin yanı sıra; sosyal, kültür (?!) sâhâlarındaki gelişmeleri de okumak mümkün. Video ve wolkman çılgınlığı, nostalji salgını, break dance, heavy metal, ‘E.T.’, ‘The Wol’ ve ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ filmleri, ‘Firuze’, ‘Maskeli Balo ve ‘Mavi Mavi’ şarkıları, Kenan Evren, Turgut Özal, demokrasiye geçiş döneminin sancıları… hepsi magazin penceresinden sergileniyor. 

Kabak veya ayçiçeği çekirdeği ile iyi gidecek kitaplar… (Belki sakız leblebisi daha uygundur) Yalnızca magazin bağımlılarına… Hepsi iyi güzel de… ‘Kapkara Komik’ serisine yakışacak bu kitap (?!) ların ‘Kültür Sanat Yayıncılık’ adı altında yayınlanması ne hazin bir tecellidir… 

YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK: 

İstiklal Caddesi Nu: 161-161/A Beyoğlu 34433 İstanbul.

Telefon: 0.212-252 47 00 Belgegeçer: 0.212-293 07 23 www.ykykultur.com  e-posta: [email protected]  

KUMAN KIPÇAKLAR / Orta Çağ Doğu Avrupa’sının Güçlü Cengâverleri:

Târih ana bilim dalında doktora öğrencisi olan Asım Korkmaz, Doğu Avrupa Türk Târihi uzmanıdır. 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 190 + 12 sayfalık eserinde Kuman-Kıpçakları anlatıyor. 

Kuman-Kıpçaklar, Doğu Avrupa’da mühim bir mevkiye sâhip olmuş Türklerdir. 

Beşinci-Sekizinci yüzyıllar arasında Mançurya’nın kuzeyindeki Amur Nehri kıyılarında yaşıyorlardı. Moğol istilası sebebiyle kendilerinden önceki ve sonraki bütün Türkler gibi batıya yöneldiler. 1017 yılında harekete geçerek 1050’de Ural Dağlarını ve İdil Nehri’ni geçip Doğu Avrupa’ya geldiler. Hazar Denizi’nin kuzeyinden Balkanlar’a kadar olan sâhaya, Karadeniz’in kuzeyine, Rusya içerilerine kadar hâkim oldular. Kendilerinden önce gelen Hazar, Bulgar ve diğer Türk kavimlerini idâreleri altına aldılar. Gök Tanrı inancını benimsemişlerdi. Hâkimiyetine aldıkları Bulgar ve Hazar Türkleri kısmen Müslüman oldukları için, İslâmiyet ile temas ettiler, bir kısmı Müslüman oldu. Asıl kütle Gök Tanrı inancında kaldı. 1075’te Tuna’ya eriştiler. Bu bölgede Peçenek Türkleri, Bizans’ı büyük baskı altına almışlardı. Bizans, yeni gelen Kumanlar’a dört elle sarıldı. Kumanlar, 1091 Mayıs’ında Peçenekler’i Meriç kıyılarında yapılan meydan muharebesinde imha ettiler. Bütün kudretlerini kaybeden Peçenekler’in yerini Kumanlar aldı. Macaristan’a girdiler. Sonraki yıllarda Macaristan Kralı 5. İstvan, bir Kuman prensesi ile evlendi. Bu evlilikten sonra Kumanların Mâcaristan’daki itibarları arttı. 

Kuman beyi Könçek Han’ın Prens İgor ve birçok Rus prensini 1185 yılında yenip esîr almaları, Rus edebiyatının şâheseri ve Rus millî destanı olan Prens İgor Destanı’nın konusudur. Novgorod kinezi İgor’a Türkler çok iyi muamele ettiler. Rus mûsikîsinin şâheseri olan Prens İgor Operası’nın konusu budur. Bu operadaki Kuman Dansları, bütün Batı mûsikîsinin en tanınmış parçaları arasındadır.

Kuman-Kıpçaklar’dan pek çok Türkçe metin, zamanımıza ulaşmıştır. Bu lehçe ile yazılmış zengin bir Türk edebiyatı vardır. Kuman Türkçesi-Farsca-Latince sözlük, Türk dilinin hazînelerinden biridir. Kuman-Kıpçak lehçesi 11-14. asırlar arasında Doğu Avrupa’da, Urallar’la Macaristan arasında, 13-16. Asırlar arasında da Mısır’da konuşulan Türkçedir. Bu lehçeyi Araplar’a öğretmek için Arap müelliflerince birçok sözlük ve dilbilgisi kitabı yazılmıştır. 

Kuman Kıpçaklar göçebe bir toplumdu. Daha ziyâde hayvancılıkla geçiniyorlardı. Bu sebeple yerleşik düzene geçemediler, devlet kuramadılar. Çevrelerindeki Hıristiyanların kültürlerini benimsemeleri sebebiyle zaman içerisinde asimile oldular. Bir kısmı Mısır’a gitti. Mısır ordusunda önce asker, sonra kumandan daha sonra da devlete hükümdar oldular. Bir kısmı Suriye’ye gitti. Mısırda kalan son Kumanlar da Osmanlı Devleti’nin Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın adâletsiz yönetimi altında ezildiler, çevre ülkelere dağıldılar. 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

KISA KISA… / KISA KISA…

1-SİNEKLER DE UYUR: Serpil Tuncer / Okur Kitaplığı. 

2-KARA KUTU: Soner Yalçın / Kırmızı Kedi Yayınevi. 

3-TÜRKİYE’DE FAKİRLİK ÇALIŞMALARI: Lülüfer Körükmez / Yakın Kitabevi.

4-KARANLIKTAKİ UMUT: Rebecca Solnit-Şeyda Öztürk / Siren Yayınları. 

5-FÜTUHAT-I MEKKİYYE: İbn Arabî-Ekrem demirli / Litera Yayıncılık.