YALNIZ DEĞİLSİNİZ

32. Baskısı 2016 yılında yapılan ‘Yalnız Değilsiniz’ isimli roman 13,5 X 21 santim ölçülerinde ve 320 sayfadır. Üstat Üstün İnanç, hayattaki tek isteği ‘inandığı gibi yaşamak’ olan bir genç kızın; modern yaşayışı tercih eden annesi ve babasıyla, teyzesinin feminist kızı ile ve çevresindeki batıcılarla ayrıca Merhum Ergun Göze’nin ‘Bâb-ı Âdî’ olarak tavsif ettiği renkli basınla giriştiği ve sonunda galip geldiği zorlu mücâdelesini anlatıyor. Kitap, ‘sosyal içerikli’ sahtekârlığı ile piyasaya sürülen medyatik ve sosyetik yazar tâifesinin karşısına; aşılamaz, küçümsenemez ve reddedilemez bir tezle çıkıyor. Filme de çekilen eser, geniş bir seyirci kütlesine, baskı adedinden de anlaşıldığına göre hayli kalabalık bir okuyucuya ulaşmıştır. İnancına göre yaşamak isteyenlere, dâvâsını müdâfaa için kullanacakları muhkem bilgiler sunuyor. 

Sayfalarda, dokuzuncu ve onuncu asırlarda, İslâm âlimlerinin hükümdarlar huzurunda yaptıkları ‘cedel’ olarak anılan; ileri sürülen ilmî delillerle karşısındakini itiraz edemez, konuşamaz hâle getirmek maksadıyla yapılan tartışmaları hatırlatan sahneler var. Sinematografik ifâde ile romanın gerilimini doruklara çıkarıyor. Bunlardan birinde, ‘Çağların karanlığında hakkı yenmiş, horlanmış, kişiliği söndürülmüş, oyuncağa çevrilmiş kadının uyanış kavgasına giriştiğini’ anlatmak maksadıyla düzenlenen bir toplantı sahnesi vardır. Kürsüdeki feminizmin ilericisi, -entel tâbiriyle- ‘sahne almış’ (?!) döktürmektedir: ‘Din adına kafaları karartılmış, evlere tıkılmış, doğum makinesi hâline getirilmiş kadınların uyanış kavgasını veriyoruz. Başaracağız!’ Diyor. Yine entellere mahsus anlatımla, ‘alkış almıştır’ (?!)

Cevap vermek üzere Romanın başkahramanı Serpil’in can dostu Gülsen söz isteyinp kürsüye çıkar:

Hanımlar! Size desem ki dışarıda yağmur yağıyor. Yadırgamazsınız değil mi? Desem ki insanların birbirlerini sevip sayması gerekir. Karşı çıkmazsınız değil mi? Desem ki alkol zararlıdır, sigara kanser yapıyor veya en azından tiryakiler bronşit oluyor... Buna itirazınız olmaz değil mi?

Hanımlar! Desem ki dünya nükleer bir uçurumun kenarına doğru sürükleniyor! Bir itirazınız olur mu? Olmaz tabii… Çünkü bunlar, gözle görüp elle tutabileceğiniz kadar somut şeylerdir... Peki size desem ki biraz sonra kıyâmet kopacak!

İnanmazsınız. Ciddiye bile almazsınız beni! Çünkü kıyâmeti görmediniz. Târih kitapları da kıyametin koptuğu bir zamanı kaydetmiyorlar.

Ama hanımlar, kıyâmet bir gün mutlaka kopacak! Şöyle ya da böyle... Üstelik hepimiz için kıyâmet zâten var. Çünkü ölüyoruz. Ölümlü olarak programlanmışız. Ölünce ne olacağız söyler misiniz?

Bir ceset, öyle değil mi?

Yediğimiz, içtiğimiz, vurduğumuz, kırdığımız, güldüğümüz ağladığımız, sevdiğimiz, nefret ettiğimiz, ciddi bulduğumuz, alaya aldığımız hayat susacak. O susmadan önce hazırlıklı olsak, ebedî hayatın varlığını sunan dâvete kulak versek iyi olmaz mı?

Hanımlar! Uyuyan yalnız kadınlar değil, büyük çoğunluğu ile insanlardır. Birbirlerini yiyorlar neden? Birbirlerini aldatıyorlar neden?

Bir gün mutlaka öleceklerini göz ardı etmelerinden. Öldükten sonra bir hayatın var olduğuna içten inanmadıklarından.

Hanımlar! Kadının da erkeğin de kurtulacağı yol, iki hecelidir: İSLÂM.

Başka yol yoktur.

O yol, insanın mutlak gerçeği bulduğu yoldur. O yol, kadını da erkeği de ideal yerine oturtan tek yoldur.

Hani savaş sıralarında alarm verilir, hava saldırılarına karşı karartmalar yapılır, evlerde ışıklar hafifletilip pencereler kara perdelerle örtülür. İşte Müslümanlar her an buna benzer maddî ve mânevî bir saldırıyla karşı karşıyadır. Bu kürsüden kara çarşaf diye çatılan kıyafet, Müslüman’ın bu kara saldırılara karşı korunduğu bir örtüdür. Yaratan tarafından emredildiği için giyilir... Bu kürsüden çatılan örtü, kendilerini ÎSLÂM’a adamış kadınların onur bayrağıdır. Taşınacaktır. Çünkü gerçek anlamda uyanmış kadın, o örtülerin altındaki İSLÂM şuuru ile donatılmış olan kadındır!

Hanımlar! Öldükten sonra hesap vardır. Hiçbir yalanın, hiçbir aldatmacanın sökmeyeceği bir diriliş günü vardır. Kendi kendinizi aldatmayın! Buyrun İSLÂM’a! (s: 54-57)

………….

Serpil yalnız değildir! Gülsen de… Murtaza Amcaları vardır. Teselli eder:

Senin durumun bambaşka kızım. Patırtı da ondan kopuyor. Sen sosyete ailesine mensupsun. Örnek olmandan korkuyorlar. Bir kapıcının kızı olsaydın bu kadar tepki görmezdin… Ya sosyetede yaşayan arkadaşların merak edip senden Müslümanlığı öğrenirlerse… İşte korku buradan kaynaklanıyor… Maksat şudur: Müslümanlık folklorik bir özellikte kalsın da şuuruna varılmasın…’ Sonra da ikaz eder: ‘Dikkatli ol, başına başka işler de açmaya çalışabilirler…’ (s: 60)

Hem de ne işler açarlar… Serpil, inancı ile îman şuuru ile hepsinden başarıyla çıkar. Çünkü yalnız değildir…

Hâlik-i Zülcelâl’in ‘yaşama alanı’ olarak lûtfettiği hayat, aynı zamanda mücâdele alanıdır. Büyük cihada, büyük imtihana hazırlık sâhasıdır.

Bir başka cedel, Murtaza Amca ile Serpil’in teyzekızı feminist Füsun ile arasında yaşanır. Tartışmada sosyete kızı, din aleytarı cümleler sarfetmekten başka bir şey yapamazken, onun tezini çürütmeye çalışan Murtaza Bey, mikrofona geldiğinde ilmî bir konuşma yapar ve felsefe öğrencisi Füsun’a okkalı bir ders verir. (s: 235)   

Nefret, tuzlu su gibidir. İçtikçe insanı susatır. İnsanoğlu maddeye hâkim olarak mes’ut olabilecekken, kendisini maddeye mahkûm kılarak bedbaht oldu. Aya gitti, mehtabı kaybetti. Hayatını nurlandırabilecekken, elektrik ışığında karanlıklara gömüldü.’ (s: 288)

Aforizma’ denilecek seçme cümleler, bir demir leblebidir ki, ne yenir ne yutulur. Çiğneyebilene aşk olsun!

Takva elbisesiyle bütünleşmiş tesettür, yalnızca iffetli insanlardan oluşan bir toplum inşa etmekle kalmaz. Küfür sâhasına geçiş çizgisini aşmak için adımını atmak üzere ayağını kaldırmış insanları da kurtarır. (s: 289)

Oturması, kalkması, yürümesi ve konuşması, mistik sohbeti, kuşatıcı bir edep içerisinde olan iyi insanlar… sâlihler ve sâlihalar… kimseyi yalnız bırakmamak için çırpınırlarken; yogadan, meditasyondan, işretten, şöhretten, şehvetten ve servetten kâm olmaya çalışan bunca insanın bulunması ne hazin tecellidir?

Onlar hiç akletmiyorlar, akıllarını kullanmıyorlar… üstelik okumuyorlar da… Çünkü ‘Oku’ emrini bilmiyorlar. Bilseler okuyacaklar, okusalar bilecekler…

MİHRÂBAD YAYINLARI:

Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan Caddesi Nu: 8 Cağaloğlu, İstanbul.

Telefon: 0.212-514 28 28

Belgegeçer: 0.212-528 24 01 [email protected]  www.mihrabatyayinları.com

ÜSTÜN İNANÇ:

     Romancı, gazeteci, yazar, senarist, aktör. 6 Ocak 1937 tarihinde İstanbul’da doğdu. Temel eğitimini Nâhiye Müdürü olan babası Hasan Fehmi Bey’in görevi dolayısıyla bulunduğu İzmir’in Kirazlı ilçesinde tamamladı. Daha sonra İstanbul’a geldi. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra girdiği Basın Yayın ve Gazetecilik Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. İlk yazıları Yelken, Durum, Sanatkâr ve Büyük Doğu dergilerinde yayımlandı. 1956 yılında Tercüman gazetesinde stajyer muhabir olarak çalışmaya başladı. Bâb-ı Âli’de Sabah, Bugün, Hergün, Son Havadis, Tercüman, Zaman ve Yeni İstanbul gazetelerinde çalıştı. Bâb-ı Âli’de Sabah gazetesi ile diğer birçok gazetede üst düzey yöneticilik yaptı ve fıkra muharriri olarak okuyucularına hitap etti. Çağrı Reklam Ajansı’nı kurdu ve Genel Müdürü oldu.

     Üstün İnanç tiyatro ve sinema eserlerine de yöneldi. Sinema dünyasına yönetmen Erdoğan Tokatlı ile başladı. Asistanlığını yaptı ve Son Kuşlar filminin senaryo grubunda yer aldı. Necip Fazıl Kısakürek’in eseri Sultan Abdülhamid Han’a prolog yazdı.

     İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gösteri Sanatları Merkezi kuruculuğunu ve müdürlüğü, İstanbul Şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu üyeliği yaptı.

     Yayınlanmış eserlerinden bâzıları:

     *İnsanlar Böyledir (1988), *Bir Kimlik Lütfen (1994), *Yazıklar Çıkmazı (1994), *Ayıp Uşakları (1996), *Makedonya Gamzesi (2004), *Yağmur Kanla Başladı (2014).

     Tiyatro eserleri: *Cancağızım (Ömer Seyfeddin’in Hayatı), *Alışırsan Hileye Ters Binersin Eşeğe, *İbrahim Müteferrika, *İktisap Ağası, *Kurt Kapanı, *İlk Kurşun ve diğerleri. 

GÜZ GÜLLERİ

Şâir ve yazar İlhan Eser kitabını, Selim Öztaş’ın sözlerini yazıp bestelediği şarkıdan ilham alarak isimlendirmiş: ‘Güz gülleri’… Devamı: ‘…Hiç bahar yaşamadım…’

İlhan Esen ağlamıyor. Sâdece hüzünlüdür.

Çünkü ‘Can bildiği arkadaşları, kardeşleri, kahpe pusularda can vermiştir.’

On binlerce vatan sevdalısı, zindanlara atılmış, çile doldurmuştur.’

Ortalık durulduğu, zindanlardan kurtuldukları zaman ise artık ömrün baharı, yazı bitmiş, güzü başlamıştı. Çoğu bir köşede unutuldu, yuva kuramadılar. ‘Dost’ kalabalıklar içinde, en berbat yalnızlığı yaşadılar. Hiç şikâyet etmediler, hep şükrettiler.’

Çünkü onlar biliyorlardı: Şikâyetler mihneti, şükürler nimeti artırır.

Kutlu bir dâvâya, hiç karşılık beklemeden ömrünü fedâ eden ‘çeriler’ olabilmenin mânevî zenginliği onlara yetmişti. Onlar çilelerinden haz duyan ülkücülerdi.

İlhan Esen; şâir ruhlu, gani gönüllü, çelik yürekli bir kalem erbabı, bir gönül adamı, bir gönül dostu…

44 adet şiir, 4 adet makaleden oluşan kitabını, baharlarını, yazlarını aziz milletimiz için fedâ eden, ömürlerince güz ve kış mevsimini yaşayan yiğit güz güllerine ithaf ediyor.

‘DUAMDIR’ başlıklı şiirden tadımlık iki kıt’a:

Attıkça esir, topraklara tan,

Türkün yüreğine, dikendir batan

Birleşsin bölünen, mübârek vatan

Ağdamı Bakü’ye, buldur Yarabbi…

İnsanlar hür doğar, esir olmasın,

Hiçbir millet artık esir olmasın.

Gelecek nesiller zulüm bilmesin

Sen ‘ol’ dersen olur, oldur Yarabbi.

13,5 X 21 santim ölçülerindeki 160 sayfalık kitap Ekim 2019’da yayımlandı.

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: 

Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul.

Telefon: 0.212-527 33 65                                                     

Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr  

TAHSİN PAŞA'NIN YILDIZ HÂTIRALARI / SULTAN ABDÜLHAMİD

Osmanlı Devleti’nde en çok münâkaşa edilmiş kişilerin başında Sultan İkinci Abdülhâmid Han vardır. Münâkaşalar hâlâ devam etmektedir. Kimine göre ‘Kızıl Sultan’dır, kimine göre ‘Gök Sultan’.  İki isimlendirme de hakîkatleri yansıtmaz. Tahta oturduğu zaman etrafında, kendisinin yaşından daha fazla devlet tecrübesi olan kimi İngiliz, kimi Fransız veya Alman dostu olan, o devletleri, geleceğinin teminatı olarak gören kurt politikacılar vardı. Onların yönlendirmesi ile bâzı hatâlar yapmış olabilir. Fakat hiçbir zaman hiçbir değeri ve düşünceyi devletinin ve milletinin menfaatlerinin önüne koymadı. Hâinlerin bol olduğu dönemlerde bile hiçbir idam fermanına imza atmadı. Kimilerinin hayran olduğu Mithad Paşa’nın katlinde en ufak bir dahli yoktur. Mithad Paşa, vasıflarıyla ve hizmetleriyle elbette mühim bir şahsiyettir. Fakat Sultan’ın önünde ve üzerinde olamaz. Sıradan hatâ ve noksanlıkları sebebiyle değil, ihânetleri sebebiyle… O ayrı bir konudur… Sultan Abdülaziz Han’ın katlindeki rolü unutulmamalı.

İttihatçılar,  33 yıl hükümdarlık yapan Sultan’ı, ‘biz senden daha iyi idâre ederiz’ iddiâsıyla 1908'de tahttan indirdiler. 1919'da yâni 10 sene sonra ise Yunanlılar İzmir'i işgal etti. 11 sene önce 1897’de Osmanlı Ordusu, Yunan ordusunu perişan etmişti. Ordumuz, Selânik kapısından geri döndü. Sultan ile Terakkicilerin mukayesesi meyânında başka bir karşılaştırmaya gerek yoktur. Aklı olan için…

Hasan Tahsin Paşa, Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın Mabeyn-i Hümâyun Başkâtibi’*dir. Özel ifâdesiyle ‘sırdaşı’dır. 1859’da İstanbul’da doğdu. 1894-1908 yılları arasında Sultan’ın emrinde oldu. Sâdık ve çalışkan bir insandı. 1908’de İttihatçılar tarafından Sakız Adası’na sürgün edildi. 2 yıl sonra affedildi ise de kendisine devlette vazife verilmedi veya kendisi kabul etmedi. Cumhuriyet döneminde Tekel Tütün Deposu’nda kâtip olarak çalıştı. 1930 yılında İstanbul’da vefat etti.

Saraydaki görevi sırasında yaşadıklarını anlatan kitaplar yazdı. Sarayın içyüzünü öğrenmek isteyenler için birinci elden sunulan güvenilir kaynaklardır.

*Osmanlı sarayında padişahın özel kalem müdürlüğü işlevini gören kurumdur. Bu dairede yazı işlerini yürütmekle görevli olan kişilere Mabeyin Kâtibi, bunların başındaki kişiye ise Mabeyin Başkâtibi denirdi.

BOĞAZİÇİ YAYINLARI:

Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76

Belgegeçer: 0.212-526 09 77

ww.bogaziciyayinlari.com.tr 

e-posta: [email protected]

[email protected]

DİPLOMASİ VE SAVAŞ / BATI ANADOLU’DA YUNAN İŞGALİ 1919-1922

Siyâsî târih doçenti İsmail Ediz, 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusunun İzmir’i işgal etmesiyle başlayan işgal sürecini mercek altına alıyor.                         

*Yunan işgaline yönelik karar nasıl ortaya çıktı?

*Milletlerarası aktörler işgalleri nasıl etkiledi?

*İşgalin, İngiltere’nin bölgedeki stratejisi açısından önemi neydi?

*İzmir ile başlayan işgaller Anadolu’ya nasıl yayıldı?

*İşgal süreci hangi şartlarda devam etti?

*Diplomatik müzâkereler sürece nasıl tesir etti?

*Aktörlerin iç politikasında yaşanan gelişmeler işgalleri nasıl etkiledi?

*İşgal döneminde bölgede kurulan Yunan yönetimi nasıl bir politika tâkip etti?

Yazar, Eylül 2019’da okuyucuya sunulan 13,5 X 21 santim ölçülerindeki, 392 sayfalık eserinde bu soruları cevaplandırıyor.

Sonuç’ bölümünde; yönetim konusunda son derece tecrübesiz olan Yunanistan’ın bölgedeki mevcut yapısıyla idârî olarak devamlılığı tesis edemeyecek durumda olduğu, sürekliliği sağlayacak iktisâdî güçten mahrum bulunduğu belirtiliyor. Bu bilgilerin, mütâreke sonrasında bölgede görev yapan İngiliz yetkililerin üst makamlara gönderdiği raporlarda yer almıştır. Raporlarda ayrıca, Yunanistan’ın, önceden İtilaf Devletleri tarafından tespit edilen sınırların dışına taştığı ihbar ediliyor. Özellikle de İtalya-Yunanistan ihtilafına dikkat çekiliyor. Bir başka dikkat çeken husus, Fransa’nın da işgale karşı çıkanlar safında yer almasıyla sürecin seyrinde önemli değişikliklerin yaşanmasıdır.

Resmî târih kitaplarımızda yer almayan daha başka hakîkatler de ‘Diplomasi ve Savaş’ isimli eserde yer alıyor.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş.

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50

Belgegeçer: 0.212-251 00 12

e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr 

***

KISA KISA… / KISA KISA…

1- GEL EN SEVGİLİ: Cemâlettin Lâtiç / Okur kitaplığı.

2- KÜLLER VE KIZIL: Pyun Hye Young – Tayfun Kartav / Doğan Kitap.

3- TÜRKİYE’DE ÇAĞDAŞ SANAT KOLEKSİYONCULUĞU: Ebru Nâlan Sülün / Hayalperest Yayınları.

4- AİDİYET: Hande Şarman / İthaki Yayınları.

5- MUTLU İKEN ZAMAN HIZLI AKAR: Pınar Maro / Artemis Yayınları.

***

DERKENAR

OSMANLI DEVLETİNDE PAŞALAR

Osmanlı Devletinde ‘paşa’; hem rütbe, hem de statü ifâde eden bir kelime olarak kullanılırdı. Seyfiyye (askerî), ilmiye ve mülkiye olarak da sınıflandırılabilir. Askerî paşalığa terfiler yoluyla erişilirdi. İlmiye ve mülkiye sınıfında ‘paşa’ unvanı, ilim adamlarının, vâli, vezir ve sadrâzam gibi mülkiye sınıfından olanların statülerini ifâde ederdi.