Bin Yılın Göçü GAZİLER ÇAĞI

Hasan Erimez’in; ‘Bin Yılın Göçü’ serisinin ikinci kitabı olan ‘Gaziler Çağı’, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 282 sayfa olarak Aralık 2018’de yayımlandı. 

Oğuzların Orta Asya’da başlayıp Anadolu kapılarına kadar uzandıkları büyük göçü, akıcı ve merak uyandırıcı bir üslûpla anlatıyor. Oğuzların ‘Kutlu Devleti’ asırlar sonra nasıl kuruldu? Kayıları ve bütün Oğuz Boylarını Anadolu’ya çeken mukaddes ülkü neydi? Târihi değiştiren 26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşı nasıl cereyan etti ve Sultan Alparslan, Anadolu’nun fetih kapılarını nasıl açtı? İlk akıncı gaziler, Anadolu’yu nasıl fethettiler? Kılıç Arslan ve Türk gazileri, Haçlı ordularını Anadolu’da nasıl dağıttılar? Ertuğrul Gazi, Oğuzların asırlardan beri izini tâkip ettiği Mukaddes Taşı nerede buldu? Ve O’nun cihana hükmedecek bin yıllık ülküsü neydi? 

Hasan Erimez, bu romanda târihi değiştiren hâdiselerle berâber Oğuzların binlerce yıllık maddî ve mânevî birikimlerini harmanlıyor ve okuyucuları asırların içinden su gibi akacak unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor. 

Romanın başlangıcından tadımlık bir bölüm: 

‘Diz dizleyene, yol gözleyene! Arı suya adak okuyana, kaba kayın ağacına ak çaput bağlayana! Pürçeğinden parmaklık vermiş adaklı kız oğullara, döşeği soğumuş hâtunlara, alp oğullu atalara, avrat analara! 

Yücelende yağız yerden göğüslü, geçitleri kızıl evran ağızlı dağlardan aşanlar geldi! Irayanda ayna gibi ırmaklardan taşanlar geldi. Bire 'Birdir' deyip hor bakmadı, bine 'Bindir' deyip korkmadı. Kara tozlu gen yaylara akça kayın oklar koşuldu. Kınlı yatan kara pusat çekildi. Beğ verdi, yiğit vurdu; kâfir Rum ilinde kızıl kan döküldü. Tam takır giden yüklü geldi. Hey erenler, hey avratlar! Eşikten sağ adımla çıkagelin! Yiğit Tanrı'ya el açıp, Mehemmed Yalavaç Baba'ya kırk salavat verin! Çağrı Beğ ile Rum akınına giden bahadırlar geri döndü!’

Ulaklar ve gözcüler ve bilenler ve işitenler, obalarda böylece el çırpa çırpa, yumruklarını göğüslerine vura vura çığırarak yıllar evvel Çağrı Beğ ile beraber Rum gazâsına giden alpların döndüklerini duyurdular. Çağrı Beğ ve alpları, yıllar evvel Rum'a giderken Arslan Gazi’nin Horasan geçidindeki pususundan su gibi akarak ve yel gibi eserek geçmiş; yıllar sonra dönerken de Arslan Cazib gene pusulanmış fakat Çağrı Beğ ve alpları bu kez de tüccar kılığına girerek pusuyu atlatmış ve yurtlarına dönmüşlerdi.

Çağrı Beğ ve alpları gittiğinden beri sessiz bekleyişte olan obalar, aldıkları müjdeli haberle bir anda kaşı karağı açılan insan misâli ölü toprağından sıyrılıp cana geldiler. Alp gönderen obalarda hummalı bir hazırlık baş gösterdi. Beğler, ‘Böylesi ırak ilin gazâsından dönen alplar şerefine toy versek gerekir.’ deyip kendi sürülerinden iri boynuzlu, dağ besili koçlar kırdırıp kımız ve kırman döktürdüler. 

Bizde târihî roman yazıcılığı klasik roman yazıcılığından bir müddet sonra ve tercüme romanlarla başlamıştır. Leon Cahun’un (1841-1900) Gökbayrak isimli romanı (1876), Necip Âsım Yazıksız tarafından tercüme edilip 1933 yılında yayımlandı. 

Hatırlanan diğer târihî romancılar ve kitapları şöylece sıralanabilir: Safiye Erol’un (1902-1964) Ciğerdelen’i 1946’da; Nihal Atsız’ın (1905-1975) Bozkurtların Ölümü (1946), Bozkurtlar Diriliyor (1949) yılında; Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun (1906-1966) târihî romanları 1923-1966 yılları arasında; Kemal Tâhir’in (1910-1973) Devlet Ana’sı 1956’da; Feridun Fâzıl Tülbentçi’nin (1912-1982) târihî romanları 1947-1964 yılları arasında; Târık Buğra’nın (1918-1994) Osmancık’ı 1985; Bekir Büyükarkın’ın romanları (1921-1998) 1980’li yıllarda; Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun (1932-1989) Kilit, Kapı, Çatı … serisi 1971-1989 yılları arasında; Niyazi Birinci’nin (1945-) Yavuz Bahadıroğlu müstear adıyla yazdığı târihi romanlar 1980 yılından sonra yayınlandı. 

Bir de târihî olayları fon olarak kullanıp aşk, mâcerâ ve entrika dolu piyasa romanları vardır ki onları ciddiye alamayız. 

Hasan Erimez, kendisine has câzip üslûbu, târih o dönemine ait konuşma tarzını başarıyla uygulaması sebebiyle, kısırlaşan târih yazarlığı sahâsındaki boşluğu doldurmaya aday görünüyor. 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.                                                                                                                                                    İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50                                                  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

HASAN ERİMEZ:

1989 yılında Adana’da doğdu.  Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Yazı hayatına çeşitli dergilerde yayımlanan şiir ve makaleleriyle başladı. Hâlen bir film şirketi bünyesinde iş hayatına devam eden yazar, ‘Diriliş Ertuğrul’ dizisinin senaryo asistanlığını yaptı. ‘Demir Dağın Kurtları’ isimli romanı 2015 yılında, ‘Kutlu Kağanlık’ 2016 ve ‘Bin Yılın Göçü Alpler Çağı’ isimli romanı 2017 yılında Ötüken Neşriyat tarafından yayınlandı.  

   

DERKENAR:

‘Kİ’  NEREDE (ne zaman) AYRI, NEREDE (ne zaman) BİTİŞİK YAZILIR?

OĞUZ ÇETİNOĞLU

‘Benim ki nezaket ziyareti olacak.’

(Hiç değilse) kendi çevresinde tanınmış bir şâir ve yazar olan zat, çok iddialı ve lüks baskılı bir edebiyat dergisindeki yazısında böyle yazmış. 

Yazar bilmiyormuş. Olur ya…

Derginin Genel Yayın yönetmeni ve aynı zamanda başyazarı olan zat da mı biliyor?

Yazı İşleri Müdürü?

5 kişilik Yayın Kurulu?

Ve de ‘Tashih’ işleriyle vazifeli iki kişi?

Onlar da mı bilmiyor?

Vah vah…

Ve de hayret ki ne hayret…

Türkçe bilmeyen bu kadar kişi nereden ve nasıl birbirini bulmuş da bir edebiyat dergisinin yönetim kadrosunda bir araya gelmiş? 

***

‘Ki’ iki şekilde kullanılır: 1-‘Ek/takı’ olarak, 2-‘edat/bağlaç’ olarak…

1-Ek olan ki, kelimelere bitişik yazılır. Bunlar, sonu ‘ki’ ile biten kelimelerdir: 

arkadaki, ayağındaki, belki, benimki, çantadaki,  deminki, halbuki,  merdivendeki, okuldaki, öteki, sanki, sıradaki, şehirdeki, teldeki, uzaktaki, vekâletnâmedeki, yazıdaki,  zâlimdeki…

2-Edat olan ‘ki’ler ayrı yazılır. Bunlar, iki cümleyi veya bir cümledeki iki bölümü birbirine bağlar. Bu sebeple ‘bağlaç’ olarak anılır. 

Al ki, bil ki, çek ki, de ki, diyelim ki, gel ki, gül ki, kaldı ki, öyle ki, şöyle ki,  temizle ki, vur ki, zannetme ki…

Misaller: ‘Bir tâne daha al ki, eşit olarak paylaşmış olalım.’ ‘Şunu bil ki, seni asla yalnız bırakmam.’ ‘Kapıyı çek ki, soğuk gelmesin.’ ‘Gül ki gönlüme neş’en dolsun.’ ‘Zannetme ki seni unuttum.’

‘Ki’ edatı, Selçuklular döneminde Farsçadan Türkçeye girmiş ve dilimize, iki cümlenin veya bir cümlenin iki bölümünü birleştirme sistemini kazandırmıştır. 

Edat olan ‘ki’ ayrı yazılır.  Kendisinden önce gelen kelimeyi, kendisinden sonra gelen kelimeye bağlıyorsa edattır. ‘Ki’den sonra gelen kelime, kendisinden önce gelen kelimenin açıklaması ve neticesi mâhiyetindedir. 

Türk dil bilgisi kaidelerini iyice öğren ki mahcup olmayasın.’ Cümlesinde ‘ki’ edattır. 

Öğretmen, öğrencilerine demiştir ki, Türk dil bilgisi kaidelerini bilmezseniz, Türkçe dersinden ikmale kalırsınız!’ Bu cümledeki ‘ki’ de edattır. 

Bitişik yazılan ‘ki’ ekinin sonuna, çoğul eki olan ‘ler’ ve ‘lar’ ekleri getirilebilir. ‘Arkadaki daha güzel. / Arkadekiler daha güzel.’ Cümlenin mânâsı bozulmadı. 

Ayrı yazılan ‘ki’ edatının sonuna ‘ler’ veya ‘lar’ çoğul eki getirilirse cümlenin mânâsı bozulur. ‘Duydum kiler unutmuşsun…’ Cümlenin mânâsı bozuldu. 

Bitişik yazılan ‘ki’ler kaldırılırsa cümlenin mânâsı bozulur. ‘Sendeki akıl bende olsa.’ / Sende akıl bende olsa…’

Ayrı yazılan ve edat olan ‘ki’ kaldırılırsa ve yerine ‘,’ (virgül) konulursa mânâ bozulmaz. ‘Duydum ki unutmuşsun. / Duydum, unutmuşsun.’

Unutulmamalı: Türkçe hassasiyet ister, saygı bekler. Türkçemizi kurtaracak olanlar, Türkçe hassasiyeti olanlardır. Dilimizi kaybedersek, candan aziz vatanımız dâhil, kaybedilecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir. 

     

KUŞBAKIŞI:

YABANCI DEVLETLERİN TÜRKİYE’Yİ PARÇALAMA PLÂNLARI:

Emekli Kurmay Albay, Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu’nun 16 X 23,5 santim ölçülerindeki 406 sayfalık eseri, Nisan 2019’da yayınlandı. 

Osmanlı Devleti’ni parçalayarak Türkleri târih sahnesinden silmek isteyen ülkeler, târihin her döneminde bu parçalanmadan pay almayı hayal eden etnik grupları bağımsızlık vaadiyle isyana teşvik ederek, Osmanlı Devleti’nden alacakları paylar üzerinde bağımsız devletler kurmalarını desteklemişlerdir.

Elbette bu düşüncenin geri plânında, bir müddet sonra bağımsızlık verdikleri devleti boğup yok etmek, gasp edilen toprakların ‘tam ve mutlak sâhibi olmak’ emeli vardır. 


Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına paralel olarak yabancı devletler tarafından kışkırtılan Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar kısa vâdede otonomi, uzun vâdede de bağımsızlıklarını kazanmış ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde sıra Filistin ve Anadolu topraklarının bölüşülmesine gelmiştir. 


Bu tehlikeyi sezen Osmanlı Yönetimi, parçalanmayı öteleyebilmek için önce İtilaf Devletlerine başvurmuş, ancak Osmanlı Devleti’ni parçalamayı kafasına koyan İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti ile ittifak yapmayı reddetmesi sonucunda Osmanlı Devleti Almanya ile ittifak yapmak mecbûriyetinde kalmıştır.


Osmanlı Devleti’nin sözde müttefiki olan Almanlar ise Birinci Dünya Harbi sonlarında Kafkaslarda Türklerle Ermeniler arasında cereyan eden savaşta müttefiki olduğu Osmanlı Devleti yerine Ermenilere destek vermiştir. 


Dr. Taşcıoğlu eserinde; yabancı devletlerin 16. asırdan başlayarak Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı nasıl örgütlediklerini ve kışkırttıklarını belgeleriyle ortaya koymuş, Ermenilerin soykırım iddiasında bulunduğu yıllarda yaşanan olaylar ile Anadolu’dan topraklarını bırakarak göç etmek mecbûriyetinde bırakılan Türklerin dramı mukayeseli olarak incelenmiş ve özellikle son yıllarda yabancı parlamentoların aldıkları soykırım kararlarının târihe, gerçeklere ve milletlerarası hukuka aykırılığı delilleriyle sunulmuştur. 

Daha önce Türk Ermeni İlişkilerinde Târihî, Siyâsî ve Hukukî Gerçekler ve ABD’nin Küreselleştirme Politikaları / Ortadoğu’da Türkiye’ye Biçilen Rol isimli kitapları yayınlanan Dr. Taşcıoğlu bu eserinde, yeni yetişen Türk neslinin ileride başına dert açacak bir konuda gerçekleri ortaya koyabilmeleri için ihtiyaç duydukları bilgileri sunmaktadır. 

NOBEL AKADEMİK YAYINCILIK EĞİTİM DANIŞMANLIK TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ: 

Mithatpaşa Caddesi Nu: 74/4 Kızılay Ankara.

Telefon: 0.312-418 20 10

Belgegeçer: 0.312-418 30 20

e-posta: [email protected]   www.nobelyayin.com 

MODERN ÇAĞIN SONU:

Macar asıllı Amerikalı tarihçi John Lukacs, 13,5 X 21 santim ölçülerinde 208 sayfa hacimli eserinde; ‘İnsan beyninin işleyişinin fizik kanunlarına uymadığını ’ yazıyor. Yazdıklarını bir misalle şöyle açıklıyor:  ‘Güçlü bir vücuda sâhip birisiyle güreşmekten, zayıf birisiyle güreşmek daha kolay iken, zayıf bir akılla güreşmek, güçlü bir akılla güreşmekten çok daha zordur.’

Devam ediyor: 

‘Târihte Altın Çağ hiç olmamıştır. Bugün de yoktur. Etrafımızda gördüğümüz Modern Çağ’ın sona yaklaştığını gösteren deliller, bu çağın herhangi bir döneminde herhangi bir ‘ideal dönem’ olduğu mânâsına gelmez. Belki ideal dönem hayatın, sanatın ve düşüncenin sâdece bazı alanlarında yaşandı. Diğer alanlarda kesinlikle görülmedi. Evet, Rembrandt, Bach, Montesquieu veya Washington’la karşılaşmak ve hatta Yedinci Edward döneminde yaşamak hoş olabilirdi. Ancak yalnızca elimizde yeterli parayla ve en azından mükemmele yakın bir sağlığa sahip olmamız kaydıyla…

Bu şahsiyetler ve güzel anlar, o zaman var olan acı ve huzursuzluk, hastalık ve diğer az konuşulan ama kesinlikle yaygın olan hayâl kırıklıkları arasında göz boyayan güzelliklerden ibâretti.’

JOHN LUKACS: Târihe bakışı ile büyük alâka çeken yazar, Chestnut Hill College’da 1947-1994 yılları arasında dersler verdi. Aynı zamanda John Hopkins, Columbia, Princeton gibi önemli üniversitelerde misafir öğretim üyesi olarak görüşlerini aktardı. 

Yazar Five Days in London, Second World War gibi artık temel târih kitabı sayılan eserler kaleme aldı. Yazdığı kitapların sayısı 20’ye yakındır. 

KETEBE YAYINLARI:

Maltepe Mahallesi, Fetih Caddesi Nu: 6/2 Topkapı, İstanbul.

Telefon: 0.212-612 29 30

e-posta: [email protected]  //  www.ketebe.com  

ALPAGUT:   

Alpagut kelimesinin târihteki ilk Türk Devleti olan Hunlardan beri kullanıldığı tespit edilmiştir. Uygurlarda ‘Savaşçı / Muharip’ mânâsında kullanılan bir kelime idi. Hunlarda ise ordu komutanlarından günümüzdeki ‘Binbaşı’ rütbesine denk gelen bir unvan olarak kullanılıyordu. Kaşgarlı Mahmut Dîvânü Lûgati’t-Türk’te  bu kelimenin ‘Düşmana tek başına saldıran’ mânâsına geldiğini belirtmektedir.

Alpagut Türkmenleri, nam salmış bir boy olarak Karakoyunlu Devleti içerisinde karşımıza çıkmaktadır. Karakoyunlu Devleti 1365-1469 yılları arasında, Güneydoğu Anadolu ve İran topraklarının Tebriz dâhil olmak üzere bir kısmında hüküm sürdü. Timur’a karşı Osmanlı Devleti’ni destekledi. Akkoyunlular tarafından târih sahnesinden silindi. Alpagut Türklerinin asıl yerleşim bölgesi, günümüzdeki Bakü ve Tebriz Azerbaycan topraklarıdır. Türkiye’de ‘Alpagut’ isimli 17 adet köy vardır. 

Hakan Haslaman’ın 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 256 sayfalık romanında, Alpagut Türklerinin efsâneleşmiş kahramanlıklarını, Orta Asya Türklerinin kullandığı kelimelerle (?!) mâcerâ romanı heyecanı ile anlatılıyor. 

PANAMA YAYINCILIK: Yüksel Caddesi Nu: 7-A/7 Kızılay Ankara.

Telefon ve Belgegeçer: 0.312-432 14 80

e-posta: [email protected] internet: www.panamayayincilik.com 

KISA KISA / KISA KISA…

1- MİZAHIN İZAHI: Mehmet Nuri Yardım / Çağrı Yayınları.

2- GÜNEŞ ÜLKESİ / Türklüğün Yeni Dünya Düzeni: (3. Baskı) Arslan Bulut. Bilgeoğuz Yayınları.  

3-GENÇLERDE TÜKETİM VE DİN: Erol Erkan / Hiperlink Yayınları. 

4-ALAFRANGALIĞIN TARİHİ: Hilmi Yavuz  Timaş Yayınları.

5-RECEP BİLGİNER’İN TİYATROLARI: Zeki Taştan / Kitabevi Yayınları - Mehmet Varış.