TAMU FIRTINASI

Edebî eser türlerinden biri olan roman, edebiyat kitaplarında: ‘İnsanları ve insanların yaşadığı veya yaşayabileceği hâdiseleri anlatan yazı çeşidi’ olarak târif edilir. Her roman, hayâl ürünü hâdiselerle zenginleştirilir, câzip hâle getirilir. İnsan hayatını hayâl unsuru karıştırılmaksızın anlatan romanlar ‘monografi’, kendi hayatını anlatanlar ise Frenkçe isimlendirme ile ‘otobiyografi’ olarak anılıyor.  Tamâmen hayâl ürünü romanlara da ‘kurgu roman’ deniliyor. (Kurgu roman hakkında, Kitâbiyat 290’da bilgi verilmişti. )

Kurgu’ kelimesi ilk defa 1918 yılında bir sinema filmi için kullanıldı. Sonra kurgu romanlar yazılmaya başlandı. Kelime, sözü edilen romanlar için ‘cuk’ oturuyor olsa bile, son 20-30 yıl içerisinde kurgu kelimesi yalnızca romanlarla birlikte kullanılır oldu. Oysa ki ‘kurgu’ kelimesinin tam 15 ayrı mânâsı var. ‘Eh bu da böyle oluversin…’ düşüncesi zengin Türkçemizi fakirleştiriyor. Bu vesile ile hatırlatmak faydalı olacaktır. 

Çağatay DemirelBozkurtların Dirilişi’ isimli romanından sonra, yine ‘hayâlî roman’ türünde bir ikinci bir eserle okuyucusu ile buluşuyor.

Tamu Fırtınası, ancak derin ve engin bir hayâl gücünün, zengin bilgi birikimi ile başarılabilecek çok karmaşık fakat sağlam ve kuvvetli bir örgü ile yazılmış. Buna rağmen kolay anlaşılabilir, rahat okunan, insanı dinlendiren bir roman. Kurgu roman meraklıları beğeneceklerdir.

Tamu’ kelimesi eski Türklerde günümüzdeki ‘cehennem’ yerine kullanılırdı. Kelimeye Yunus Emre’de de rastlıyoruz:

Yine sordum çiçeğe tamuya girer misin? Çiçek eydür: ‘Ey derviş ol münkirler yeridir.’

***

Romandaki hâdiseler; İnka, Aztek ve Maya medeniyetlerinin hüküm sürdüğü zaman diliminde geçmektedir.  

Tamu Fırtınası’, Birler Anakarasında yaşayanların, gelmekte olduğu öğrenilen fırtınadan korunmak için yaptıkları hazırlıklar ile başlıyor. Fırtınayı tek başına göğüslemeleri mümkün değildir. Doğu Anakarasında yaşayanlarla işbirliği yapmaları gerekmektedir. Ne var ki Doğulular, işbirliği yapmayı reddetmişlerdir. Tek çâre olarak mevcutlardan birini, gelecek olan fırtınaya kurban gibi vererek fedâ etmekte ve yeni bir piramit inşa etmektir. Piramidi inşa edecek olanlar, inşaat mahalline, tez zamanda ulaşabilmek için yeraltından giderler. Mâcerâ böyle başlar. Yer altı yolundaki nakil vâsıtaları, uzay aracı gibi bir şeydir. Hızı, ışık hızına yakındır. 

Piramit ustaları, inşaat alanına geldiklerinde, bir jaguarın avladığı üç adam boyundaki boğa yılanını jaguarın elinden zorla alarak pişirdiler ve yediler.

‘Kaçi, keşif planını anlatmak için durdu. Kaçi, Uçu ve Pakoti, şehre güney batıdan, Tityak ve Koça ise güneydoğudan yaklaşacaklardı. Kaçi:

-Mayaların, on beş bin savaşçısı olduğunu biliyoruz. Buraya o savaşçıları görmeye gelmedik. Fazlası olmalı, ben fazlasını bilmek istiyorum. Şimdi ayrılalım. Yarın, güneş tepede iken eski tapınakta buluşalım, dedi.

Tityak ve Koça, zaman kaybetmeden koşmaya başladı ve ormanın içinde kayboldular. Tehlike ile karşılaşınca yaşlı bir ağaca tırmandılar, oradan çevreyi gözetlediler. Düşmanları Kuyakonu, bir kara büyücü idi.

Köpekli Maya savaşçıları onları tâkip ediyordu. Tekrar gizlendiler ve Kaçi, Tityak’a sordu:                                  

-Siz de mi kahverengi tüylüleri gördünüz?

Tityak şaşırmıştı. 

- Kahverengi tüyleler mi? Hayır. Ama gördüğümüz şeye inanmayacaksınız.

***

Sayfalar ilerledikçe daha esrarengiz hâdiseler yaşanıyor:

Korkut:

-Beyaz uzun saçlı ve yaşlı bir adam gördüm. Çok önemli birisi gibi Vu-Tao’nun yanında oturuyordu. Fakat o yaşlı adamda bir gariplik vardı. Herkes konuşurken, o konuşmuyordu. Sürekli yere bakıyordu. Biz oradayken iki defa başını kaldırdığını gördüm. Başını kaldırdığında ne yöne baktıysa, yakınında olanlar birden dondular. Hareket edemediler. Adam başını indirdiğinde, o donmuş insanlar tekrar hareket etmeye başladılar. Ovanın bize uzak olan tarafında, köpek veya kurt kafalı ama insan vücutlu yaratıklar vardı. Vücutları, uzun siyah tüylerle kaplıydı. Kuşa benzeyen ve neredeyse benim boyumda olan bir yaratık vardı. Kafası bir tilki kafasına benziyordu. Derisi kül rengiydi. Kanatlarını kendi etrafına sarmıştı. Sanki yarasaya benziyordu. Son olarak oradan ayrılırken uçan kertenkeleler gördük. Üç taneydiler ve renkleri yeşildi.

Korkut sustuktan sonra sessizliği Oğuz bozdu:

-Saltu, sen savaş için hazırlıklarını yapmaya başla. Tarkan, Pars ve Almadı, sizler de Saltu’ya yardımcı olun. Etegen savaşçıları sizin kadar eğitimli değil. Korkut, sen de adamlarınla birlikte Saltu’ya katıl.

Herkes gittikten sonra Baş râhip Kür-Kül, çadır muhafızına, çadırın kapısını kapatmasını ve ne olursa olsun içeriye kimsenin girmemesini emretti: ‘Diğer baş râhiplerle görüşmem gerekiyor.’

Sonraki bölümlerde roman kahramanlarına; Mısır Mitolojisi’nden Başrâhip Asar, Türk Mitolojisi’nden şeytânî ruh Azmıç, Erlik’e hizmet eden Abra, Türk masallarında adı geçen Gulyabânî,  İnka Mitolojisi’nden ölüm tanrısı Supay, Deniz Tanrıçası Alpa, Yunan Mitolojisi’nden yer altı dünyasının efendisi Hades,  İskandinav Mitolojisi’nden Jörmüngand dâhil olurlar.

Zengin bütçelerle çevrilen ve ‘süper prodüksyon’ olarak anılan filmlerin senaryosunu andıran kitap gibi okumaya devam edebilirsiniz.

Mâdem ki Çağatay Demirel’in romanı okuyucusunu hayâl âleminde gezintiye götürüyor. Benzerini bu sayfada da yapmak mümkün:

2009 yılında, 250.000.000 dolarlık bütçe ile çekimi 4 yılda tamamlanabilen, birincisinin gördüğü rağbet üzerine ikincisi de çekilen Avatar filmini hatırlayanlar mutlaka vardır. ‘Film endüstrisi, asla eskisi gibi olmayacak’ denilmişti. Aynı sözlerin değişik ve daha iddialı bir şekilde yazılıp söylenmesi filme alındığında Tamu Fırtınası için de mutlaka söylenecektir. Günümüz dünyasının gündeminde bulunan çevre problemleri ile kuzey kutbundaki buzulları eriten ısınma meselesi de işin içine katılırsa… hârika olur.

Benden hatırlatması…

13,8 X 21 santim ölçülerinde, 288 sayfalık eser, Aralık 2018’de yayınlandı.

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: 

Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65

Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr

ÇAĞATAY DEMİREL:

19 Aralık 1977 târihinde Kırşehir’in Kaman ilçesinde doğdu. Babasının ve annesinin memuriyetleri gereği tâyin oldukları Afyon’un Sandıklı İlçesi, Miralay Reşatbey İlkokulunda okudu. Ortaokulu ise Sandıklı Lisesi orta kısmında, Liseyi Bursa’da Işıklar Askerî Lisesi’nde okudu. Yüksek öğrenimini Kara Harp Okulunda yaptıktan sonra muvazzaf subay olarak yurdumuzun doğusunda, batısında, Kıbrıs’ta görev yaptı. Hâlen Güneydoğu Anadolu’da görevlidir. Mesleği ile ilgili kitapların yanı sıra özellikle târihî ve mitolojik kitaplar da okuyan ve bu konularda araştırmalar yapan Çağatay Demirel, okuduklarından aldığı ilhamla Türk romancılığına farklı boyutlar kazandırıyor. 

KUŞBAKIŞI:

BULGARLAR: 

YİTİK BİR TÜRK KAVMİ

Beş yüz yıl boyunca Doğu Avrupa'da târihin gidişatına yön veren ve özbeöz Türk olan Bulgarlar, bundan bin küsur yıl önce dinlerini, dillerini, kültürlerini, her şeylerini bırakarak başkalarına benzediler ve târih sahnesinden silindiler. Önemli bir Türk kavmi hazin şekilde yok oldu. Geriye sâdece ismini bıraktı... Ve bugün Türkçe bir isim taşıyan yarımadada, Balkanlarda, Türk asıllı insanlar, Türklüğün karşısına dikilmiş, O’nu yok etmeye çalışıyorlar. Çok acı değil mi?

Eski çağları hâriç tutarsak, son bin yılın Balkan tarihinin en az bir çeyreği bizi Bulgar kelimesine götürüyor. Öte yandan Balkanların ve Balkan milletlerinin târihinin yüzde yüze yakın bir kısmı da Türklerle alâkalı. İşte bu yüzden, Prof. Dr. Osman Karatay’ın 12 X 19,5 santim ölçülerindeki 301 sayfalık eseri sâdece Bulgarları anlatmıyor. Türklüğün Oğur boyunun* Orta ve Doğu Avrupa’da hâkim unsur olduğu bir dönemin, 460-960 arasındaki beş yüz yılın bir kesitini sunuyor. Türklüğe Altay Dağlarını bile vermeyenlere inat, Balkanların, Ukrayna ve Güney Rusya'nın nasıl eski ve köklü bir Türk yurdu, Turan'ın bir parçası olduğunu ortaya koyuyor. Dahası, Türklerin yeryüzünde 'olmadıklarını' düşünenlere, daha hiç duymadıkları kimlerin Türk olduğunu gösteriyor ve daha bilmedikleri ve inanmadıkları nelerin ortaya çıkacağını ihtar ediyor.

Oğurlar, Oğuzların kardeşleridir. Birbirlerinden M.Ö. 3. asırda ayrılmış olmaları sebebiyle, dillerinde bazı fonetik değişmeler meydana gelmiştir. En açık fark da ana Türkçedeki Z sesinin Oğur lehçesinde R'ye çevrilmiş olmasıdır. Aslında ‘Oğuz’ tâbiri doğrudan doğruya ‘Türk boyları’ demektir. Batıya doğru ayrıldıktan sonra R'li lehçe konuşan Oğuzlar, ‘Oğurlar’ olarak anılmıştır. 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş.

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr

KÜLTÜR VE SANAYİLEŞME:

İstanbul Teknik Üniversitesi’nden makine mühendisliği, İstanbul Üniversitesi’nden İşletme İktisadı eğitimi alan, 1987’de Doçent, 1994’te Profesör unvanı kazanan Ersin Nazif Gürdoğan, ‘edib’ yönüyle Mâvera Grubu’nu oluşturan ‘Yedi Güzel Adam’dan biridir. Bir düzineyi aşan eserlerinde, candan aziz vatanımızın, necip miletlimizin iyiye, doğruya ve güzele erişebilmesi için fikir üretmekte, doğruyu desteklemekte-yanlışları tahlil etmektedir.

13,5 X 21 santim ölçülerinde, 160 sayfalık, hacim olarak küçük muhteva itibâriyle dolgun eseri Kültür ve Sanayileşme isimli kitabında; ‘kültür’le, sanayileşmenin çatı yapısı olan ‘ekonomi’ arasındaki bağı şöyle açıklıyor:

Türkiye'nin ‘görünmeyen kıta’daki gelişmeler ve küreselleşme devrimini yaşayan dünyayla yarışabilmesi ekonomik, sosyal ve kültür yapısında köklü değişiklikler yapmasına bağlıdır. Tanzimat'tan bu yana devam eden ithalatçı politikalardan, ihracatçı politikalara geçmenin zamanı geldi ve geçiyor.

Ekonomi, kültürün peşinden gider. Tarımdan sanayiye her alandaki canlılığın kaynağı, ekonomi ve sanayiden önce kültür ve sanattadır. Toplumların dönüşümünde sürükleyici ve yol gösterici olan sanayi değil, kültürdür. Kültür amaçları, sanayi araçlarını belirler. Araçların kusursuzluğu amaçların da kusursuz olmasının teminatı değildir.

Kültür ile ekonomi et ve kemik gibi, birbirine yapışıktır. Onları birbirinden ayırmaya kalkanlar, farkında olmadan hayatın dinamizmini yok eder. Mütefekkir-şair Sezai Karakoç'un vurguladığı gibi: ‘Ekonomi kültürün eşyaya dönük yüzüdür. Dünyanın hiçbir yerinde hafif kültürle ağır sanayi olmaz.’ Güçlü ve zengin bir ekonomi derin ve sağlam bir kültüre dayanır.

Kültürsüz bir ekonomiye, her şeyin mubah olduğu, ilkesizlik hâkim olur. Dayandığı sağlam bir ekonomisi olmayan kültür de kendisinde kimseye ulaşacak güç ve canlılığı bulamaz. Ekonomi bir gemiyse, kültür kaptandır. Taşıdığı yük ne kadar değerli olursa olsun, kaptansız bir gemi gitmek istediği yere ulaşamaz. Kültürsüz bir ekonomi büyüttüğü üretim gücünün zaman içerisinde eriyip gitmesinin önüne geçemez. Dünyanın her yerinde ekonominin gelişme ve yönünü kültür belirler.

Bir toplumda insanlar tükettiklerinden daha fazlasını üreterek, toplumun ekonomik, sosyal ve kültür yapısına katkıda bulunmuyorlarsa, o toplumdaki çoraklaşmanın önüne hiçbir güç geçemez.

İnsanın denetiminden bütünüyle çıkmış olan üretim ve tüketim faaliyetlerini, yeniden denetim altına alabilmek için, maddî üretimden daha çok, kültür üretimine ağırlık verilmesi gerekir. Kültür üretiminin artırılmasında, sevgiyle silahlanmış insandan başka etkili güç ve kaynak yoktur.

Eserde; ‘Kültür ve Sanayileşme’ başlıklı makaleden sonra *Osman Bayraktar ile yapılmış ‘Teknolojik Gelişme ile Yoğunluk Kazanan Problemler’ konulu röportaj yer alıyor. Diğer röportajlar ise şöyle sıralanıyor: Ali Sali ile: ‘Teknolojinin Ötesi Hem Aydınlıktır Hem Karanlıktır’, Râsim Özdenören ile: ‘Krizler Sanayileşmenin Sosyal Mâliyetidir’, Alim Kahraman ile; ‘Her Şey Alınıp Satılmaz’, Mustafa Armağan ile: ‘Kirlenmenin Görünmeyen Boyutları’, Süleyman Çelik ile: ‘Kimlik Krizi Kimlikle Aşılır’, Bâki Koşar ile: ‘İnsan Çevresinden Belli OlurBahri Zengin ile: ‘Sanayileşme Medeniyetin Aynasıdır’, Yusuf Yazar ile ‘Türkiye’siz Avrupa, Avrupa’sız Türkiye Olmaz’, Yusuf Yazar ile: ‘Enflasyon Gizli Vergidir’, Taşkın Temiz ile: ‘Erdemli Ekonomi Erdemli İnsan İster’, İsmail Yetiş ile: ‘Kitle Kültürüne Kapılmayan Genç Olmak’, Şâkir Kurtulmuş - Mehmet Ocaktan ile: ‘Edebiyat, Düşünce ile Eylem Arasında Köprüdür’, Kemal Kahraman ile: ‘Sekülerleşme Tek Dünya Kültürüdür’, Osman Bayraktar ile: ‘Amerika Son Roma İmparatorluğudur’, Hüseyin Su ile: ‘Hem Aklı Başında Hem Gönlünde olmak’,

Röportajlardan seçilen berceste cümlelerden seçmeler:

*Güzelliğin ülkesi olmadığı gibi, sınırı da yoktur. Her şeyin daha güzeli, daha doğrusu ve daha iyisi yapılabilir. Güzellik yarışında, sınır yoktur.

*Fakirlik izâfîdir; Açgözlülüğün hâkim olduğu bir ekonomide, ele geçen astronomik rakamlara ulaştırılsa bile, fakirliğin önüne geçilemez.

*Hayatı yaşanılır kılmak ve kalitesini artırmak için üzerinde durulması gereken; insan yüreğinin derinleştirilmesi, daha faziletli ve hoşgörülü olması ve ruhunun zenginleştirilmesidir.

*Ruhî ve fizikî kirlenmelerin önüne geçmek için dinin ve inançların dışında etkili bir güç yoktur.

*Avrupa’nın geleceğinde İslam vardır. Çünkü Müslümanlar geçmişte olduğu gibi, yeniden Avrupa’da reddi mümkün olmayan bir güç olmaya adaydır.

İZ YAYINCILIK:

Litros Yolu, Fatih Sanayi Sitesi 12/280, Topkapı,İstanbul Telefon: 0.212-5207210

Belgegeçer: 0.212- 511 57 91 e-posta: [email protected]  //  www.iz.com.tr

GÖLGEDEKİ ADAM: MEMDUH ŞEVKET ESENDAL:

Ayaşlı ve Kiracıları’ isimli romanı ile tanınan Memduh Şevket Esendal (1883-1952) aynı zamanda hikâye yazarıdır. Büyükelçilik ve milletvekilliği yapmıştır. Yaşayışı ve yazdıkları, kullandığı eşyaları ile yerli ve millî bir insandı.  Yâsin Beyaz, ‘Gölgedeki Adam Memduh Şevket Esendal’ isimli 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 295 sayfa sayfalık eserinde Esendal’ın yaşadığı dönem ve çevre ile birlikte O’nun siyâset ve fikir adamlığını anlatıyor.

Memduh Şevket Esendal, Türk hikâyeciliğinin en önemli temsilcilerinden biri olmasına rağmen yaşadığı dönemde ve öldükten sonra ismi pek gündeme getirilmemiştir. Yâsin Beyaz, bir eksikliği gideriyor, bir boşluğu dolduruyor ve Esendal’ı eserleriyle birlikte edebiyatımıza yeniden kazandırıyor.

PINAR YAYINLARI:

Çatalçeşme Sokağı Nu: 27/2 Cağaloğlu 34110 Eminönü, İstanbul. Telefon: 0.212-520 72 10

KISA KISA / KISA KISA…

1-KIRIK KANATLAR: Halil Cibran’dan Çeviren: Kenar Sarıalioğlu / İş Bankası Kültür Yayınları.

2- PALANCI YAKUP: Cevdet Akçalı. Makaleler. Cinius Yayınları.

3- TARİHİMİZDE YANLIŞLIKLAR GEÇİDİ: Süleyman Kocabaş. Vatan Yayınları.

4- TÜRK TOPLUMUNDA AYDIN SINIFIN ANATOMİSİ: Prof. Dr. Orhan Türkdoğan. Timaş Yayınları.

5-UYAN: Özden Yılmaz / Doğan Novus Kitap

DERKENAR:

YAŞAM VE YAŞANTI KELİMELERİ

Yaşam’ ve ‘yaşantı’ kelimelerinin ‘hayat’ kelimesi yerine kullanılması her bakımdan yanlıştır. Hem güzelim ‘hayat’ ve ‘ömür’ kelimelerine ne oldu ki onları, tek kullanımlık nezle mendili gibi atıveriyoruz?

Dilimizde işlek bir ‘-m’ eki bulunmakla birlikte, bu ek ile daha çok fiillerden hareket ismi yapılır. ‘Bir içimlik ayran’, ‘bir atımlık barut’ ifâdelerindeki ‘içimlik’ ve ‘atımlık’ kelimelerinde olduğu gibi… Bu durumda ‘yaşam’ kelimesi  ‘bir kere yaşama’ demek olur. Halbuki ‘yaşam’ ‘hayat’ ve ‘ömür’ yerine kullanılıyor. Aslında hayat mefhûmu ile yaşamak kelimesinin ifâde ettiği mânâ arasında fark vardır. 

Yaşantı’ kelimesi türetilirken ekin fonksiyon ve mânâsına dikkat edilmemiştir. Bu ‘-ntı’ eki ile daha çok, hoş olmayan; bayağı sayılan ve menfî olan mânâlarda kelime yapılmıştır: ‘süprüntü’, ‘kaşıntı’, ‘kuruntu’, ‘bulantı’, ‘kusuntu’, ‘çarpıntı’, ‘sıkıntı’, ‘kırıntı’ gibi… Üstelik bu ek işlek de değildir. İşlek olmayan ve menfî mânâda fiil ismi yapan ‘-ntı’ ekiyle teşkil edilen ‘yaşantı’ kelimesi ‘hayat’ kelimesinin değil, olsa olsa ‘kötü bir hayat’, ‘mâcerâlı bir yaşayış’ veya ‘kısacık bir ömür’ ifâdelerini karşılayabilecek bir kelimedir.

Hayat’ ve ‘Ömür’ hayatımıza girmiş, ömrümüzü renklendirmiş kelimelerdir. Onlara kıymayalım.