Bakara Suresi, 285.âyeti Kerime’sinde, iman esas’ları tertibinde, Allah’a ve meleklere iman’dan sonra üçüncü mertebe’de, Kitap’lara iman zikredilmişti. Kur’ân-ı Kerim’in vahye dayanan eşsiz tertip ve tenâsübü’nün bir ma’kesi olarak Bakara Suresi’ni ta’kip eden ilk sure, Kur’ân’ın üçüncü Suresi, Âl-i İmrân Suresi’nin, Huruf-u Mukatta’a’dan, “Elif Lâm Mim” olan, birinci, “Hayy ve kayyûm olan Allah’tan başka ilâh yoktur,” Meâlindeki, muhtemelen, İsmi Â’zam’ı ihtivâ eden ikinci âyetten sonra, “(Resûlüm!) O, sana kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdîk edici olarak tedrîcen indirmiş; daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrât ile İncil’i ve Furkan’ı indirmiştir. Bilinmeli ki, Allah’ı âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah suçlunun hakkından gelen mutlâk güç sahibidir.” (Âl-i İmran 3/3,4) 

(“Furkan”, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ve iyiyi kötüden ayırt eden hükümler demek olup, Kur’ân-ı Kerim’in isimlerindendir.) 

Ancak bu âyeti Kerime’de, “O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdîk edici olarak tedrîcen indirmiş; “Muhatap Hazreti Muhammed ve ona indirilen kitap Kur’ân-ı Kerim olduğuna göre, Tevrat, İncil ve Furkân da, kitaba atfedildiği için, ma’tuf, ma’tufün aleyh’in zıddı olduğu, aynı olamayacağı için, buradaki “Furkân”, Kur’ân-ı Kerim olamaz, Tevrat ve İncil’den sonra zikir buyurulduğu için “Zebûr” kasdedilmiştir. 

“(Resûlüm! Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mu’cizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nîce Peygamberler de yalancılıkla itham edildi.” (Âl-i İmrân 3/184) 

Âyetteki “Beyyinât” hüccetler (açık deliller) ve mu’cizeler demektir. “Zübür” “Zebûr”un çoğulu, “Zebûr” kitap demek olduğuna göre, “Zübür” kitaplar’dır. “Zübür”, “Kitâbü’L-Münîr,” “Beyyinata” atfolunduğuna göre, Kur’ân-ı Kerim’in dışında diğer Peygamberlere gönderilen sahife’ler ve kitaplar mu’cize değildir. Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize verilen Kitap Kur’ân-ı Kerim tek başına mu’cize’dir, bu da Peygamberimize has’tır, yâni, “Hasâis-i Resûl”dendir. 

Bu âyeti Kerime’de dört büyük kitabın dışında, diğer Peygamber’lere vahy’edilen-indirilen sahife’lere delâlet vardır. Ba’zı naat ve kasideler’de, âşık’ların deyişlerinde, 104 kitap’tan söz edilir. 

Hazreti Mûsa’ya vahyedilen Tevrât, sırasıyla, Hazreti Dâvud aleyhisselâm’a vahyedilen Zebûr, Hazreti İsâ aleyhisselâm’a vahyedilen, İncîl ve nihâyet ahir zaman Peygamberi, Hazreti Muhammed-Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize vahyedilen-indirilen Kur’ân-ı Kerim’den başka, Hazreti Âdem aleyhisselâm’a 10, Hazreti Şît aleyhisselâm’a 50, Hazreti İdris aleyhisselâm’a 30 ve Halîlullah, Hazreti İbrahim aleyhisselâm’a 10 sahife olmak üzere, insanların hidayeti için 100 Sahife vahyedilmiş-indirilmiştir. 

“TEVRÂT” Hazreti Mûsa’ya, levha’lar halinde def’aten indirilmiştir; 

“Nasîhat ve her şeyin açıklamasına dâir ne varsa hepsini Musâ için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki); bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim.” (A’raf 7/145) 

“Musa kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapılmışsınız! Rabbi’nizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun’un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi); “Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle birlikte tutma!” dedi.” (A’raf 7/150) 

(Hz.Musa ile Hz.Harun ana baba bir kardeştirler. Durum böyle olduğu halde Haz.Harun’un kardeşine “Anamoğlu” demesinin sebebi, onun merhametini celbetmektir. Zirâ, ana’nın şefkat ve merhameti baba ve kardeşten daha fazladır. Ayrıca, analarının Allah’a inanmış biri olması ve ona karşı sevgilerinin daha fazla olması da bu hususta bir sebep olabilir). 

“Musa’nın öfkesi dinince levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rab’lerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (haberi) vardır.” (A’raf 7/154) 

Yukarıya Meâl-i Âlîsi’ni aldığımız üç âyette, Tevrat’tan, “Elvâh” (Levhalar) olarak bahsedilmektedir. Tevrat’ın levhalarda yazılı olarak Allah tarafından Hz.Musa’ya indirildiği (def’aten) ifade buyrulmaktadır. Ancak bu levhaların mahiyeti hakkında kat’î bir bilgiye sahip değiliz. –Ba’zı müfessirler, “Bu Levhalarda, her biri yedi bölümden oluşan yedi bölümün olduğu, ifade edilmiştir. Muhteva’larına gelince, İsrail oğullarının dinle alakalı mes’ele’leri ve toplumun ıslahı için lüzumlu, usûl ve fürû mevcud idi. Âyette anlatılan “en güzelini almak”tan maksad, Tevrat’ın gereği ile amel etmektir. Âyette geçen fâsıkların yurdundan maksad, putperest Amalika kabilesinin elinde bulunan mukaddes topraklar (Kudüs ve çevresi) ile, Şam bölgesidir. Hz.Musa’nın irtihalinden sonra İsrailoğulları buraları ellerine geçirmiş ve bir müddet hüküm sürmüşlerdir.) 

Tevrat, Kur’ân-ı Kerim’de bu terimle 18 âyette geçmektedir. Bu âyetlerde, Tevrat’ın hidayet ve nur olduğu, Helâl, haram gibi şer’î hükümlerin bulunduğu, Zebûr ve İncil’de olduğu gibi Tevrat’ta da, âhir zaman Peygamberi Hazreti Muhammed-Mustâfa salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize sarahaten bilgiler ve işaretler bulunduğu, beyan edilmişti. 

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları elçi’ye, o ümmî Peygambere uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men’eder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’raf 7/157)

Tevrat levha’ları, def’aten sadece bir nüsha olarak Cibril-ü Emîn tarafından Hazreti Musa aleyhisselâm’a, tek bir nüsha olarak indirilmişti. Kimsenin ezberinde de tam olarak mevcûd değildi. Yâni, Tevrat’ın bütün âyetlerini hiç kimse hıfzetmemişti. İsrailoğulları Bâbilli’lere esir düşünce Levha’lardan oluşan ve tek bir nüsha olan Tevrat kayboldu.- Tek Nüsha Tevrât Levhalarını yanlarında bulundurma şerefinin kendilerinde olmasını isteyen iki grup hahamlar aralarında anlaşamayınca, bir hâl çaresi bulmak üzere, beraberlerine aldıkları bir sandık içindeki levhalarla, tekne ile Kızıldeniz’e açıldılar. Müzâkere’de anlaşamayınca, aralarında arbede yaşandı, derken ellerindeki sandık, tekneden düşürüldü ve Kızıldeniz’in derinliklerine gömüldü.- Yıllarca sonra İsrailoğulları esâretten kurtulunca, Tevrat’ı yeniden yazdırmak üzere Tevrat’ın ezberinde olduğunu sandıkları râhip’leri soruşturdular-aradılar. Soraya adlı bir genç, “Tevrat benim ezberimdedir, ben Tevrat’ı yeniden yazarım,” dedi. Yazdı. Tabi’î ki, yazdıkları Tevrat âyetleri değildi, hatırında kalanlara, kısmen Hazreti Musa’nın hayatı hakkında bâzı bölümler. 

Günümüzde, “Ahd-i Atîk” veya “Tevrat” diye, Yahûdî’lerin ellerinde bulunan bu kitap ile, Allah tarafından indirilen Tevrât arasında hiçbir alaka ve münasebet yoktur. 

ZÜBÛR VE ZEBÛR: 

(Resûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama) gerçekten senden önce apaçık mu’cizeler “Zübûr” (sahifeler) ve aydınlatıcı kitap getiren nîce Peygamberler de yalancılıkla itham edildi.” (Âl-i İmrân 3/184) 

“Apaçık mu’cizeler, “Zübûr” kitaplar-sahifelerle (gönderildiler). İnsanlara, kendilerini indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye de sana da bu Kur’ân’ı indirdik.” (Nahl 16/44) 

“Muhakkak ki, (Kur’ân) âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir.” “(Resûlüm!) Onu Rûhu’L-Emîn (Cebrâil) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle senin kalbine indirmiştir.” “O şüphesiz daha öncekilerin” Zübürü’L-Evvelîn) kitaplarında da vardır.” (Şuarâ 26/ 192, 193, 194, 195, 196) 

(Kur’ân’ın Haz.Muhammed’e indirileceği yahut da Kur’ân’ın ma’na’sı, özü ve ana kâideleri önceki İlâhî kitaplarda da vardı. (âyette her iki cihet de anlatılmış olabilir). 

“Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme), onlardan öncekiler de yalanlanmışlardı (Oysaki) Peygamber’leri onlara açık âyetler (mu’cizeler), sahifeler ve tenvir edici kitaplar getirmişlerdi.” (Fatır 35/25) 

(Sahîfe’ler ma’na’sına gelen “Zübûr” ile, Haz.Âdem, İdris, Şit ve İbrahim aleyhimü’s-Salâtü Ve’s-Selâm’a indirilen suhûf, kitapla da Tevrat, İncîl ve Zebûr kasdedilmiştir). 

“Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var?” (Kamer 54/43) 

“Yaptıkları her şey (Zübur’de) kitaplarda mevcuddur.” (Kamer 54/52) 

(Ba’zı müfessirler, buradaki zübür-kitabı amel defterleri olarak tefsir etmişlerdir.) 

“Zübür” Kur’ân-ı Kerim’de altı âyette geçmekte ve bu âyetlerin ba’zılarında kitap, ba’zılarında Suhûf olarak tefsir edilmiştir. 

“Biz Nuh’a ve ondan sonraki Peygamber’lere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Ya’kûb’a, esbâta (torunlara), İsa’ya, Eyyüb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Dâvud’a da Zebûr’u verdik.” (Nisâ 4/163) 

“Rabb’in, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten biz, Peygamber’lerin kimini kiminden üstün (faziletli kıldık; Dâvud’a da Zebûr’u verdik.” (İsrâ 17/55) 

(Peygamber’lerin kendi aralarındaki bu derece farkı, maddî ve bedenî yönden olmayıp ruhî ve ma’nevî fazilet ve kabiliyyetler cihetindendir. Nitekim, Haz.Dâvud’a Zebûr’un verildiğine işaret buyrulmakla bu husus te’yid edilmiştir). 

“Andolsun zikir’den sonra Zebur’da da; “Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır” diye yazmıştık.” (Enbiya 21/105) 

(Âyette geçen “zikir”den maksad, tercihe şâyân görüşe göre, Tevrat’dır. Ancak, müfessirler “Zikir” ta’birinin Levh-i Mahfûz, “Zebur”un ise Allah tarafından inzâl buyrulan bütün kitaplar olabileceğini de belirtmişlerdir.) 

(Kötülerin ve kötülüğün dâima pâyidâr olamayacağını, iyiliğin asıl, kötülüğün ise ârizî olduğunu, hâkimiyyetin eninde sonunda iyilerin eline geçmesinin mukadder olduğunu anlatan bu âyet, İslâm dini’nin dünya hayatı konusundaki iyimserliğini ifade etmektedir). 

“ZEBÛR” Kur’ân-ı Kerim’de üç âyette geçmekte ve her bir âyette Haz.Davud aleyhisselâm’a verilen kitap kasdedilmektedir. 

Hazreti Dâvud’a verilen Zebûr, aslında helâl-haram ve diğer ahkâmı ihtiva etmez, bu hususlarda, Tevrat’a atıflar yapar, daha ziyâde, hak ile bâtılı ayıran mevıza, hayır ve reşada (doğru yola) da’vet edici, şer (kötülükler) ve fesattan en zeçrî bir şekilde men’edici, hususları ihtiva ediyordu. 

Cenab-ı Hakk, yeryüzünde, Hazreti Yusuf’u Cemâl-Yüz güzelliği bakımından dünya’da emsalsiz olarak yarattığı gibi, Hazreti Dâvud aleyhisselâm’ı da, dik ses ve güzel ses bakımından da emsalsiz yaratmıştır. 

Hazreti Dâvud, Zebûr âyetlerini 40 ayrı makamdan okur, insanlar, hayvanlar, vahşî hayvanlar, kuşlar, bülbüller toplanırlar, Hazreti Dâvud’u dinlerlerdi. 

Hazreti Davud, Cennette, bu dik ve güzel sesiyle, Kur’ân-ı Kerim’i okuyacak ve ehl-i Cennet büyük huşu ile kendisini dinleyecektir. 

Sesi, dik-yüksek ve güzel olanlara, Dâvûdî bir sesi var, denilir.