Prof. Dr. İSKENDER ÖKSÜZ KİTAPLARI

Gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur!’ 

İncil’den mülhem bu sözün son kullanım târihi, asırlar öncesinde bir gündür. Hâlâ dolaşımda tutmaya çalışanlar, Prof. Dr. İskender Öksüz’ün kitaplarını okuyamamış olmanın tâlihszliği ile mâlûldürler. Çünkü orada her fikir ve her cümle, ambalajından yeni çıkarılmıştır. Henüz açılmamış paketler de vardır mutlaka… 

Söylenmiş bir sözü, yeni bir anlayış ve yorumla tekrarlamak da yeni sayılır. 

Îtiraz edenlere, Bizim Yunus’tan emâneten alınarak kısmen tâdil edilen bir cümle cevap olabilir. Çünkü onlar, cümlenin aslını anlayamazlar. Anlasalar bile yanlış anladıklarının farkında olamazlar.  

Gürül gürül akan çeşmeden testinizi doldurmayıp bir kenara koyarsanız ve oradan giderseniz testiniz hep boş kalır.’ 

Dilerseniz ‘testi’ yerine ‘kafa’ da diyebilirsiniz.  Fark etmez. 

*       *       *

Prof. Öksüz’ün bâzıları 4. ve 7. baskı olmak üzere 6 adet kitabı yayınlandı: *Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler (2017); *Bilim, Din ve Türkçülük (2018); *Millet ve Milliyetçilik  (Ocak 2016, Mart 2016 ve 2017); *Niçin Geri Kaldık? (Şubat 2017, Nisan 2017); Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi (1977, 1978, 1979, 1980, 2016, Şubat 2017, Ekim 2017); *Türk’üm Özür Dilerim (Ağustos 2016, Aralık 2016, 2017).

Kitapların her biri, ayrı ayrı ve geniş olarak tanıtılmaya sezâdır. Altı kitabın bir arada ele alınması, bu sayfada çeşit zenginliğinin sağlanabilmesi için tercih edilmiştir. Sık sık aynı yazarla karşılaşan okuyucu ‘Yine mi o…’ diyebilir. 

Kitapların hepsindeki yorumlar ve hükümler, üyesi bulunduğumuz milletlerarası kuruluşların incelemelerine dayandırılıyor. İsteğe göre fetvâ veren şahısların indî görüşlerine göre değil…

İsteğe göre fetvâ’ ve demiri kesen emirlerle yönetilen ülkelerde, sağduyu sâhiplerinin ‘Niçin Geri Kaldık?’ diye feryat etmeleri, hem haktır hem de vazife.    

Yassıada mahkemelerini, Mamak duruşmalarını, Ergenekon hükümlerini herkes biliyor… Devleti yönetenler ve adliye mensupları Kutadgu Bilig’i okuyup anlasalar ve tatbik edebilselerdi kimse ‘niçin geri kaldık’ diye sormazdı. Bilge edip ve mütefekkir Yusuf Has Hâcib eserinin 817 ve 818. beyitlerde meâlen şöyle diyor: 

İster oğlum, ister yakınım veya akrabam olsun; ister yolcu, geçici, ister misâfir olsun; 

Kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir; hüküm verirken, hiçbiri beni farklı bulmaz.’

ALT AKIL: APTALLAR VE DİKTATÖRLER:

Ahlâk-ı Alâî’ isimli eseriyle ‘Osmanlı Ahlâkı’nı inşa eden Kınalızâde Ali Efendi’yi (1516-1571) okuma zahmetine katlanamayanların faydalanabilecekleri bir eser…

  Eserde en çok akıl ve ahlâk ön plana çıkarılıyor. En çok bizde bulunması gereken iki değer. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de 100’den fazla âyette: ‘Hiç akletmez misiniz / Aklınızı kullanmaz mısınız?’ buyruluyor. 

Eserin son bölümünde ‘Ne yapmalı’ başlığı altında; ‘Türkiye’nin önündeki dört ana engel’ açıklanıyor. (s: 343-349)  Ve çözüm veriliyor: ‘…Bizim kalkınmamızı istemeyenler var. Onların davranışlarından sorumlu değiliz.  Davranışlarını düzeltemeyiz. Kendi davranışlarımızdan sorumluyuz. Kendi davranışlarımızı düzeltebiliriz.’  

Ne yazık ki bizler, zor olanı tercih etmişiz. Hep muhataplarımızı düzeltmeye çalışıyoruz. Prof. Öksüz’ü dinlemeliyiz. 

BİLİM, DİN VE TÜRKÇÜLÜK 

Önce ismi ile dikkat çekiyor. Bizim Yûnus:‘İlim ilim bilmektir’ mısraının bulunduğu bir eserde ‘bilim’ kelimesinin tercih edilmesi, ilk makaleye konu olan Evrim teorisi ile evrilen ilim olabilir mi? Erbâbı bilir… 

Eserinde Prof. Öksüz; *Bilim nedir, gayesi, yapısı, dili nedir? *Evrim Teorisine Müslümanların bakışı nedir? Sorularının cevabını veriyor. 

Yeni Hâricilik’ başlığı ile 50. sayfada başlayan bölüm, Prof. Öksüz’ün en iddialı, düşüncelerini en radikal şekilde sayfalara aktardığı ifâdeler ihtiva ediyor. 

Dikkat çeken asıl husus: Kelimeler, klavye tuşlarından değil, kılıç ve hançer uçlarından kâğıda geçmiş gibi… Buna rağmen kan izlerine rastlanmıyor.  Kalkan ve gürz sesleri de duyuluyor.  

112. sayfadan sonra hava birden yumuşuyor, hâtıralar başlıyor. 247. Sayfada ‘demokrasi’ bahsi var. ‘İstakoz Sepeti’ alaka ile okunuyor. 

Türkçülüğün mihenk taşı’ başlıklı bölüm, Frenklerin ‘manifesto’ dedikleri ‘bildiri’ gibi… Hattâ uzun olmasa, ‘millî and’ olarak okunabilir. ‘Millet ve Milliyetçilik Üstüne Sohbet’ küçük hacimli dev muhtevâlı bir kitap…  

Diğer bahislerde; *İnternet devrinde bilgi, teknoloji ve internet toplumu *Türkçülük, Gökalp ve Akçura ile bilimi önceleyerek başladı, *Atsız’la bu gelenek devam etti. *Türkçülüğün en güçlü savunucusu bu gün de bilimdir. Başlıkları altında değişik mevzularda derin ve engin bilgiler veriliyor.  

MİLLET VE MİLLİYETÇİLİK:

Prof. Dr. İskender Öksüz bu eserinde: kasıtlı olarak çarpıtılan ırkçılık, millet ve milliyetçilik kavramlarını, kavramları çarpıtan eblehleri korkutacak şekilde açıklıyor. Marks, Marksizm ve Marksistler, Ümmetçilik, Millet, Devlet ve Dil ele alınan diğer mevzular. 

Kitabın maksadı, ilmin millet ve milliyetçilik hakkında söylediklerini, uzman olmayanların da anlayacağı bir dille açılamaktır. 

Eser, ırk hakkında; Hipokrat, Aristo ve İbni Haldun’un görüşleriyle başlıyor, *Irkçılığın Türkiye’ye tesirleri,  *Bugünkü Irk Anlayışı, *Irkçılık Devam Ediyor mu? gibi ara başlıklarla devam ediyor. 

Marksistler ve Millet’ başlıklı ikinci bölümde; devletin dayanacağı toplum birimi, ‘Marksistler’, *Milliyetçiliğin ırkçılık olmadığı gibi hususlar yabancı kaynaklardan faydalanılarak anlatılıyor. 

*Post Komünizm ve *Postmodern Emperyalizm başlıklı bölümden sonra, Siyâsî Ümmetçilik başlıklı bölümde; ‘Türk olmaktan kurtulanlar’ (?!), Irkçılık etiketini yapıştırdıkları boks torbasına yumruk sallayarak tatmin olanlar teşhir ediliyor. Ontolojik ırkçılık hakkında bilgi veriliyor.

*Sosyolojide Millet Teorileri ve *Modernizm başlıklı bölümden sonra *Etnosembolizm: Anthony Smith ve *Biyolojiden Destek başlıklı bölümde; ‘Osmanlı’nın millîliği’ başlıklı paragraf dikkat çekiyor.  

*Millet, Devlet ve Dil başlıklı bölümde yer alan ‘Ana dilde eğitim’ bahsinde, Sadi Somuncuoğlu’nun dil konusundaki düşünceleri 7 madde hâlinde özetleniyor: 

1-Resmî dil, egemenlik haklarındandır. Kamu kurumlarında devlet dili esastır. 2-Bir dilin siyâsî ve resmî kullanım alanı ile özel ve günlük kullanım alanları farklıdır. 3-İdârî konularda isteyen istediği dili kullanma hürriyetine sâhip değildir. 4-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), hiçbir maddesinde azınlıkların dil hürriyetinden söz etmemekte ve dil hürriyetini güvence kapsamına almamaktadır. 5-AİHS, milletvekillerinin mecliste istediği dille konuşma yapmasını teminat altına almamaktadır. 6-Düşünceyi açıklama hürriyeti, dil hürriyetini içerir şekilde yorumlanamaz. 7-Devletin dil birliği politikası olması, haklı ve mantıklıdır.    

Prof. Öksüz, eserinin ‘Sonuç’ bölümünde; ‘Milleti millet yapan nedir?’ *Millet eski mi yeni mi? *Milletler çağı bitiyor mu? sorularını cevaplandırıyor, ‘İyi ve kötü milliyetçilikleri’, ‘Millet inşası ve millet yıkımı konularını işliyor. 

NİÇİN GERİ KALDIK? 

Müellif eserine; ‘Bu, tarafsız bir gözlemci kimliğiyle anlatılan bir hikâye değildir. Ben bir Türk milliyetçisiyim ve bu kimliğimle dâima Türkiye’nin lehine olanları bulup çıkarmak, aleyhine olanları da teşhir etmek gayretinde oldum. İsterseniz son cümledeki ‘Türkiye’ yerine ‘Türklük’ de diyebilirsiniz ama birincinin yararına olan zâten ikincinin de yararınadır ve bunun tersi de doğrudur.’ Cümleleriyle başlıyor. Ele aldığı bütün meseleleri, taahhüdüne sâdık kalarak inceliyor, problemlere çözümler üretiyor. 

Kitapta ele alınan belli-başlı konular: *Târih şuuru, *Dil, *Devlet, *Osmanlı, *Ekonomi, *Yönetim, *Demokrasi, *Partiler… Her sayfada, her satırda İskender Öksüz üslûbu, tadı, râyihası, çarpıcılığı, ironisi, objektif netliği, açık sözlülüğü, selis ifâdeleri, vatan aşkı, millet sevgisi, bayrağa tutkunluk var. 

Eserin son cümlesi, içerisindeki binlerce bercestelerden biri…

‘Yönetim diye bir ilim artık var ve bunu bilenlerle bilmeyenler elbette bir olamaz. Meselâ bir ürologu veya bir arkeologu, 80.000-100.000 kişiyi ilgilendiren üniversite gibi dev bir işletmenin başına geçirirseniz ondan ‘yönetme’ beklemeyin. Olsa olsa ‘idâre’ eder. Gelişmiş ülkelerde önde gelen üniversitelerin başında profesyonel yöneticiler var. Onun hemen altında -veya yanında- da ‘provost’ denilen akademik baş.’ 

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ FİKİR SİSTEMİ -TEORİ-

İlk Türk milliyetçisinin; ‘Bu topraklar, bu denizler, bu göller, bu ırmaklar bize yetmez. Bize daha çok toprak, daha çok deniz, daha çok ırmak lâzım’ diyen Oğuz Han olduğu söylenir.  Sonraki yıllarda ve asırlarda pek çok Türk milliyetçisi yaşadı. Göktürk Kitâbeleri Türk Milliyetçiliği temeli üzerine taşa kazınmış ise de ‘Türk Milliyetçiliğinin Nazariyatı’ olarak kabul edilebilecek ilk esaslar Ziya Gökalp tarafından yazılmıştır. Nihat Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Galip Erdem, Erol Güngör tarafından günün şartlarına göre geliştirilmiştir. Türk Milliyetçiliği statik (durağan) değil, dinamik (değişen-inkişaf eden) bir yapıya sâhiptir. Değişen dünya şartları içerisinde Türk Milliyetçiliği düşüncesi de temelde aynı kalmak şartıyla gelişmeler göstermiş, yeni düzenlemeler gerekmiştir.

Şimdilik son düzenlemenin, İskender Öksüz’e ait olduğu söylenebilir. O’nun ‘Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’ isimli eserinin ilk baskısı 1977 yılında okuyucuya sunuldu. Prof. Öksüz, kitabın yazılışındaki maksadı şöyle açıklıyordu: 

1-Hızla büyüyen hareket mensuplarını asırlık Türk milliyetçiliği fikriyatı ile eğitmek;

2-İdeolojik harbin tercüme ideolojisiyle gelen saldırısını göğüslemek. 

Kısmen de olsa iki maksadın da gerçekleştiğini düşünüyorum. Acı bir zaferdi, ama biz kazandık. 

Ve kitaptan bir derkenar: ‘Rusya’nın Türkiye stratejisi; bir dost hükümetin -yâni Moskova’nın direktiflerine göre hareket edecek hükümetin- başa geçmesi idi. Bunun önlenmesinde en büyük rolü Türk milliyetçileri oynamıştır.’ İmza: Celal Bayar.     

Kitaptaki bölüm başlıklarından bâzıları: *Fikir sistemi nedir? *Sistemin unsurları. *Varılmak istenen netice. *Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi. *Târih görüşümüz. Ve ara başlıklar altında târifler, açıklamalar her bölümden sonra özetler… 

Kitabın ilk muhataplarından, Mamak cehenneminde biçilmeyenlerin her biri, iş hayatında, seçilmiş ve tâyin edilmiş üst düzey yöneticiler olarak devlet kademelerinde yer aldılar, başarılı oldular. 

Günümüzün gençleri ve genç kalmasını bilenler… Merhaba! 

TÜRK’ÜM ÖZÜR DİLERİM:

Genç kardeşlerimizin mutlaka ve okuması gereken kitapların ikincisi… Sonra diğerleri… 

Kitaptaki bölüm başlıkları: *Bizim gözümüzle biz. *Onların gözüyle biz. *Onların gözüyle dünya. *Kültür ve çeşitleri.  Hepsi ve daha fazlası İskender Öksüz ironisi çeşnili. 

Tadımlık bir bölüm: 

-Dünyayı gizli güçler yönetmektedir.                                                                                                                                                    -Hangileri? Sıraya sok bakalım…                                                                                                                                                        Basitleştirelim:                                                                                                                                                                                      -Dünyayı gizli bir güç yönetmektedir.                                                                                                                                                   Hah şöyle! Kimdir bu gizli güç? Bu konuda rivâyet muhteliftir. Kendi içinde en tutarlı cevap şudur: 

-Gizli dedik ya; kim olduğu âşikâr olsa, gizli olur mu? 

Sayın okuyucularımız! ‘Tadımlık yetmedi’ mi diyorsunuz? Devam edelim o halde…

Bu Türkler gerçekten dünyanın başına belâ. Şimdi de azınlıkları kovdukları ortaya çıktı. Düşünüyorum da Ermeni'ydi, Rum'du, Türklerin zulmettiği her ‘etnik grup’tan tek tek özür dilemek yerine hepsini birden halletmenin bir yolunu bulsak. Bu kadar faşizanlığın üstüne son bir tanecik daha yapıp Türkleri toptan bu topraklardan sürüversek.

Bütün Türkleri kovmaya da gerek yok. Meselâ Ahmet Türk kalabilir. Orhan Pamuk, Baskın Oran gibi ‘aydınlar’ da. Zaten bu öyle büyük bir etnik temizlik gerektirmiyor. ‘Ne mutlu Türk'üm diyene’ ve ‘Türk'üm doğruyum çalışkanım...’ gibi faşizan ifâdeler kaldırıldıktan birkaç nesil sonra nasıl olsa, ‘Evet, ben Türk'üm, kalkıp gideyim bari’ diyecek pek kimse kalmayacaktır geride. Anadolu'nun boşalma tehlikesi de yoktur. Avrupa Birliği'ndeki müttefiklerimizin ve onların Türkiye'deki dostlarının verdiği azınlık sayılarını alt alta koyup topladığımda nüfusumuz zaten 120 milyonu geçiyor.

Böylelikle o kadar problem birden çözülür ki... Kıbrıs diye bir mesele kalmaz; dünya da biz de rahat ederiz. Avrupa Birliği'ne girmek de bir hamlede hallolur. Hatta bakarsınız Avrupa Birliği bize girer. Ermenistan sınırı açıldıydı, kapandıydı da biter. Karabağ umurumuzda olmaz. Sahi belki ‘ben Türk'üm’ diyenleri Azerbaycan'a yollarız. Oradakiler kendilerine Türk diyor ya. Biz de birkaç yıl sonra topuna birden ‘Azeri’ deriz.

Bu fantezi tabii… (İnşallah öyledir.) Fakat o kadar fantezi olmayan bir yol daha var. Eğer Türkiye'de yaşayanların aslında otuz kırk etnik gruptan ibâret olduğuna, bir milletten bahsedilemeyeceğine, etnik grupların üstünde, millet değil, olsa olsa ‘vatandaşlık’, yâni bir pasaport bürokrasisi bulunduğuna insanları ikna etmek. Böylelikle millet gider, kavga biter. Türkiye ulus devlet değil, bir etnik mozaik olur. Dubai Havaalanı'nın transit salonu gibi bir şey…

Türklerin kabahatleri

Bu Türkler, bin yıl kadar öncesinden başlayarak önce Rumeli'yi, sonra da Anadolu'yu Türkleştirdiler. Batılı ve medenî bir millet olmadıkları için, bu Türkleştirme sırasında da yerli halkı yok etmeyi akıl edemediler. Hâlbuki İspanyolların Müslüman ve Yahudilere, Amerikanların yirmi milyon yerliye yaptıkları gibi yapsalardı, bu işgali geri püskürtmek mümkün olmayabilirdi. Bunu düşünemediler ve temizlik hiç de zor olmadı. İlk işgal ettikleri Rumeli birkaç yıl içinde pirüpak oluverdi. Ve Alev Alatlı ustamızdan öğrendiğimiz, Emest Renan'ın tahminindeki gibi Türkler bunu artık hatırlamıyorlar bile. Hatta Ernest Renan bile bu kadarını düşünememişti; kendilerini temizleyenlerden bir de özür diliyorlar. Bu ırzına geçilen kadının, mütecavizin yüzünü tırnakladığı için özür dilemesine benziyor.

İyi okumalar efendim!  

Bütün kitaplar aynı yayınevi tarafından neşredilmiştir:

PANAMA YAYINCILIK:   

Yüksel Caddesi Nu: 7-A/7 Kızılay Ankara. Telefon ve Belgegeçer: 0.312-432 14 80  

e-posta: [email protected] internet: www.panamayayincilik.com 

Bizim Yunus’ ifâdesinin hikâyesi, şöyle efendim!

Yûnus, Tapduk Sultânın dergâhında ilim, irfan ve ma'neviyat uğruna çok uzun yıllar hizmet ettiği halde, kendisine bâtın âleminden henüz bir şey açılmamıştı. Bu yüzden, bir gün, Sultan’a haber vermeden ve izin almadan dergâhı bırakıp dağlara kırlara düştü. Dağlarda tek başına dolaşırken, bir gün bir mağarada yedi ere rastladı ve onlarla arkadaş oldu. Her akşam, bu yedi erden biri duâ eder ve duası berekâtiyle bir sini yemek gelirdi. Sıra Yûnus'a gelince o da duâ ederek, 'Yâ Rabbi, benim yüzümü kara çıkarma! Onlar kimin hürmetine duâ ediyorlarsa onun hürmetine beni utandırma!' dedi. O akşam, iki sini yemek birden geldi. Arkadaşları, onun duâsiyle iki sini yemeğin birden geldiğini görünce, ‘kimin yüzü-suyu hürmetine duâ etdin?' diye sordular. Yûnus, 'Önce siz söyleyin!' dedi. Arkadaşları, 'Biz, Tapduk Sultân'ın dergâhında çok uzun yıllar hizmet eden Yûnus adındaki erin hürmetine duâ ederiz.' dediler.

Yûnus bunu duyunca mağara arkadaşlarına hemen vedâ etdi. Doğruca dergâha döndü ve Ana Bacı'ya sığındı. Dergâhdan izinsiz ayrıldığından, Tapduk Sultân'ın kendisini bağışlaması hususunda ondan yardım isteyerek, 'Ana-Bacı, aman, Sultan’a beni bağışlat!' dedi. Ana Bacı; düşündü ve ne yapılması gerektiğini anlattı.

Yaşlılıkdan ötürü, Tapduk Emre'nin gözleri iyi görmüyordu. Bu yüzden, Ana Bacı O’na yardımcı olurdu.

Düşündüğü plâna göre Tapduk, namaz için dergâhtan çıkarken Yûnus, kapı eşiğine yattı. Orada bir insan olduğunu gören ve fakat tanıyamayan Tapduk sordu: 'Bu kim?' Ana Bacı ‘Yûnus’ deyince Tapduk yeniden sordu: ‘Bizim Yûnus mu?’ Plan başarı ile tatbik edilmiş, istenilen netice alınmıştı. Demek ki Sultan, Yûnus’u unutmamıştı. Yûnus da hemen yerinden kalkıp Tapduk Emre’nin ellerine sarıldı ve kendisini bağışlatdı...

Prof. Dr. İSKENDER ÖKSÜZ

Eğitim:

1969 Yale University (Ph.D.)

1968 Yale University (MS)

1966 Ege Üniversitesi (Kimya-Fizik Lisansı)

İş hayatı:

2002-2012: Prof., Gazi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Kimya Mühendisliği Bölümü.

1987-2002: Sağlık, bilişim, eğitim sektörlerinde çeşitli firmalarda profesyonel üst yönetici. Çeşitli şirketlerde yönetim kurulu üyeliği, genel müdürlük, holding genel koordinatörlüğü.

1981-1987: Prof., University of Petroleum and Minerals, Suudi Arabistan'da akademik ve idarî görevler, bilgisayar destekli öğretim koordinatörü, yeni öğretim üyesi seçimi ve terfi komitesi üyeliği.

1968-1981: Bölüm başkanlığı, rektör yardımcılığı, rektör vekilliği (ODTÜ), kürsü başkanlığı, senato üyeliği (ADMMA), Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu 7. Dönem üyeliği, Atom enerjisi konusunda bakan danışmanlığı. Töre-Devlet Yayınevi yöneticisi.

İlmî yayınlar: 30'un üstünde ilmî yayınına 700'ün üzerinde atıf yapılmıştır.

Yönetim uzmanlık alanları: Sağlık, toplam kalite yönetimi, bilişim ve pazarlama.

İlmî uzmanlık alanları: Teorik kimya, fiziko-kimya, bilgisayar uygulamaları ve programlama.

Siyâsî - sosyal çalışmalar: KÜBİTEM (Kültür, Bilim ve Teknik Merkezi) kuruculuğu, Türk Ocağı Hars Heyeti ve Yönetim Kurulu üyeliği, Millî Düşünce Merkezi Yönetim Kurulu üyeliği; Töre, Devlet, Bozkurt, Türk Yurdu dergilerinde makale ve başka yazılar. Son Havadis, Yeni Ufuk, Ayyıldız gazetelerinde köşe yazarlığı.

Kitap: Metin içerisinde adları verilmiştir.