Putin’in usta satranç oyuncusu taktikleriyle Kırım’ı Rusya’ya katma sürecinin başlamasıyla batılı aktörler adeta donakaldılar. Ukrayna’ın Rusya’ya yakın bölgelerinde yaşanan son hadiseler de bu oyunun parçası olarak değerlendirilmelidir. Şimdiden bazı Ukrayna şehirlerinde Rus yanlıları kontrolü ele geçirdi ve devlet binalarına Rus bayrağı çekti. Bu aşamada sorunu ancak Kırım’ı “yutmuş” durumdaki Rusya’nın çözmesi beklenebilir. Ukrayna’da daha fazla kan dökülmemesi ve ülkenin bölünmemesi için muhtemelen Putin ile işbirliği seçeneği masaya yerleştirilecektir.
Genellikle sorunlar patlak verdikten sonra siyaset gündemine gelmekte veya siyaset araştırmalarına konu olmaktadır. Halbuki büyük stratejilerin arkasında gündemi belirlemek yahut aleyhteki gelişmeleri önceden görebilmek ve tedbir alabilmek yeteneği bulunmaktadır. İşte Kırım ile benzer özelliklere sahip Kuzey Kazakistan konusunda Nazarbayev’in uyguladığı strateji bu alanda büyüklerdendir.
Sovyetler Birliği’nin dağılma aşamasındaki kilometre taşları Rus milliyetçileri üzerinde büyük şaşkınlığa sebep olmuştur. Hatta Sovyetler dışındaki Sosyalizm hayranları dahi bu “dramatik rüya”nın bir şekilde sonunu bekliyorlardı. 19 Haziran 1991’de Sosyalizmin temel ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle Moskova’da gerçekleşen darbe girişimi Türkiye’de duyulduğunda, ünlü bir SBF hocamız gazetedeki köşesinde özetle “Gerçek Komünizmi bundan sonra göreceksiniz, kimse Sovyetler Birliği’nin dağılmasını beklemesin” gibi bir yazı döşenmişti. Ancak bu darbenin başarısızlık ilanı için iki gün yetmişti.
Başarısız darbeden hemen sonra cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar. 1954’de Kırım’ın hediye edildiği Ukrayna’nın 1991’de bağımsızlığını ilan etmesi o zaman Rusya için ciddi bir problem değildi. Esasen Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) temeli başlangıçta üç Slav cumhuriyeti Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna tarafından atılmıştı. Buna karşın Rus stratejistlerin gelecekle ilgili endişeleri sözkonusuydu.
Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Varşova Paktı’nın dağılması sürecinde cumhuriyetler de kaynamaya başlamış, 1990’da arka arkaya egemenliklerini ilan etmişlerdir. Bir yıl sonraki bağımsızlık yolunda bu önemli bir adımdı. Nobel ödüllü Rus fizikçi Soljenitsin daha 18 Eylül 1990’da bir makalesinde Rusların yoğun olduğu Doğu ve Kuzey Kazakistan’ın aslında Rusya’nın parçası olduğunu, Sovyetler Birliği dağıldığı takdirde bu bölgenin Rusya Federasyonu’na bırakılması gerektiğini yazmıştı. Bir dönem Kazakistan’da rejime karşı hareketleri yüzünden kamplarda yaşamak zorunda kalan fizikçinin gerekçesi ise ilginçti: Bu bölge tarihi olarak Rusya’ya ait olup, Komünist yöneticilerin şuursuzca çizdikleri haritalar sebebiyle o gün Kazakistan sınırlarında gözükmekteydi. Halbuki sözkonusu bölgedeki Rus nüfusu, Çarlık döneminde, özellikle de 1950’lerde uygulanan “Bakir Bölgelerin Tarıma Açılması Projesi” kapsamında fakat gerçekte ise bölgeyi Ruslaştırmak için göç ettirilenlerden oluşmakta olup tarihi bakımdan “Rus ülkesi” denebilecek delil bulunmamaktadır.
Soljenitsin’in bu iddiaları bazı devlet kurumları ve siyasiler tarafından da benimsendi ve gündemdeki yerini aldı. Sözkonusu bölgelerde Rus nüfusu yüzde seksenleri bulmakta olup Kazakistan siyaseti, ekonomisi ve teknolojisinde Rusların büyük ağırlığı bulunmaktaydı. Ülkedeki askeri birliklerde ve komuta kademesinde dahi Rus ağırlığı dikkat çekmekteydi. Bütün bunlara karşın Rusya’nın içinde bulunduğu başta ekonomik çıkmazlar olmak üzere diğer sorunlar bu gibi tartışmaları dikkate almadan mevcut sınırlar çerçevesinde cumhuriyetlerin bağımsızlıklarının ve sınırlarının tanınmasını ve başta BDT olmak üzere işbirliği zeminlerinin oluşturulmasını zorunlu kıldı.
Kazakistan’ın halen devlet başkanlığı makamında bulunan Nazarbayev gelecekteki tehlikeleri dikkate alarak Ruslarla güven ve işbirliği temelli politikalara öncelik verdi. BDT’nin kurucu belgesi Almatı (Almaata) Deklarasyonu bu kaygı ve tedbirlerin bir ürünü ve Nazarbayev’in diplomatik şahaseri olarak Kazakistan’ın o günkü başkentinde imzalandı. Nazarbayev, 1994’de ülkesinin başkentini Almatı’dan Kuzey Kazakistan’da bulunan Akmola’ya taşıdı. 1998’de başkentin ismini Astana olarak değiştirdi. Başlangıçta nüfusu 10.000 olan yeni başkente gençlerin yerleşmesini teşvik etti. 1990’lar boyunca Kazakistan’daki Rusların önemli bir kısmı, diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi bir yolunu bulup Rusya’ya göç etti. Bu süreçte Nazarbayev yönetimi Moskova ile ilişkilerini daima işbirliği ve güven çerçevesinde yürüttü. Siyaset Bilimi derslerine konu olacak yumuşak güç politikasının en başarılı örneklerinden birini verdi.
Kazakistan’ın Rus yoğun bölgeyi muhafaza etmede ve genel olarak 6.477 km sınır paylaştığı dev ülkenin gelecekteki saldırgan tutumlarından korunma yönündeki politikasını, Ukrayna yöneticileri de biraz örnek alsaydı bugün yaşananlara ve henüz tamamlanmamış kanlı sürece gerek kalmayacaktı. Ukrayna’nın buradaki şanssızlığı AB’ye komşu olması ve ABD’ye güvenmesiydi. Bu şanssızlık diğer birçok ülkenin de yaşadığı gibi stratejik öneme haiz bölgelerde büyük güçlerin oyuncağı haline gelmek, kendi gerçek pozisyonunu ve politikalarını görememek olarak tanımlanabilir. Şunu da belirtelim ki Kazakistan’ın Rus yoğun bölgelerde Moskova’nın muhtemel iddialarını gündemden kaldırmasında Rusya’nın kaybı yoktur. Hatta bu süreçten Rusya ve Ruslar da kazançlı çıkmıştır. Aksi takdirde anlaşmazlıkların yol açacağı sıcak çatışmalar, bir dönem güçlü Rusya’nın kazanmasıyla sonuçlansa dahi intikam politikalarıyla her iki taraf sürekli kaybeden olacaktı. Tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi. Soros fonu kaynaklı hareketler bu ülkeye barış ve huzur getirmemiştir. KGB patentli olanlara da bel bağlamamak gerek.