Kırım, tarihi yeniden yaşıyor

Abone Ol

Kırım, Çariçe II. Katerina döneminde imzalanan  Küçük Kaynarca Anlaşması'yla Osmanlı'nın himayesinden çıkarılıp "bağımsız" hale getirilmişti.  1783'te II. Katerina'nın isteği ile Kırım'ı işgal eden Ruslara karşı açılan savaşta başarılı olamayan Osmanlı, 1792'de imzalanan Yaş Anlaşması'yla Kırım'ın Rusya'ya ilhakını kabul etmek durumunda kalmıştı.
Küresel aktörler arasında enerji kaynaklarının ve dağıtım yollarının kontrolü bağlamında yaşanan mücadelenin, tarihe yön veren kritik coğrafyalardan biri olan Ukrayna/Kırım'da düğümlenebileceğini ve Kırım'ın Ruslar tarafından işgal edileceğini, dört yıl önce, TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY söylemişti.

Kırım Özerk Cumhuriyeti, Batılı ülkelerin uluslararası hukukla bağdaşmadığı gerekçesiyle tanımayacaklarını ilan etmelerine rağmen, geçtiğimiz Pazar günü yapılan referandum sonuçlarına dayanarak, Ukrayna'dan ayrılıp Rusya'ya bağlanma kararını hızla uygulamaya koydu. Kırım Parlamentosu, referandum sonrasında ilan ettiği bağımsızlık bildirisiyle, "Bağımsız Kırım Cumhuriyeti"ni ilan etti.
Kırım Parlamentosu'nun aldığı bu kararla, 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması sonrasında Kırım'da yaşananlar yeniden yaşanmış oluyordu. Hatırlayalım: Kırım, Çariçe II. Katerina döneminde imzalanan  Küçük Kaynarca Anlaşması'yla Osmanlı'nın himayesinden çıkarılıp "bağımsız" hale getirilmişti.  1783'te II. Katerina'nın isteği ile Kırım'ı işgal eden Ruslara karşı açılan savaşta başarılı olamayan Osmanlı, 1792'de imzalanan Yaş Anlaşması'yla Kırım'ın Rusya'ya ilhakını kabul etmek durumunda kalmıştı.
Ukrayna/Kırım coğrafyasındaki gelişmeler, tarihi ve kültürel bağlarımızın kazandırdığı stratejik derinliğimiz nedeniyle, tarihin her döneminde bizi yakından etklemiştir. Evliya Çelebi'nin belirttiği gibi Kırım, giderek güçlenen Rusya karşısında, Osmanlı için bir "Sedd-i Sedid (sağlam duvar)"ti. Tarih, bu coğrafyadaki gelişmelerin bizi gelecekte de etkileyeceğini söylemektedir.
İskoç tarihçi ve yazar Neal Ascherson'un Karadeniz'in tarihteki önemini incelediği "Karadeniz" adlı ünlü eserinde, Osmanlı'nın Kırım merkezli geliştirdiği Karadeniz stratejisi konusunda özetle şöyle diyor:
"Rusların açık denizlere ulaşmasında Türklerin engel oluşturdukları üç kilit nokta vardı: İlki, Don Nehri'nin denize ulaştığı coğrafyaya hükmetmek için Türkler tarafından yapılmış olan Azak Kalesi. İkincisi, Kerç Boğazı'na set çekmek amacıyla yaptırılmış olan Yeni Kale. Üçüncüsü de, doğal olarak, Akdeniz'e açılan İstanbul ve Çanakkale boğazları..."
Azak Kalesi, Yeni Kale, İstanbul ve Çanakkale boğazları.. Osmanlı'nın Karadeniz stratejisi, Rus donanmasını kuzeyde, Azak'ta tutabilmek ve Karadeniz'e çıkmasını engellemek için, bugün Ukrayna tarafında kalan Kerç Boğazı'nı kontrol altında tutmayı hedefliyordu. Osmanlı, uyguladığı bu strateji ile, yüzyıllar boyunca Karadeniz'in bir Türk Gölü olarak kalmasını sağlamıştı.
 Osmanlı'nın, Rusların Karadeniz'e inmelerini engellemek amacıyla Azak Denizi'nin kuzeyinde oluşturduğu ilk set olan Azak Kalesi I. Petro döneminde (1700), ikinci ve en önemli stratejik kontrol noktası olan Yeni Kale de, Çariçe II. Katerina döneminde imzalanan  Küçük Kaynarca Anlaşması'yla (1774) elden çıkmıştı.
Küçük Kaynarca Anlaşması'yla Osmanlı ilk defa savaş tazminatı ödemiş, Ruslar kapitülasyonlardan yararlanma hakkı elde etmiş ve en önemlisi, Kırım'ın Osmanlı'nın himayesinden çıkarılıp "bağımsız" hale getirilmesi sonucunda Karadeniz bir Türk Gölü olmaktan çıkmış, Balkanlar ve boğazlar Rus tehdidine açık hale gelmişti.
1783'te II. Katerina'nın isteği ile Kırım'ı işgal eden Ruslara karşı açılan savaşta başarılı olamayan Osmanlı, 1792'de imzalanan Yaş Anlaşması'yla Kırım'ın Rusya'ya ilhakını kabul etmek durumunda kaldı. Kırım'ın kaybedilmesiyle Osmanlı'nın Balkanlardan sökülme, tarihin karanlıklarına gönderilme süreci başlamış oldu.
Kırım Savaşı'nda (1853-56) İngiltere, Fransa ve Piyemento'nun, Rusların sıcak denizlere inmesini engellemk amacıyla Osmanlı'yı desteklemeleri nedeniyle, bu süreç kesintiye uğramış olsa da, Balkan savaşları ve onu izleyen I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmişti.
Küresel aktörler arasında Osmanlı'nın mirasını paylaşma kavgaları, II. Dünya Savaşı sonrasında Kırım'da toplanan Yalta Konferansı'nda (1945) ABD ile Rusya'nın imtiyaz alanları konusunda anlaşmalarıyla bir süreliğne rafa kaldırılmıştı. Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında, ABD'nin Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan eski coğrafyasındaki enerji yataklarını ve dağıtım yollarını kontrol altına almak amacıyla Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında başlattığı ataklar, Suriye'de, Mısır'da ve Ukrayna/Kırım'da ABD/AB ile Rusya'yı karşı karşıya getirdi.
Doğulu ve Batılı emperyalist üleler arasında yaşanan, bir yönüyle Osmanlı mirasını paylaşma kavgası olan güç gösterilerinin giderek dünya barışını tehdit eden küresel kapışmaya dönüşeceği tahmin ediliyordu.

TASAM BAŞKANI SÜLEYMAN ŞENSOY
KIRIM'IN İŞGAL EDİLECEĞİNİ DÖRT YIL ÖNCE SÖYLEMİŞTİ


İki küresel aktör arasında sürdürülen enerji savaşlarının, Ukrayna/Kırım parselinde yaşanan çatışmalar üzerinden dünyamızı bir felakete sürükleyecek gelişmelere neden olabileceğini söyleyen strateji uzmanlarından biri de TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY'du.
TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY, Anadolu Ajansı’na verdiği ve daha sonra TASAM internet sitesinde yayınlanan 26 Ağustos 2008 tarihli beyanatında şunları söylemişti:

"RUSYA'NIN KIRIM'I İŞGALİ BİLE
SÖZ KONUSU OLABİLİR


11 Eylül 2001 ile birlikte değişen uluslar arası dengelere bağlı olarak ABD tarihte ilk defa Rusya’nın birinci derece kuşak alanı olan Gürcistan ve Ukrayna’ya Kadife ve Turuncu devrimler ile giriş yaptı. Aynı dönem, Avrupa Birliği yeni üyeleri ile birlikte Karadeniz ve Ukrayna sınırına kadar genişledi. Dolayısıyla Batı Bloku açısından hem Kafkasların Enerji Koridoru Gürcistan hem de Karadeniz’in önemli ülkelerinden Ukrayna’da iş başına gelen yönetimler çok önemli ve korunması gereken unsurlar haline geldiler.
Türkiye’nin girişimleriyle kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nde Avrupa Birliği’nin artan etkisi de bu sürecin göstergelerinden birisiydi. Son yıllarda çeşitli vesilelerle sürekli yükselen tansiyon aslında bugünkü olayların habercisiydi. Kosova’nın bağımsızlığının tanınması da bu süreci hızlandıran en önemli etkenlerden birisi oldu.
Bu süreçte bir taraftan, ABD’nin Irak’ta henüz başarıya ulaşamamış olması, Suriye ve İran’la olan ciddi problemleri ve kendi içinde yaşadığı ekonomik durgunluğa bağlı sosyo-ekonomik sorunlar, diğer taraftan enerji fiyatlarındaki artıştan sağladığı yüksek gelirler ve yönetişimindeki toparlanma Rusya’ya ciddi avantajlar sağladı.
Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğinin olumsuz neticelenmesi ardından Gürcistan’ın Güney Osetya’ya müdahalesi Rusya için fırsat doğurdu. Yaşanan savaş, ateşkes ve Rus ordusunun belirli merkezlere geri çekilmesini müteakiben Abhazya ile Güney Osetya’nın bağımsızlığını büyük ölçüde tanıması, sürecin şiddetinin yükselerek devam edeceğini göstermektedir.
Fakat açıkçası potansiyel olarak esas tehlikenin Ukrayna merkezli yaşanacağını düşünüyorum. Sıradaki krizin AB’ye komşu olan Ukrayna’da çıkacağı gözüküyor. Çıkması muhtemel bu kriz kontrol edilebilir boyutları aşarsa Rusya’nın Kırım’ı işgali bile söz konusu olabilecektir.
Türkiye açısından çok büyük tehditler içeren bu gelişmeler içerisinde en önemli risk unsurunun, Amerika’nın müttefik olduğu Ukrayna ve Gürcistan’ı korumak için Karadeniz’de bir deniz gücü bulundurmayı uzun süredir düşündüğünü değerlendiriyorum. Bu da Montrö ve Boğazlar sorununun daha da büyüyebileceği anlamına gelecektir.
Bu bağlamda Türkiye’nin, Kafkaslarda Ermenistan ile olan sorunlarını en aza indirgeyerek asgari müştereklerde işbirliğini hızlandırması, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Avrupa Birliği, NATO ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ndeki etkinliğini de kullanarak bölgedeki krizin daha da büyümesini engellemeye çalışması ve yaşanan olumsuz gelişmelerden en az zararla kurtulmak için yoğun gayret ve proaktif bir performans göstermesi gerekmektedir."
Türkiye, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Avrupa Birliği, NATO ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ndeki etkinliğini de kullanarak, bölgedeki krizin daha da büyümesini engelleyebilecek mi? Siyasetçilerimiz, miting meydanlarının iç siyasete yoğunlaşan atmosferinden sıyrılabilecekler mi? Güneyimizden kuzeyimize sıçrayan ve giderek bizi de tehdit etmeye başlayan bu yangının ciddiyetini fardedebilecekler mi?