İnsanların humsu / beşte biri, hattâ kısmı azamı / en büyük kısmının Kur’an’a; müncezibane / cezbeye / çekime uğramışcasına ve dindarane / dindara yakışacak tarzda irtibatı / bağı var.

     Hakikatperestane / hakikate düşküncesine, müştakane / çok istekli olarak Kur’an’a kulak vermesi var. 

     Çok emare, belirti, vak’a ve olayların, keşfiyat ve keşiflerin şahadeti / şahitlik ve tanıklıklarıyla gözlemlenmiştir ki; görünmez, lâtif yaratıklardan olan cinler ve nurdan yaratılmış görünmez mahlûklar olarak bilinen melekler, yine cisimsiz, görünmez varlıklardan sayılan ruhanîler; Kur’an’ın tilâveti / usûlüne uygun olarak okunduğunu duyduklarında, pervane gibi etrafında dönüp dolaştıkları bilinen gerçeklerdendir.

     Bu nevi / bu çeşit varlıkların hakperestane / doğruluktan ve Haktan yana olduklarını gösterircesine öyle bir toplanmaları var ki, müşahede edilen / gözlemlenen durumlar cümlesindendir.

     Tüm bu tespit ve farkına varışlar; Kur’an’ın kâinatça / bütün âlemlerce ve tüm varlıklar tarafından makbuliyeti / kabule mazhar olması ve beğenilmesinin belgelenmesinden başka bir şey değildir.

     Yine bu tespitler, Kur’an’ın en yüksek bir makam ve mevkide bulunduğuna dair atılan imzalar hükmündedir.

     Tüm insanların her tabaka, her sınıf, isterse en gabi / anlayışsız, en âmî / cahilden tut, ta en zekilerine, en âlim / en bilginlerine kadar her bir gurup; Kur’an’ın dersinden tam hisse ve pay almasını bilmişler, en derin hakikat ve gerçekleri fehmetmiş ve anlamışlar.

     Gelmiş geçmiş sayısız bilginler, dinî delillerden hükümler çıkaran müçtehitler, dinin temel esasları olan akait ilminin âlimleri, kelâm ilminin zeki muhakkikleri / araştırıcıları gibi, her taife, fırka ve gurubun; kendi ilimlerine ait bütün hâcâtını / ihtiyaç ve gereksinimlerini, cevap / yanıt, mânâ ve anlamlarını Kur’an’dan istihraç edip çıkarmışlar.

     İşte bütün bunlar Kur’an’ın menba-ı hak / gerçeğin ve doğrunun kaynağı ve maden-i hakikat / hakikatin, gerçeğin mahzeni olduğuna atılmış birer imza hükmündedir.

     Edebiyatça en ileri bulunan Arap edipleri / edebiyatçıları -şimdiye kadar Müslüman olmayanlar- muarazaya / sözle karşılıklı mücadeleyi çok istedikleri halde; Kur’an’ın mu’cizeli oluşunun yedi büyük yönü varken, yalnız bir tek yönü olan belâgatinin -tek bir suresinin- mislini / benzerini getirmekten - getiremiyecekleri - için istinkâf etmiş, çekinmiş ve kaçınmışlardır. 

     Nitekim Kur’an’ın benzersizliğine bir delil ve kanıt da, şimdiye kadar gelen ve muaraza / sözle karşılıklı mücadele ile şöhret kazanmak isteyen meşhur / ünlü beliğlerin, zeki âlimlerin; onun  mucize oluş gerçeğine karşı çıkamamalarıdır.

     Bu durum karşısında âciz ve güçsüz bir şekilde susmaları; Kur’an’ın mucize ve beşer takatinin / gücünün fevkinde / üstünde olduğunun bir çeşit tasdiki ve onaylanmasıdır.

     Evet, bir kelâm / söz, lâfız “Kimden gelmiş, kime gelmiş ve ne için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti / yüceliği ve belâgati / edebî oluşu tezahür eder / görünür, meydana çıkar. Bundan da anlaşılmış olur ki, Kur’an’ın misli / benzeri olamaz, ona yetişilmez. 

     Çünkü Kur’an bütün âlemlerin Rabbi, tüm kâinatın Hâlikı / Yaratıcısının yani Allah’ın hitabı / O’nun seslenişi ve konuşmasıdır. Hiçbir şekilde taklidi, tasannuu / yapmacıklığı hissettirecek hiçbir emare, belirti bulunmayan bir mükâlemesi / konuşmasıdır.

     Kur!an bütün insanların, belki tüm mahlûkatın namına onların mümessili, temsilcisi. 

     İnsanların en meşhur / tanınmış namlı muhatabının şahsında, tüm insanlığa bir hitap şekli.

     Öyle bir muhatap ki, kuvvet ve imanının büyüklüğü, koca İslamiyeti zuhur ettirmiş. Kendisini Kab-ı Kavseyn / bütün yaratılanların Cenabı Hakk’a muhatap olduğu makama çıkartmış. Samedanî / her şeyin kendisine muhtaç olduğu hâlde, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’a muhatap ettirmiş; bu mazhariyet Kur’an’ın inmesine de vesile olmuştur. İçinde Saadet-i Dâreyn’e / Dünya ve Âhiret saadet ve mutluluğuna yer verilmiş, kainatın yaratılışı konu edilmiş. 

     Bundaki Rabbanî / Rab’la ilgili maksatlara ait mes’eleler ele alınmış. O muhatabın yani Hz. Muhammed’in bütün İslâm hakikatlarını taşıyan en yüksek, en geniş olan imanını beyan ve izah etmekte, açıklamaktadır. 

     Yine öyle bir Kitap ki, koca kainatı bir harita, bir saat, bir hane gibi her tarafını gösterip, çevirip onları yapan sanatkârı tavrıyla ifade edip öğreten Kur’an’ın mislini getirmek, elbette mümkün ve olası değil. Velhasıl, onun mucizelik derecesine asla erişilmez.