Ne garip bir zamanlar hafif kadınlar bunlar diye bakarlardı da, makyaj yapamaz, güzel yada açık saçık giyinemezdi buralarda..
Türkiye’den hele de İzmir’den gelmişsen; hele ki kovulmuşsa ailen bir ülkeden başka bir ülkeye… İnsana nasıl da kötü ve zavallı gözü ile bakıyorlardı..
O yüzdendir bürokrat oldu çocukları torunları.. Kalbur üstü bir sülale oldular.. Ahlak, temizlik ve dindarlık bakımından..
Bu ezilmişlik duygusuydu belki de onları, bu üst tabaka insan sınıfına sokan..
Şimdi torunları, ülkenin eçiliklerinde, üst makamlarda görevli, yurt dışı tanıtımların da görevlendiriliyorlardı..
Kim derdi arkasından Türk dölü diye alaya alınarak bağırılan bu insanlar bir gün bu kadar asilzadeler olacaklar bu ülkede..
Büyükanne -Haydi kızım bana bir kahve yap... Türk usulü olsun.. Kahvesini içerken aklından geçiriverdi eski günlerini.. Ne kadar zorluklar çekmişlerdi..
Zaman en iyi ilaç derler ya; ne kadar da soğru söylenmiş bir sözdü… Ve zaman; insanları ve insanların bakış açılarını nasılda değiştiriyordu..
1922 öncesinde Balkan harbi zamanında, İzmir’den gelmişti bu topraklara.. Bir anacığı, iki kardeşi ve bir de kendi.. Babası İzmir’de kalmıştı amcasını bulacak ve onunla birlikte döneceklerdi..
Kahverengi saçları, mahur bakışları. Kudret kalemi çekilmiş gözlerine, evet böyle derlerdi Türkiye’de ona… Türkiye İzmir Urla’da konak kızıydı o.. Varlıklı, eğitimli, bir eli yağda, bir eli balda büyümüştü kapılarında bir dolu hizmetlileri..
İlk Midilliye gelmişlerdi, ser sefil yarı aç yarı tok.. Yükte hafif, pahada ağır ne varsa babası onlara emanet etmiş ve iyi saklayın demişti.. Dağlı Yunanlılara kaptırmayın sakın, zira onlar hırsızdırlar..
Ana kız adını bile, bilmedikleri bir taşlık alana bırakılmışlardı.. Türkiye’den gelenlerin bir kısmını daha önce buraya yerleştirmişler.. Onlara da herkes gibi biraz toprak parçası vermişti Yunan devleti.. Kırık dökük duvarları olan eve benzer bir baraka vardı içinde..
Yakınlarda bir köy vardı, alış- veriş yapabilecekleri üçbeş ihityaçlarını giderebilecekleri bir köy..
Ana kız ne zaman elzem ihtiyaçlarını almak için bu köye inseler herkes hafif tebessümle, alaycı ifadelerle bakarlardı, erkekler bıyık altından gülümserdi.. Meğer Türkiye’den gelenler hafif kadın olurlarmış hele ki İzmir ve çevresinden se kesinlikle fingirdek aşiftenin teki! Olurlarmış..
Namuslarını korumak için ne yapacaklarını şaşırır vaziyete girmişlerdi ana kız.. Oysa onlar, sık sık kiliseye giden, pazar ayinlerini asla kaçırmayan, elzem gereklilikler olmadıkça sokağa bile çıkmazlardı… Ta kii babası gelinceye kadar.. Babası amcasını bulamamıştı. Türkiye’de kalmıştı amcası ama en azından onlar ailecek bir arada idiler.. Baba Yorgos oldukça uzun boylu, kapkara saçlı, beyaz tenli çok çok yakışıklı bir adamdı.. Ne yerleştirildikleri yerde nede yakın köylerde bu aile kadar: Tanrının güzel suretli insanları yoktu..
Amcası Dimitri dağlara çıkınca darlandı babası, ne dediyse, ne etiyse inandıramadı, ne komşularını nede candan arkadaşlarını. Amcası Dimitri Adana’ya kadar gitmişti çete lideriydi.. Aranan bir adam, bir kaçak, bir asi, bir vatan haini evet öyle diyorlardı… ve amcası ile hepsinin de kaderi değişmişti.. Bir kişinin özgür iradesi ile aldığı karar tüm sülaleyi sığmaz etmişti memlekete.. Halbuki Dimitri amca Adana’ya Ayşe için gitmişti Müslüman olan Ayşe için.. Aşkı için gitmişti.
Dimitri amca -İçim susmuyor babaaaa… Ayşe gittiğinden beri sığmıyorum buralara, gidesim var Adana’ya kadar gidesim var.. Ben karar verdim dağa çıkacağım çeteye katılacağım.. Onlar gideceklermiş güneydoğuya hatta doğuya kadar gideceklermiş… Ayşe’ye gideceğim baba yada öleceğim…
Babası -Öl bre!! diyordu...
Eğer sen dağa çıkarsan bizi buralara sığdırmazlar hepimizi bir den yakacaksın!!…
Not = KİMSİN SEN? ΠΟΙΟΣ ΕΙΣΑΙ; adlı henüz yayınlanmamış romanımdan alıntı……