Tarih oturumlarında, Türkiye’nin iç meselelerinde; siyasilerimiz ve bürokratlarımız, ana-muhalefet, muhalefet ve iktidar partilerimiz, “Millet Bütünlüğü” bahislerinde, söz birliği etmişçesine şöyle buyurmaktadırlar: (Türk, Kürt, Çerkez, Pomak ve Hıristiyan hepimiz bir milletimiz…) Peki en tabii demokratik hakkımı kullanarak soruyorum: ( BU HIRİSTİYANLAR DA KİMLER OLUYOR?...) Hemen herkesin bildiği gibi, Hıristiyanlık bir dindir. Herhangi bir kavim değil!... Demem odur ki; “Müslüman isen ırki adın da söylenebiliyor da, “Hıristiyan dininden oldun mu” “ırki adın” yoklara karışıyor ve aynen bir ümmet mensubundan hiçbir farkı kalmıyor?!.. Sözün kısası: (Bizler yânî Ermeniler, bir kavim mensubuyuz. Sadece Hıristiyan değil!) Dolayısıyla, Ermeni Kavimi mensubu olmak, nasıl bir utanç sayılıyor ki, bizim adımız anılmıyor?!.. Selçuklular’dan günümüze, iç içe birlikte yaşadığımız ve ayrıca onca hizmetimiz olmasına rağmen, bir nevi “asimilasyon”a tabi tutulurcasına ırki adımızın tamamen gündem dışı tutulması ve Ermenilerin de Türk Milleti’nin bir nüvesi olduğunun “Türk-Ermenileri” gözlerden uzak tutulmaya çalışılması vs. biz Türk-Ermenileri’nin en ziyade üzüldükleri husustur!... Şu noktanın açıklıkla bilinmesi lâzımdır ki aynen şudur: (Biz Ermeniler, Hz. Allah’ın yarattığı bir kavimiz ve bu kavmin bir kolu asırlardır ki, Türk kavmi ile iç içe yaşamaktadır ve hemen her sahada vatanından hiçbir hizmet esirgememiştir. Sakın ola bizlere, “Vatana ihanet ettiniz” gibi yakıştırmalarla karşılık vermeye kalkışılmasın. Zira, Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nu yıkıp yok etmeye kalkanlar, yânî bu konuda birinci derecede suçlu olanlar, günümüzde dahi “Türk dostu (!) Türkiye’nin Müttefiği (!) gibi” pek parlak sıfatlarla Türkiye ile çok rahat münasebetler içindedirler?!.. “Belediye Başkanlığı” seçimlerinin arifesinde, (CHP)nin hesabına günün konusuna temas eden bir değerli yazar “Soner Yalçın” (CHP)’nin sadece kravatlılar olmadığını ve Halk Partisi’nin gerçek mânâda halkın partisi olduğunu dile getirmişler ve tarihi vesikalara yer vererek bu hususu bilhassa belirtmek çabası göstermişlerdir. Meselâ, “18 Eylül 1930” tarihli “ANADOLU GAZETESİ”nden alınan bir bölümden bazı pasajları aynen geçiyorum: (Cumhuriyet Halk Partisi’ndenim: Çünkü bu parti çiftçi ve köylü partisidir. Hürriyet, medeniyet, bağımsızlık ucuz alınır şeyler değildir. Bunlar can mal pahasına elde edilir. Cumhuriyet Halk Partisi üyesiyim; Çünkü bu parti en büyük Türk’ün, Gazi’nin partisidir.) Merhum, Mahmut Esat Bozkurt’un ileri sürdüğü iddialar doğru mudur?... Tabii ki, doğru olan bölümü de, olmayan bölümü de vardır!... (“22 Mart 2009 Pazar” tarihli HÜRRİYET GAZETESİ)nden aldığımız pasajlar bizleri de hayli gerilere götürdü ve yakın zaman tüneli içinde kısa bir yolculuk yaptık!.. Bu konuda söz sahibi olabilmek için, “Tarihçi, Araştırmacı vs.” olmaya asla lüzum yoktur. Zira konu öyle bir konu ki, sadece o günleri yaşamış olmanız, sizin bu konuda söz sahibi olmanıza hak tanır!... Sayın Soner Yalçın, “Not Defteri” adlı sütunundan bizlere şöyle seslenmektedir ki, içinde haklı olduğu yönler de hayli ağır basar. Ancak, bazı yönleri var ki, doğru olmasına rağmen bazı hem de hayati açılardan eksiktir ve bu eksikliği tabii ki, sayın refikim hiç mi hiç bilemezler. Bilemezler çünkü, hiçbir şekilde “AZINLIK OLMANIN” ıstırabını çekmemişlerdir ve zaten Hz. Allah da öyle bir ıstırap değil sayın refikim, düşmanım dahi çekmesin!.. (Seçim meydanları ve bazı köşe yazıları bir kez daha gösterdi ki, CHP hakkındaki bilgiler kulaktan duyma! Eleştiri yapıyor gibi gözüküp karalama yapanlara en iyi yanıtı kuşkusuz belgeler verebilir. CHP dün neleri savundu, nelere karşı çıktı? Cumhuriyet devriminin ideolojisi olan Kemâlizmin önde gelen teorisyenlerinden birinin yazdıklarını okumanızı istiyorum. Tespitlerinin bugüne benzerliklerine çok şaşıracaksınız.) Hayır! (1930)lar günümüzün benzeri değil, günümüzdeki “ayrılıkların” temel unsurudur ve merhâlde, merhale ve fakat emin ve sessiz adımlarla ilerleyerek, günümüze kadar getirilmiştir. Getirilmiştir diyorum, zira Türkiye üzerinde bir takım emeller taşıyan ve hâlâ aynı emellerine devam ettiren bazı devletlerin çevirdikleri muhtelif entrikaların temeli 1930’larda çoktan atılmıştı… Gerçi eşsiz Önderimizin tesis ettikleri bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1930’larda başarılarının doruğuna erişmiş durumdaydı. Ancak, “fitne, fesadın” temeli bir türlü kazınamamış, yoklara gönderilememişti. Ne var ki, eşsiz Önderimiz, bir cihan harbine sürüklenmeye başlaması an meselesi olan 1930’larda, daha önemli meselelerle yakından âlâkadar olduklarından ülke içindeki “ırkçılık cereyanlarına” pek zaman ayıramamaktaydı ve fakat pek de boş bıraktığı yoktu ve kısmen de olsa alâkadar olmaktaydı. Meselâ, 1930’larda “Milliyetçilik mefkûresine hiç yakışmayan bir akım: “Ülkemizin bilhassa büyük şehirlerini adeta örümcek ağı gibi sarmıştı!...” Bu “ırkçı akım” döneminde “Millet Gazetesi”nde neşredilmiş olan bir şiirin ifade ettiği mânâ, ilerde ne gibi tehlikelerin ülkemizi sarmaya başladığını anlatabilmek için yeter de artardı bile. Şair şöyle buyurmaktaydı: (Türk bu memleketin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bir tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman ve hatta dağlar böyle bilsin!) - Mahmut Esat BOZKURT- “19 Eylül 1930” Yüce Önderimiz, bu gibi akımların nasıl neticeler doğuracağını ve düşmanların bunu nasıl rahatlıkla kullanabileceğini gayet iyi bilmekteydi. Ancak üzerine, üzerine gitmekten sarfınazar ederek, tecridi şekilde tedbir almaktaydı. Meselâ; İsmet Paşa’ya birisi tek renk, diğeri karma renklerden müteşekkil iki vazo gösterip; dostane bir tebessümle: (-: Bunlardan hangisi daha güzeldir?) diye sorunca. Şu cevabı almış: (Hiç şüphesiz karışık olanı Paşam!) Atatürk gülümseyerek şu mânidar cevabı vermişler: (-: İsabet buyurdun İsmet: “Ermenisi ile Yahudi ile bu ülke bir bütündür. Ayırmak hayır getirmez. Yeter ki, Türklüğü benimsemiş ve yurttaşlık prensiplerini idrâk etmiş olsunlar.) Ben mevzubahis Şair ve Devlet adamının üzerinde fazla duracak değilim ve zaten sütunlarımıza aldığımız bölücü de değil, adeta parçalayıcı şiirinin neşrinden sonra, “Bakanlık görevinden, “27 Eylül 1930” kendi rızasıyla ayrıldı. Zira, Atatürk’ün varlığını sürdürdüğü dönem içinde hemen kimse, “ırk ayırımı” yapamazdı.” Çünkü, Atatürk birleştirici idi, ayırımcı değil! Bir Türk ve bir Fransız gemisinin çarpışmasından meydana gelen deniz kazası neticesi “Lahey Adalet Divanında” açılan davayı Türkiye’ye kazandırmış olmasıyla ün yapan ve bu başarısı sebebiyle Atatürk tarafından “Bozkurt” soyadına layık görülen bu zatın daha sonraki yıllarda böylesine bir şiir yazması tabii ki, hayli çelişkili bir fikir yapısı sergilemektedir!... Daha evvel de belirttiğim gibi, Atatürk devrinde Adalet Bakanlığı yapmış bulunan bu zat, nasıl oluyor da, “safkan Türk” olana her hakkı tanıyor ve fakat olmayanı da “Hizmetçi ve köleliğe” lâyık görüyor?!... Böylesine sakat bir düşünce, Türk adına ne kazandırır, soruyorum ne?... Hiç yanlış anlaşılmasın. Ben ne “CHP” düşmanı ve ne de herhangi bir siyasî partinin sempatizanıyım. Hiçbir partinin ne yanındayım ve ne de karşısında. Ancak: “Üç-kura askerlik”, “Varlık Vergisi” ve “ırki ayırım”, Atatürk’ün vefatından sonra daha doğrusu (1940’lı) yıllarda biri, diğerini takip etmiştir… Yânî demem odur ki: (Atatürk’ün dönemindeki CHP ile daha sonraki CHP aynı CHP olmayıp,) ayrı ayrı karakter sergilemektedir. Bunları bilmek için ise, arşiv karıştırmak değil, bizzat yaşamış olmak lazımdır. Yeni sayıda buluşmak üzere, hemen her değerli okuyucuma mutlu tatiller diliyorum efendim. Önemli not: Bu makale, (23 Mart 2009 Pazartesi) tarihinde yazılmıştır.