Kılıçların ruhu

Abone Ol

Yolu sahaflar dükkânına çıktığında; eski kitaplara, dergilere dokunarak küçük cümleler okumaktan zevk almayan yoktur. Hemen herkes kitap başlıklarına bakarak arayışlarına neler katacağına dair bir kurmacanın içinde buluverir kendini.

Günün birinde mavi yumuşacık kaplı bir defter geçmişti elime. Merakla kapağını açtığımda şaşırmıştım. Tek bir harfin yazılı olmadığı mat çiziler arasında bir iz, bir işaret aramak için sayfayı çevirdim. 

Kapağın içinde, “En güzel anılarım” yazısı ile karşılaştığımda şaşkınlığın yerini aniden sevince bırakırken birden yarım kaldı. 

Bu yalnız, yaşamaya geç kalan ve hatta hiç yaşamamış olan meçhul insanın bomboş sayfaları içimi sızlatmıştı.

Kim bilir hangi duygularla bu defteri satın almıştı?

Bu şaşkınlık ve iç burkulması bana kılıç sanatını hatırlattı: 

Japonlar kılıçların ruhu olduğuna inanır. Bir kılıç çıkar, öldürür ve yerine girer. Kılıç, filmlerde olduğu gibi birbirine çarpmaz ve sürtünmez. Yerinden sadece öldürmek için çekilir. Bunun felsefesi de şu sözde yatar: En usta Japon, kılıcı hiç yerinden çıkmayandır. 

Bu üç hareketin insan hayatını alması gibi defterde düşüncelerimi halden hale geçirmişti.

Birinden diğerine geçen bu duygulanımlar içinde düşüncelerim yüzlerce senaryo üretti.

Bir insanın anı’sızlığına inanmak çok güçtü. Ya da öyle çok yaşamış, öyle güzel anı’lara sahip olmuştu ki biz göremiyorduk!

Aklımdan çıkmayan bu olay; yaşamı kaçıranlara, geç kalanlara, gidip onu almayanlara sanki bir ders niteliğindeydi. Zamanla mavi kabından dolayı “meçhul adamın defteri” olarak hatırladığım andaç, hayatının sembolü olarak kalacaktı.

Her ne kadar yazmamış olsa da meçhul adamın da bir ruhu vardı ve öyle ustaydı ki kalemini hiç çıkarmamıştı.