Safında her kavimden müslümana yer vererek, başını çektiği ve İslâm uğrunda yaptığı cihatlar sonunda fethettiği / aldığı bu topraklar; Türklerin “Kılıç Hakkı”dır.

     Böyle bir Türkiye’de yaşayanlara -zaten kendi öz adları olduğu için- verilen “Türk Milleti” ismi; Türklere ve Türkleşmiş yani müslüman olmuş -gayri Türk- vatandaşlara -nedense- çok görülüyor!

     Halbuki Salip ve Haçlılar; karşılarına dikilen her müslümana -aslen Türk olmasa bile- “Türk” ve her müslüman olana “Türk oldu.” derler.

     İşte, Türklerin bir hilâl uğruna çarpıştığı hasımları olan Haçlılar; karşılarında başı çekenin hep Türkler olduğunu gördükleri için, Türkleri daima düşman bellemiş, Anadoluyu hep Türkiye diye isimlendirmiş. Anadolu’yu Türk Vatanı olarak zikretmişler. İşte kılıç hakkı olan bu vatanı yani Türkiye’yi Türklere -maalesef- çok görenler olduğu gibi, kendi öz isimleri olan “Türk” ismine karşı da -yazık çok yazık ki- hazımsızlıklar var!

     Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, milletin öz isminin üstü çizilerek; “Türk Milleti” yerine, yarın ona da itiraz edilmeyeceği “Ne mâlûm?” diyebileceğimiz; ne idüğü meçhul “Türkiyelilik!” adı konulmak, ne idüğü belirsiz “Türkiyelilik!” yaftası yapıştırılmak isteniyor!

     Oysa o Türkler ki: On yıl değil, yüz yıl değil, bin yıldır bu topraklara sırtını vererek; İslâmı küffâra / kâfirlere / İslâm olmıyanlara karşı durmadan savunmuşlardır.

     Dile kolay tam bin yıl İslâma hizmet eden, daha da edecek ve hâlen etmekte bulunan Türk Milleti’nin adına ne yazık ki, tahammülsüzlük emareleri var! Ona karşı hoşnutsuzluk eserleri gösteriliyor!

     Halbuki o Türk Milleti: Değil İslâmiyeti seçişinden, kendisini tarihte bilişinden beri, insanlığa hizmet aşkıyla yanıp tutuşmuş. Mümtaz / seçkin bir millet olarak kendini insanlığa karşı vazifeli ve görevli bilmiş. Kendini tüm insanlığa adamıştır.

     Üstelik bu haslet ve özelliği Hak’tan bilmiş. Bu duyguyu Hak’tan almıştır.

     İşte Türkler -Allahın bahşetmiş olduğu- böyle yüksek bir inanç sahibidir.

     İşte böyle bir milletin adı, bu topraklara verilmiştir.

     İşte bu kendi öz millet ismi; ona ve ondan farksız olan diğer millet fert ve bireylerine -yersiz olarak- maalesef çok görülüyor!

     Sözü, Türk Milleti’nin nasıl bir keyfiyet içerdiğini ifade eden Asrın Âlimi’ne bırakıyorum:

     “Benim gibi pek ciddî bir muhabbetle (sevgiyle) Türk Milletini seven ve Kur’an’ın senasına (övgüsüne) mazhariyetleri (lâyık olmaları) cihetiyle Türk Milleti’ni pek çok takdir eden ve altıyüz senedenberi (Selçuklular ile birlikte bin yıldır) bütün dünyaya karşı koyan ve Kur’anın bayraktarı olan bu millete karşı gayet şiddetli taraftar bulunan (biriyim).

     “Ve bin Türkün şehadetiyle (tanıklığıyla sabittir ki) Türk Milleti’ne bilfiil hizmet eden ve kıymettar (değerli) otuz kırk Türk gençleri, namazsız otuz bin hemşehrilerime tercih etmekle bu gurbeti ihtiyar eden (seçen biriyim).

     “Ey Efendiler! Ben, her şeyden evvel Müslümanım ve ...(Doğu’da) dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli (ve yararlı) hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sâdık ve en hâlis (en içten) kardeşlerim Türklerden çıkmış(tır).

     “Ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyem cihetiyle (Kur’ana hizmetkâr mesleğim / yolum bakımından), her milletten ziyade Türkleri sevmek ve (onlara) taraftar olmak; kudsî (kutsal) hizmetimin muktezası (gereğidir).

     “Kendini milliyetperver (milliyetçi) gösteren adamların bini kadar Türk Milleti’ne hizmet ettiğime, hakiki ve civanmerd (asil) bin Türk gençlerini işhad edebilir (şahit ve tanık olarak gösterebilir)im.

     “Ey Efendiler!...Türk gençlerinin medar-ı iftiharı olacak (övülmeye değer) bir kısım zatlar (kimseler) var ki ...bu ...civanmerd (asil) ve muhterem (saygın) Türk gençleri ve ihtiyarların içinde öyleleri var ki; onların bir tanesini, kendi milletimden yüz adama değiştirmem...

     “İçinde öyleleri var ki, ...âlî seciyelerin (yüksek ahlâkın) en hâlis (en saf ve içten) nümûnelerini (örneklerini) o âlicenab (şerefli ve haysiyetli) Türk arkadaşlarda kemal-i hayret (büyük bir hayret) ve takdirle gördüm.

     “Ve Türk Milleti’nin sırr-ı tefevvukunu (üstün oluş sırrını) onlarla anladım.

     “Ben, vicdanımla ve çok emareler (işaretler)le temin ederim ki; eğer bu  mâsum(lar) ...adedi (sayısı)nca vücudlarım bulunsaydı veyahud onların umumuna gelen her nevi (her çeşit) meşakkatleri (zorlukları)nı alabilseydim, kasem (yemin) ederim ki, müftehirane (iftihar ederek) o kıymettar (o değerli) zatlara (kimselere) bedel çekmek isterdim.

     “Benim bunlara karşı bu hissim, onların kıymet-i zatiye (kıymetli kişilik)leri içindir. Yoksa şahsıma karşı faidesi (faydası) dokunması (için) değildir. Çünkü bir kısmını yeni görüyorum. Bir kısmı, belki o benden fayda görmüş, ben ondan zarar görmüşüm.

     “Fakat binler zarar görsem, yine onların kıymeti nazarımda (benim gözümde) tenzil etmez (düşmez).”