Ne ben, ne benim partim ne de herhangi bir siyasi parti ya da politikacı, AB için Kıbrıs’tan vazgeçer ama Kıbrıs için de AB’den vazgeçmeyiz. Çünkü hukuki dayanaklarımız ve haklarımız var her iki konuda da. Bu nedenle adil bir tutum bekliyoruz. Asıl mesele Kıbrıs, Türkiye’yi AB sürecinde kaybetmeyi göze alabilir mi?”

Yıllar önce Türkiye’nin AB ilişkilerinden sorumlu baş müzakerecisi ve Devlet Bakanı Egemen Bağış, John Hopkins Üniversitesinde vermiş olduğu konferansta, Kıbrıs Rum kesimi ve AB ile ilgili bir soruya, yazımın giriş paragrafında tırnak içine almış olduğum yanıtı vermişti. 

Annan planı öncesinde Kıbrıs Rum kesimi AB’ye üye olurken, Kıbrıs sorunu Rum tarafının önüne “çöz de gel koşulu” olarak konulmamasına karşın, Türkiye’ye AB sürecinde “çözülecek” ön koşulu olarak konulmasının çifte standart olduğunu ifade eden Bağış, Rumların Annan planını da ret ederek, ada da çözümü engellediğini de belirtmişti.

Uzun bir zamandan beri Rumların uzlaşmaz tutumu nedeniyle, dalgalanmaya bırakılan Kıbrıs konusu 1968 yılından günümüze BM zeminde devam eden taraflar arası müzakereler çerçevesinde yürütülmüştür. 

25 Kasım 2019’da Berlin’de yeniden bir araya gelen toplum liderleri, çözüm için önümüzdeki yılı işaret etmişler, BM Genel sekreterinin bu yönde olumlu çabalarına övgüler düzmüşlerdir.

Bu toplantıda çözüm modelinin 1991 yılında kabul edilen BM Güvenlik Konseyinin 716 sayılı kararını işaret eden BM Genel Sekreterinin bu kararın içeriği incelendiğinde ne demek istediği çok nettir. Çünkü bu karar içeriği iyi okunduğunda gerçeklere göre analiz edildiğinde; yıllar sonra adada Kıbrıs Türk Halkının kimlik olarak da egemenlik olarak da var olamayacağı acı bir gerçektir…

Son görüşmeyi de dikkate aldığımızda; “Kıbrıs’ta Adil Bir Çözüm Olur mu?” diye sormanın tam zamanıdır. 

1950’li yıllardan beri, Kıbrıs adası üzerinde emperyalist güçlerin o bitmez tükenmez emellerinin ve oynamış oldukları oyunların temelinde: Bu adanın stratejik konumu nedeniyle kontrol ettiği uluslararası suların ve Ortadoğu petrolleri ile adanın kendi kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik alanı içerisinde mevcut olan zengin petrol ve doğalgaz yataklarının varlığı da göz önünde bulundurulduğunda; özellikle son dönemde ABD’nin, İngiltere’nin ve AB’ye üye ülkelerin ada üzerindeki çözüme odaklı varsayılan tüm çözüm modellerinin altında bu zenginliklerin bir şekilde ele geçirilmesi ve yönetilmesi gerçeği vardır.

Yine son dönemde ada ile uzaktan, yakından tarihi ya da hukuki anlamda hiçbir ilişiği bulunmayan Fransa’nın; Güney Rum kesimi ile askeri işbirliği anlaşması yaparak, Rum kesiminde askeri üs elde etme anlaşmasının temelinde de bu amaç yatmaktadır.

Kıbrıs adası üzerinde binlerce km. uzaktan hak talep eden ABD, İngiltere ve AB’ye üye ülkeler ve BM zeminde yürütülen müzakere sürecini izleyen aynı birlik üye devletlerinin, yıllardan beri gizlenen ama artık açıkça ifade edilen bu açgözlü talepleri ortalıklara saçılmışken; Türkiye’nin tarihi ve hukuki dayanaklarını, haklarını kim göz önüne alacaktır?

Ama tüm bu sıraladıklarımdan daha da önemlisi, adanın yarı buçuğunu temsil eden Rum kesimin; Kıbrıs Türk Halkının adada ki varlığı için azınlık haklarından bir adım daha ilerisini kabul etmeyeceği gerçeğidir!

Kasım 2002 tarihinde Türkiye’de iktidara gelen, AB’ye giden yolda daha müzakerelerin başlama tarihi öncesinde yapılan görüşmelerde; müzakerelerin başlaması ve devamı için “Kıbrıs konusu çözülecek!” dayatmasına; Kıbrıs konusunun görüşüleceği zemin, AB zemini değildir, Kıbrıs bu sürecin önüne konulacak bir engel de olamaz diyemeyen Baş müzakereci Bağış’ın partisi AKP’nin ve yöneticilerinin o günden bu güne kadar geçen AB sürecinde özellikle Güney Rum kesiminin AB’ye haksız ve hukuksuz bir şekilde üye yapılmasına, Annan planı döneminde Rum tarafının ve AB’nin o dönemde ki baş komiserlerinin ve üye ülkelerin bu süreçte oynamış oldukları oyunlara sessiz kalışları henüz unutulmuş değildir…

Annan planı dönemi sonrasında Kıbrıs’ta taraflar arası müzakereler yürütülürken, Kıbrıs Türk Halkının elde etmiş olduğu tüm kazanımlarını müzakere masasına getirerek pazarlık konusu etmekten çekinmeyen, Kıbrıs Türk Halkının egemenliğini yok sayarak, Rum liderinin savunduğu tek egemenlik tek devlet dayatmasına evet diyen!  Ada ki, Türk Askeri ve Türkiye’den gelen göçmenler bir an önce gitmelidir, AB’ye üye olan bir ülkede Türkiye’nin garantörlük hakkı olamaz dayatmaları ile dolu Rum tezlerine sessizce onay veren ve o dönemde Kıbrıs Türk Halkını temsil eden müzakerecisi KKTC’nin 2’nci Cumhurbaşkanı Bay Mehmet Ali Talat, o süreç içinde bir kez daha Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmış olsaydı! Acaba devam eden müzakere sürecinde Kıbrıs konusu hangi noktaya gelmiş olacak ve bu süreçte Rumlardan daima bir adım önde olacağız diyen zihniyetin AB ilişkilerinden sorumlu Baş müzakerecisi, yazımın giriş paragrafında ki söylemini yapacak mıydı?

Türk Milleti olarak, milli menfaatlerimizi ilgilendiren konularda, yaşanan ve yaşatılan olayları kısa zamanda unutmak gibi ne yazık ki, olumsuz bir niteliğe sahibiz!

Kıbrıs Konusuna baktığımızda da, aynı niteliğimizle karşı, karşıya kalıyoruz! Olayları çok çabuk unutuyoruz! Yaşanılan ve yaşatılan gerçekleri değil, günümüzde bu gerçeklerin yerini alması istenen kimi teslimiyetlerin gerçekleşmesini isteyenlerin türlü oyunlarına geliyor ve alet oluyoruz!

Kıbrıs konusuna bir ömür vermiş, devlet adamı nitelikleri ile bu önemli konuda görüşleriyle, fikirleriyle günümüzde ki siyasilere yol göstermek için ömrü boyunca çabalayan, gerçekleri işaret eden, Kıbrıs Milli Davamızın yılmaz lideri rahmetli Sn. Denktaş’ın hayattayken sıkçasına yapmış olduğu ikazlarına, yanlış politikalar uygulanıyor tespitlerine rağmen, ne yazık ki, Kıbrıs konusu bugünkü süreçte, bir zaman boşluğu içerine bırakılmış şekilde yalpalayıp durmaktadır! Hem de son dönemde Ülkemizin Suriye olaylarıyla çevresi neredeyse bir ateş topuna dönmüşken!

Türk Milletinin milli menfaatlerini ve Kıbrıs Türk Halkının adada ki yaşamsal hakkını ve hukukunu ilgilendiren böylesine önemli bir konuda; çözüm hedefinde hala Rum kesiminin ‘adanın tek sahibi ben olacağım’ temel düşüncesinde olduğuna bakıldığında!

Devam edecek müzakereler sürecinde, ne zaman biteceği belli olmayan, sadece bir zaman boşluğunu işaret eden bu görüşmelerden, 25 Kasım’da yapılan Berlin görüşmesinde kararlaştırılan ve önümüzdeki yıl yapılması düşünülen 5’li konferanstan bir sonuç çıkar mı?

Rum kesimi adanın tek ve yasal hükümeti benim kararından vazgeçmediği sürece; adada çözüm için düşünülen iki kesimli, iki toplumlu, siyasi eşitliği olan ama tek egemenliğe dayalı, ilerleyen süreçte Türkiye’nin garantörlüğünün olmadığı, Türk askerinin adadan ayrılacağı bir federasyon öngörüsünden bir sonuç çıkar mı?

Yukarıda izah etmiş olduğum gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, bu yazım aracılığı ile soruyorum?

Kıbrıs’ta Adil Bir Çözüm Olur mu?”