KOD ADI “ZAFER BEY”
“O GECE MOHAÇ AKINCILARI FLAMASIYLA ATLAYACAĞIM UÇAKTAN” DEMİŞTİ
Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50’nci yılını kutladığımız şu günlerde, o kutlu güne uzanan yıllarda neler yaşandığına ilişkin anılarını paylaşan bir diğer efsane isim de, gazetemizde yazılarını ilgiyle okuduğumuz E. Tümgn. Cumhur Evcil’dir.
Cumhur Paşa, ZAFER BEY kod adıyla, 1974 öncesinde Kıbrıs Türkü’nü örgütleme çalışmaları içinde olmuş, Türk Mukavemet Teşkilatı’na (TMT) bağlı olarak kurduğu MOHAÇ AKINCILARI kahramanlarıyla inanılmaz başarılar gerçekleştirmişti. Derme çatma silahlarla Kıbrıs Türkü’nü korumaya çalıştıkları o karanlık günlerde Rumlar, “Bekledim de gelmedin” şarkıları söylerken MOHAÇ AKINCILARI’na söz vermişti Cumhur Paşa: “Birgün Türk ordusu mutlaka gelecek ve ben o gece elimde MOHAÇ AKINCILARI flamasıyla atlayacağım uçaktan..”
Ve sözünü tutmuştu Cumhur Paşa; Kıbrıs Barış Harekatı’nın gerçekleştirildiği 20 Temmuz 1974 gecesi paraşütünü açıp atladığında, elinde MOHAÇ AKINCILARI flaması vardı.. “Şu Çılgın Türkler” kitabına eklenecek bir sayfadır bu atlayış...
“KIBRIS BARIŞ HAREKATI”NIN 50. YILI
“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde buluduğu sürece ikmal yollarımız tıkanır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.” Atatürk
50 yıl önce, 20 Temmuz 1974 sabahında, savaş tarihinin “en başarılı hava indirme harekatı” olarak nitelediği bir askeri operasyonla tarihin akışını değiştirmiştik. Bu yıl, haklı bir gururla, “Kıbrıs Barış Harekatı”nın 50’nci yılını kutlamaktayız.
“Kıbrıs Barı Harekatı” Türkiye Cumhuriyeti’nin yurtdışına yönelik ilk askeri operasyonudur; bir şahlanış destanıdır. Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunduğunu öğrendiğinde, dönemin Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi, “Türkler dünyanın anladığı dilde konuşmaya başladı” demişti. Tarihin her döneminde Türkler, “bıçak kemiğe dayandığında”, düşmanının anlayabileceği dille konuşmayı başarmıştır.
1974 yılının 20 Temmuz sabahında, Birleşmiş Milletler onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarından kaynaklanan garantörlük haklarımızdan yararlanarak, EOKA Rum çetesinin Kıbrıs Türkü’ne yönelik soykırıma varan katliamlarına ebediyen son vermek amacıyla gerçekleştirdiğimiz “Kıbrıs Barış Harekatı”yla Kıbrıs Türklerini özgürlüğe kavuşturduğumuz gibi, Yunanistan’ın yeniden demokrasiye geçmesini sağlamış olduk.
Yıllar yılı Toros Dağları’na hüzünle, ama hiç tükenmeyen umutla bakan Kıbrıs Türkleriyle, “Bekledim de gelmedin” şarkısını söyleyerek alay eden Rumlara, reperatuarımızda,“Bu kadar yürekten çağırma beni, Bir gece ansızın gelebilirim” şarkısının da olduğunu hatırlatmış olduk. Aynı günlerde Yasemin Kumral’ın “Girne’den yol bağladık Anadolu’ya” şarkısı milli marş gibi söylenir olmuştu.
Kıbrıs Türkü’ne yönelik saldırıları önlemek amacıyla, 1964 yılında da yapmayı planladığımız müdahale, dönemin ABD Başkanı Johnson tarafından engellenmişti. Bu olay yakın tarihimizde “Johnson Mektubu” olarak anılır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından dönemin Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen mektup, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesini önlemek amacıyla yazılmış bir ültimatondu. O nedenle bu mektup, “ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan ilk pürüz” olarak nitelenir. İnönü, bu mektuba tepkisini,”Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini bulur” diyerek dile getirmişti.
KIBRIS, PARTİLERÜSTÜ BİR KONUDUR
Kıbrıs konusunu son günlerde siyaset sahnemizde yaşanmakta olan polemiklerden bağımsız değerlendirmek gerekir. Çünkü, bugünkü konjonktürde Kıbrıs, Türkiye açısından, her zamankinden çok daha önemli ve partilerüstü bir konudur.
Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yılı dolayısıyla KKTC’de yapılacak törenlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, siyasi parti liderlerleriyle birlikte KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la yanyana durarak oluşturacakları tablo üzerinden dünyaya verecekleri mesaj, Çin’in “Kuşak ve Yol” projesi bağlamında küresel iderlik mücadelesi yaşayanlar ve Kıbrıs’ı küresel finans sisteminin merkezi yapmayı hedefleyenler tarafından dikkatle not edilecektir.
20 Temmuz 1974 sabahı gerçekleştirilen “Kıbrıs Barış Harekatı”, Türkiye’nin gerektiğinde, dünyanın anlayacağı bir dille konuşabileceğinin en güzel örneklerinden biridir. Türk askeri, “Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı”, “Barış Pınarı” ve “Pençe-Kilit” operasyonlarıyla vatanını savunma korusunda ne kadar duyarlı olduğunu göstermiştir ve göstermektedir. Kıbrıs da Türk’ün öz vatanıdır; Kıbrıs tarihin hiçbir döneminde Helen adası olmamıştır. Kıbrıs davası, Denktaş’ın ifadesiyle, “Türkiye’nin en haklı olduğu bir davadır.” Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki haklarımızı sonuna kadar savunmakta kararlıyız.
1878 SONRASINDA KIBRIS
Osmanlı İmparatorluğu, 1571’de Lala Mustafa Paşa tarafından fethedilen Kıbrıs’ı,1878 yılında 50 yıllığına İngilizlere “kiramak” zorunda kalmıştı. 1920’de, kiralama süresinin dolmasına 8 yıl kala Kıbrıslı Rumlar, Ada’yı Yunanistan’a bağlamak amacıyla plebisit yapmaya karar vermişler, fakat Ada’yı 1914 yılında ilhak eden İngiltere tarafından engellenmişlerdi. Bunun üzerine, Rumların başlattıkları bağımsızlık hareketi, 1960 yılında, BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmaları uyarınca, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına ve İngilizlerin Ada’dan çekilmelerine kadar sürmüştü. Londra ve Zürih anlaşmaları Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a Kıbrıs Cumhuriyeti konusunda garantörlük hakları tanıyordu.
Rumlar, İngilizlerin çekilmeleri sonrasında, Kıbrıs’ın tek sahibi olabilmek amacıyla, kurdukları EOKA çetesiyle Türklere yönelik saldırılar düzenlemeye başladılar. Rumlar Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını, Türkler ise Ada’nın Türkiye ve Yunanistan arasında paylaşılmasını istiyorlardı. Nüfus oranına göre Türklere yönetimde fazla pay verildiğini savunan Rumlar, adını bir Yunan efsanesinden alarak hazırladıkları Akritas Planı uyarınca, Kıbrıs Anayasası’nda değişiklikler yapılmasını istiyorlardı.
Kıbrıs’ı bir Yunan adası yapmayı hedefleyen Akritas Planı’nı Türklere kabul ettirmek amacıyla EOKA çetesi tarafından düzenlenen saldırlar giderek arttı. Kıbrıslı Türklerin anavatanın desteği ile kurdukları Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), EOKA çetelerinin saldırılarını önleyemiyordu. 24 Aralık 1963 gecesi Rumlar, Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet İlhan ile çocukları Murat, Kutsi ve Hakan’ı Lefkoşa’daki evlerinin banyo küvetinde acımasızca katlettiler. Kıbrıs tarihinde “Kanlı Noel” olarak anılan bu olay üzerine Ada’daki Türk birliği kışlasından çıktı, Girne-Lefkoşe yolunu denetim altına aldı ve bu denetimini 20 Temmuz 1974’daki Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar sürdürdü.
VE 20 TEMMUZ 1974 SABAHI..
15 Temmuz 1974 sabahı, Yunan cuntasının desteklediği EOKA Lideri Nikos Sampson’ın, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla, Enosis hareketi öncülerinden Makarios’a karşı darbe yaptığı ve yönetimi ele geçirdiği haberi Ankara’ya ulaşınca, bu gelişmenin bir askeri müdahaleyi gerektirecek kadar ciddi olduğunu değerlendiren Türkiye hazırlıklara başladı.
Dönemin Başbakanı Ecevit, Londra ve Zürih anlaşmalarından kaynaklanan müdahale hakkımızı kullanmadan önce, diğer garantör devletlerden İngiltere ile görüşmek üzere Londra’ya gitti. İngiliz Başbakanı Harold Wilson, Dışişleri Bakanı James Collaghan ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisco ile görüşen Ecevit’in, “birlikte müdahale edelim” teklifi kabul görmedi.
Yıllardır Ada’daki gelişmeleri yakından izleyen Türkiye, bu aşamadan sonra Kıbrıs Türklerini Rumların insafına terkedemezdi. 20 Temmuz şafağında Kıbrıs semaları, uçaklardan “Ya Allah!” diyerek atlayan askerlmizi taşıyan paraşütlerle papatya tarlasına dönüşmüştü. “Bu kadar yürekten çağırma beni; bir gece ansızın gelebilirim” diyen Türk askeri sözünü tutmuştu ve “Türkiye dünyanın anladığı dille konuşmaya başlamıştı”.
Kıbrıs Barış Harekatı, BM Güvenlik Konseyi’nin “ateşkes” kararıyla 22 Temuz’da durduruldu; taraflar arasında barış görüşmeleri yapılacaktı. Fakat, Cenevre’de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katılımıyla yapılan müzakerelerden herhangi bir bir anlaşma çıkmayınca, Türk heyetine başkanlık eden dönemin Dışişleri Bakanı Hasan Güneş, Ankara’yla yaptığı telefon görüşmesinde, önceden kararlaştırılan “Ayşe tatile çıkabilir” mesajı verince, 14 Ağustos 1974 günü Barış Harekatı, kaldığı yerden devam etti kısa zamanda Kıbrıs’ın yüzde 35’i kontrol altına alındı.
BARIŞ HAREKATI’NIN ULUSLARARASI YANSIMALARI
Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 sabahı gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatı, Kıbrıs Türklerini EOKA çetesi tarafından katledilmekten kurtardığı gibi, Yunanistan’da 1967’den beri devam eden askeri askeri rejimin sona ermesini, komşunun yeniden demokrasiye kavuşmasını sağlamıştı.
Kıbrıs Barış Harekatı’yla, Rumların Ada’yı Yunanistan’a bağlama düşleri sona ererken, Yunanistan da, “Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkarmasını önlemediği” gerekçesiyle NATO’dan ayrılmıştı. (Yunanistan, 1982’de yaptığı askeri darbeyle yönetimi ele alan Org. Kenan Evren’in “olur” vermesiyle NATO’ya dönebilmişti.)
Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkarmasından memnun olmayan ABD, 5 Şubat 1975 tarihinde, 3 yıl sürecek olan silah ambargosu uygulamaya başlamıştı. Türkiye de, ABD’nin ambargo kararına karşılık olarak, 13 Şubat 1975 günü Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşunu duyurmuş ve ABD’ye verdiği nota ile, Türkiye-ABD Savunma İşbirliği Anlaşması’nı tek taraflı olarak yürürlükten kaldırmıştı. Bununla da yetinmeyen Türkiye, ülkesindeki bütün Amerikan üs ve tesislerini Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolüne verdiğini duyurmuştu. Bütün çabalarına rağmen BM’ye bağımsız bir devlet olarak kaydedildiğini göremeden hayata veda eden Rauf Denktaş, 15 Kasım 1983 günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’nin ( KKTC) kurulduğu ilan etmiş ve ilk cumhurbaşkanı olmuştu.
Bu arada, ABD’nin üç yıl süren silah ambargosundan olumsuz etkilenen Türkiye, kendi savunma sanayisini oluşturma kararı alarak ASELSAN’ı kurmuştu.
Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yılında, “Kod adı TOROS” olan KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı, dönemin Başbakanı “Karaoğlan” Bülent Ecevit’i ve Milli Selamet Partisi Kurucu Başkanı Necmettin Erbakan’ı rahmet ve saygıyla anıyoruz.
Kıbrıs Barış Harekatı söz konusu olduğunda, dönemin Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’yi de rahmetle anmamak vefasızlık olur. Kıbrıs Barış Harekatı’nın ilk gününden itibaren Türkiye’ye her konuda destek veren ve her konuda yardıma hazır olduğu belirten Kaddafi, ambargo süresince Türkiye’nin petrol ihtiyacını karşılamıştı.
KIBRIS TARİHİN HER DÖNEMİNDE ÖNEMLİ BİR ADA OLMUŞTU..
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de, Asya, Avrupa ve Afrika arasında çok önemli bir konumdadır. Kıbrıs, jeostratejik konumuyla, tarihin her döneminde, Akdeniz’e egemen olmak isteyen devletlerin öncelikli hedefi olmuştur. Osmanlı’yı, en güçlü olduğu dönemde Balkanlardan söküp atma planları yapılırken, ünlü Fransız düşünür Voltaire, “Osmanlı’yı yıkabilmek için öncelikle Kırım’ı ve Kıbrıs ile Mısır’ı kontrol altına almak gerekir” diyordu. Voltaire çok haklıydı; Kıbrıs, İngilizlere “kiralandıktan” sonra Osmanlı’nın içine düştüğü çözülme sürecini tersine çevirmek mümkün olamadı.
Tarihin her döneminde, Akdeniz’i kontrol altına almaya çalışanların hedefi olan Kıbrıs, Sovyetler Birliği’nn dağılmasının hemen sonrasında yaşanan I.Körfez Savaşı’yla hayata geçirilmeye başlanan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) dolayısıyla küresel güçlerin ilgi odağı olmuştu. Özellikle Ada’nın güneyindeki “Afrodit Parseli” derinliklerde muazzam doğalgaz rezervlerinin keşfedilmesi sonrasında Kıbrıs, yalnız Akdeniz’in değil, dünyanın en önemli, en değerli adalarından bir olmuştu.
Avrupa Birliği’nin (AB), Kıbrıs Rum Yönetimi’ni, adanın tamamını temsilen birliğe tam üye yaptığı 2004 yılından beri Kıbrıs, “öncelikle kontrol altına alınacak coğrafya” notuyla, derin ABD’nin/Pentagon’un da ilgi alanına girmişti. Pentagon, “Kıbrıs, Türkiye’nin üye olmadığı bir topluluğa üye olamaz” diyen Londra ve Zürih anlaşmalarına ve “Sınır sorunu olan bir ülke topluluğa üye yapılamaz” diyen AB Anayasası’na rağmen, Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne tam üye yapmasının nedenlerini biliyordu. Bu nedenler, ABD’nin Kıbrıs’a duyduğu ilginin giderek artmasına neden olmuştu. Kıbrıs, o günlerden itibaren, “Doğu Akdeniz’e demir etmış bir uçak gemisi” olarak anılır olmuştu.
“YES BE ANNEM!” ve ULUSLARARASI HUKUK SKANDALI
2004 yılında, dönemin Avrupa Komisyonu Delegasyon Başkanı Karen Fogg’un beslediği bazı Türk gazetecilerinin, ellerinde “Yes be annem!” pankartlarıyla Ada’ya giderek, Kıbrıs Türkü’nü Annan Planı’na “evet” demeye, geleceklerini yeniden Rumların insafına bırakmaya ikna etmeye çalıştıkları seçimler sonrasında uluslararası bir hukuk skandalı yaşanmıştı. Kıbrıs Rum kesimi, Annan Planı’na “hayır” demelerine, Londra ve Zürih anlaşmalarının izin vermemesine rağmen, 1 Mayıs 2004 günü, Ada’nın tamamını temsilen birliğe Avrupa Biliği üyesi yapılmıştı.
...Bugün küresel aktörler arasında yaşanmakta olan ve giderek küresel barışı tehdit etmeye başlayan mücadele, 2004 yılında, Kıbrıs’ın AB’ye tam üye yapılmasıyla zirve yapmıştı. Çünkü aynı tarihlerde, dünyanın en borçlu ülkesi olan ABD, Pentagon Federal Credit Union’ı (PENFED) Larnaka’ya taşımaya ve Kıbrıs’ı, kurgulamaya çalıştığı yeni finans sisteminin merkezi yapmaya hazırlanıyordu. Pentagon, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Rus oligarkların taşıdıkları servetle, kıyı bankacılığı (off-shore) işlemleriyle Kıbrıs Rum Kesimi’nin giderek Moskova’nın kotrolüne girmekte olduğunu, Virgine ve Cayman adaları gibi kara paraların aklandığı bir vergi cennetine dönüşmekte olduğunu farketmişti.
Güneyindeki Afrodit parselinde muazzam doğalgaz rezervlerinin keşfedilmesi sonrasında, ABD’nin Kıbrıs’a ilgisiz kalması düşünülemezdi. Pentagon Kıbrıs’ı, ABD’li ideologların kurguladıkları yeni küresel finans sisteminin merkezi yapma kararı alıdı.
2017’de, ABD derin devletinin, Pentagon Federal Credit Union’un (PENFED) ilk dış şubesini Larnaka’da açma kararı alması sonrasında ve özellikle de, Ada’nın güneyinde muazzam doğalgaz rezervlerinin keşfedilmesi sonrasında yaşanan gelişmeler, Kıbrıs’ı, dünyanın en değerli adası yapmıştır. Bu süreçte, küresel aktörler arasında Kıbrıs’ı kontrol altına alma mücadelesi giderek derinleşmiştir.
DÜNYANIN EN KIYMETLİ ADASI KIBRIS’TA TOPRAK SATIŞLARINDA YAŞANAN PATLAMA
Pentagon’un Kıbrıs’ı yeni finans sisteminin merkezi yapma kararının duyulmasının ardından, hem Rum Kesimi’nde hem de KKTC’de gayrimenkul fiyatlarında büyük artışlar yaşanmaktadır. Kıbrıs bugün, “Dünyanın en değerli adası” olarak anılmaktadır. Küresel çapta etkili finans baronlarının, Kıbrıs’ta büyük miktarda toprak alımı yaptıkları, fakat yerli halk üzerinden yapılan bu alımların, net olarak izlenemediği konuşulmaktadır.
Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yılını kutladığımız bir dönemde, KKTC’de, yerli halk kullanılarak yapılan bu kamuflajlı toprak satışları çok sıkı bir şekilde kontrol altına alınmalıdır. Kağıt üzerinde yüzde 1’ler civarında görülen bu satışların çok daha fazla olduğu savunulyor; aman dikkat!
Kıbrıs’ta yabancıların giderek artan miktarda toprak almalarının nedeni, gün geçttikçe değerlenen Ada’da mal sahibi olma hevesi olacağı gibi, 1989’da AİHM’de açılan davayla Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci ilan etmeyi hedefleyen ve tazminat ödemeye mahkum ettiren Titiana Loizidou Davası’nı yenileme hazırlıkları olabilir; aman dikkat!
Titiana Loizidou, 1989 yılında, Girne'deki evinin ve arazisinin "işgal edildiğini" öne sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurmuş ve Türkiye'yi dava etmişti. Bu bir tazminat davası değildi; amaç, Türkiye'nin Londra ve Zürih anlaşmalarından doğan haklarının artık geçersiz sayıldığının, Türkiye'nin adada bir işgalci olduğunun AIHM tarafından tescil edilmesini sağlamaktı.
AIHM dava ile ilgili ilk kararını 1996’da açıklamış, Türkiye'yi işgalci olarak ilan etmişti, ama karar ekinde tazminat yoktu. Türkiye 1960 anlaşmalarından doğan haklarını gerektiği gibi savunmadığı için, AIHM, 1998'de ikinci bir karar alarak, Türkiye'yi 650 milyon dolar tazminat ödemeye mahkum etmişti..O nedenle, aman dikkat; en haklı olduğumuz davamızı, “yabancı sermaye gelecek” heyecanıyla çıkmaza sokmayalım..
YENİ DÜNYA DÜZENİN TEMELİ EKONOMİ/PARA OLACAK
Avrupa Birliği’nin (AB) 2014 yılında, Kıbrıs Rum Kesimi’ni adanın tamamını temsilen birliğe tam üye yapması, ABD’nin Kıbrıs’a odaklanmasına neden olmuştu. Pentagon, Avrupa Birliği’nin Çin ile elele vererek Kuşak ve Yol Projesi üzerinden yeni bir ekonomik düzen ve bu düzeni koruyabilecek, NATO’ya alternatif olacak, nükleer gücü de olan bir Avrupa Ordusu (PESCO) kurma hazırlığında olduğunu biliyordu. Bu, ABD’nin kabul edebileceği birşey değildi.
KIBRIS YENİ FİNANS SİSTEMİNİN MERKEZİ OLUYOR
ABD’nin kurmaya çalıştığ yeni dünya düzenin temeli ekonomi/para, Kıbrıs da dünyanın en önemi finans merkezi olacak. Ne ölçüde başarılı olacağı bilinmez, ama 1991’de kurguladığı I. Körfez Savaşı’yla Ortadoğu’ya demir atan ABD’nin bu konuda çok kararlı olduğu biliniyor.
ABD, hem Çin’i küresel ekonominin lideri yapacak olan Kuşak ve Yol Projesi’nin önünü kesebilmek, hem sırtındaki 31 trilyon dolarlık borç yükünden ve 2008’de yaşadığımız küresel ekonomik kriz sürecinde Amerikan yatırım bankaları CEO’larının kağıt üzerinde ürettiklleri miktarı bilinemeyen toksik varlıklardan kurtulabilmek amacıyla küresel çapta yeni bir finans sistemi kurma peşinde olduğu, artık bir sır değildir.
Çin’in, Avrupa ülkeleriyle elele vererek hayata geçirmeye karar verdiklerini açıkladığı Kuşak ve Yol Projesi’nin, kendisi açısından, giderek bir beka sorununa dönüştüğünü gören ABD’nin, bu projenin hayata geçirilmesini önlemek amacıyla, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaptığı operasyonlar, giderek küresel barışı tehdit etmeye başlamıştır. ABD’nin hem “Kuşak ve Yol”un önünü kesme opersyonlarının komuta merkezi hem de yeni küresel finans sisteminin uygulama merkezi olarak Kıbrıs’ı seçmesi, bizim Kıbrıs davamıza çok daha fazla önem vermemizi gerektiren bir gelişmedir.
Ukrayna ve Filistin’den sonra Lübnan, Suriye ve İran’a doğru hareketlenen bu çatışmaların, jeostratejik konumu dolayısıyla ülkemizi de tehdit edebileceğini asla unutmayalım. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve Sırp Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic’in, “3. Dünya Savaşı” başlıklı uyarıları, küresel çapta yaşanmakta olan bir kaygının ifadeleridir.
KIBRIS KÜRESEL FİNANS SİSTEMİNİN MERKEZİ OLURKEN...
Brexit operasyonuyla İngiltere’nin AB’den koparılması, Kıbrıs’ı yeni finans sisteminin merkezi yapabilmek amacıyla, Amerika’nın OYAK’ı Pentagon Federal Credt Union’un (PENFED) Larnaka’da şube açma kararı alması, Avrupa ülkelerini yeniden NATO/ABD şemsiyesi altında toplayabilmek için Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine göz yumulması, Netanyahu’nun Çin ile imzaladığı bir dizi teknik anlaşmadan vazgeçmesi karşılığında Gazze’yi haritadan silmesine izin verilmesi, Türkiye’nin, hangi uluslararası projenin bir halkası olacağı tam kestirilemeyen Kalkınma Yolu Projesi’ni gündeme getirmesi.. gibi küresel çapta etkili olan gelişmelerin Türkiye’nin ekonomisini, dış politikasını ve siyaset sahnesini etkilememesi mümkün müdür?
ABDNİN PENFED’İ LARNAKA’YA TAŞINMA KARARI
ABD, küresel hedeflerine ulaşabilmek amacıyla terör örgütlerini, ateşli silahları kullandığı gibi, ekonomi silahlarını, yani parayı da “başarıyla” kullanıyor. Bu bağlamda, yeni bir küresel para sistemi kurmayı hedefleyen ABD, 2017 yılında, Pentagon Federal Credit Union’un (PENFED) ilk yurtdışı şubesini Güney Kıbrıs’ta/ Larnaka’da açma kararını resmen açıklamadan önce, dönemin ABD Genelkurmay Başkanı Dunfort, Bakü ve Ankara’yı ziyaret ettikten sonra gizlice Larnaka’ya gitmişti.
Dunford’un Bakü ve Ankara ziyaretleri, PENFED’in Larnaka’da şube açma hazırlıklarını kamufle etmeyi amaçlıyordu. Bilenler biliyordu, ama ABD konunun medyada tartışmaya açılmasını henüz erken buluyordu. ABD gibi küresel bir gücün üç ana kıtanın merkezi, Akdeniz’in uçak gemisi konumundaki Kıbrıs’ta finansal bir merkez kurması o kadar güç bir operasyon da değildi, ama Pentagon, nedense konunun medyada tartışılaya açılmasını istemiyordu..
TÜRKİYE, RUSYA VE ÇİN NEDEN RAHATSIZ OLDU?
ABD’nin Larnaka hamlesi, hem Türkiye’yi hem Rusya’yı hem de Çin’i rahatsız eden bir gelişme olmuştu. Kıbrıs Rum Kesimi de, bu sürpriz gelişme karşısında nasıl davranacağını bilemiyordu.Çünkü, Kıbrıs Rum kesiminin ekonomisini ayakta tutan Rusya idi. Rus oligarklarının hemen hemen tamamının paraları Larnaka bankalarındaydı. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Rus oligarklarına, “Güvenlidir, kefilim” garantisi vererek Larnaka’ya yönlendiren de İngiltere, daha doğrusu City of London, yani Rothschild Ailesi’ydi.
Ünlü ailenin yönlendirmesiyle toplam 220 milyar tutarındaki servetlerini Larnaka’ya taşıyan 127 Rus oligarkı, bu hizmetlri karşılığında Güney Kıbrıs vatandaşı yapılmış, Avrupa Birliği ülkelerinde serbest dolaşım hakkı elde etmişlerdi. Güney Kıbrıs bankalarındaki dövizlerin dörtte üçü Rus oligarklarının parasıydı.
ABD, DÜŞLEDİĞİ YENİ FİNANSAL SİSTEMİN ALTYAPISINI TAMAMLADIĞINDA...
Pentagon Federal Credit Union’ın (PENFED) Larnaka’da şube açma kararı ortalığı karıştırmış, bu çok önemli kararın küresel çapta yansımaları olmuştu. Rus oligarklar, PENFED’in Larnaka’da şube açacağının duyulması üzerine, servetlerinin önemli bir bölümünü Kıbtıs dışına taşımışlardı. Fakat aynı döneme çok ilginç bir para trafiği yaşanmış, Türkiye ve İsviçre bankalarından Güney Kıbrıs’taki Hellenic Bank’a önemli miktarda döviz transferi olmuştu.
Hellenic Bank’ın, 2013 yılında, bir Rum vatandaşı üzerinden Pentagon tarafından satın alındığı savunulmuştu. Anlaşılan o ki ABD, hedeflediği yeni finansal sistemin altyapısını oluşturduğunda Hellenic Bank, PENFED ya da bir başka isimle yeni finans sisteminin merkezi ilan edilecek.
ABD’NİN KIBRIS’A İLİŞKİN BAŞKA HEDEFLERİ DE VAR
Bu noktada, önemi dolayısıyla not etmek gerekir; ABD’nin hedefi yalnızca Kıbrıs’ı küresel finans sisteminin merkezi yapmakla sınırlı değil, aynı zamanda, CNAS raporu önerileri doğrultusunda, Akdeniz’de Amerikan ağırlıklı merkezi bir güvenlik sistemi oluşturmayı hedefliyor.
ABD ulusal güvenliğini, hazinesinden yılda 1 triyon dolar harcadığı ordusu sayesinde sağlayabilmektedir. ABD’nin ulusal güvenliğine ilişkin raporu hazırlayan Center for a New American (CNAS), Pentagon’a, yeni dünya düzeninde Akdeniz’in, yani Kıbrıs’ın neden merkez olması gerektiğini ayrıntılarıyla anlatmış. Bu ayrıntıların neler olduğunu, bölgemiz ve özellikle ülkemiz açısından ne gibi sonuçlar üretebileceğini bilemiyoruz. Fakat, bilebildiğimiz ayrıntılar da çok önemli; Pentagon, Akdeniz’in jeopolitik değerini, barındırdığı zenginlikleri kmseyle paylaşmak niyetinde değil. Raporda şöyle deniyor:
“Ne Türkiye, ne Rusya ne de İngiltere...Bu üç ülke ile hiçbir anlaşma yapılmamalı. Yalnızca İsrail ile yapılacak anlaşma, ardından Güney Kıbrıs’ı da içine alacak düzenleme ile Akdeniz, kontrollü deniz haline getirilebilir.”
Raporda, bunların olabilmesi için, Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya getirilmesi gerektiği belirtiliyor. Dİkkatle not etmemiz gereken çok önemli bir ayrıntı. 24 Kasım 2016’da, “Türkiye sınırlarını 6 saniye ihlal etti” gerkçesiyle bir Rus savaş uçağının düşürülmesi, iki komşu ülke arasında çok ciddi bir gerginlik yaşanmasına neden olmuş, ancak dönemin Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in girişimiyle ilişkilerimiz normalleşmişti. Bu normalleşme, “Astana Süreci”nin başlatılmasıyla işbirliğine dönüşmüş, Batılı dostlarımızın Patrotlarını söküp gittikleri süreçte Rusya’dan S-400 savunma sistemimizi alabilmemizin, Suriye’eki terör yuvalarını hedef alan Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonlarını yapabilmemizin yolunu açmıştı.
KIBRIS’A İLŞKİN GELİŞMELERİ DİKKATLE İZLEMEMİZ GEREKİYOR
ABD ile AB/İngiltere/Çin cephesi arasında yaşanmakta olan mücadelenin ne yöne evrileceğini, Kasım’da ABD’de yapılacak seçim sonuçları belirleyecek. Pentagon’un hedefleri doğrultusunda bir dış politika uygulayan Biden’ın aksine Trump; Erdoğan, Putin ve Cinping ile birlikte Kuşak ve Yol’un hayata geçirilmesine sıcak bakıyor.
ABD’nin,, dünya enerji transferlerini ve ticaret koridorlarını kontrol altına alabilmek adına Kıbrıs’a ilişkin, adayı dünya finans merkezi yapmak, Center for a New American (CNAS) raporu önerileri doğrultusunda Ada’da Amerikan ağırlıklı bir güvenlik sistemi oluşturmak gibi hedefleri ve hazırlıkları olduğu biliniyor. Bu konudaki gelişmeler hem KKTC yönetimi hem de Türkiye tarafından dikkatle izlenmeli ve herşeyden önce, Kıbrıs’ta yabancılara toprak satışlarına kamsamlı kontrol sağlayacak bir uygulama başlatılmalıdır.