İnsan hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmadığı bir konuya dair ne kadar dürüst davranıp konuşabilir? Hele hele sandığı şeyi hiç sorgulamamış ve bütüncül olarak deneyimlememişse? 

Kendine karşı dürüst olmaktan bahsedebilmemiz için insanın kendini tanıyor ve tanıdığı değerlere ve amaca uygun yaşıyor olması gerekir. O kadar derin, hassas ve önemli bir konu ki sanıyorum onu bu kadar zorlaştıran bir insanın kendine dürüst olup olmadığını ancak kendisinin bilmesi ve ancak kendisinin keşfederek, deneyimleyerek hayata aktarabilmesidir.

İnsan değişen bir varlık olduğu ve toplumsal uyumlanma sürecinde de birçok katman geliştirdiği için kendimizi tanımamız bitebilecek bir yolculuk değildir. O halde kendine dürüst olmak, kendini düzenli olarak dinlemeyi, duymayı ve duyduklarına uyumlu olarak seçimler yapmayı da beraberinde getiriyor.

Tecrübe ettiğim en güçlü kendimi tanımaya başlangıç noktalarından biri, insanın değerlerini ve yaşam amacı bildirisini keşfiydi. Co-active model ile tanıştığım yöntemlerle, içsel deneyimler yaşayarak özümüzdeki değerlere ve yaşam amacına dokunulabilmenin mümkün olduğunu gördüm. Değerlerimizin ne olduğunu ‘düşünmemiz’ ve yaşam amacımızın ne olduğuna ‘ikna olmamız’ aslında bizi gerçekte var olanlardan uzaklaştırıyor. Biraz aklın oradan oraya zıplayıp odağımızı çekmesini engelleyebildiğimizde, ’yüreğimizde yatan aslanı’ duyabiliyoruz. Sonrası ise değerlerimize ne kadar uygun yaşadığımızı gözden geçirmeye ve cesur adımlar atmaya dayanıyor.

Kendine dürüst olabilmenin önündeki ilk engel sandıklarımız, deneyimlemeden içselleştirdiklerimiz… Bu engeli aştığımızda kendimizi keşfimiz başlıyor. Evet, keşif büyük bir ilerleme noktası. Aha! dediğimiz an. Belli döngüleri kırmadığımız sürece de ulaşabileceğimiz bir yer değil. Ancak keşfedilen şeyler, kendiliğinden gerçekleşmiyor. Üstelik, keşfettiğiniz bir şeyi hayata katamamanın yükü, hiç bilmemenin mutluluğu ile kıyaslanamaz. O halde, kendimizle ilgili keşiflerimizi, harekete geçerek hayata katmalıyız.

Kendine dürüst olmak hem keşfi hem de hayata katmayı bünyesinde barındırıyor. Değerlerini, amacını, kendini tanıyıp ona uygun yaşamak, çelişmemek gerek. Kulağa bu kadar kolay gelen insanın düşündüğünü konuşması, konuştuğunu gerçekten hissetmesi, yaptığı şeylerin değer verdiği şeyler olması ve amacında net ve açık olması neden gerçekleştirilemesin ki? Orada bizi uzunca bir korkular ve endişeler listesi bekliyor; birilerini kırmak, beğenilmemek, kabul edilmemek, yalnız kalmak, rezil olmak, onaylanmamak, özünden şüphe etmek…

Ben kendime dürüst bir insansam o halde çalışmaktan hoşlanmadığım birine ticari kaygılarımdan dolayı tahammül edip buna da profesyonel olmak demiyor olmalıyım. Ne yazık ki, kültür, gelenek ve görenek, içinde sadece bizlere hizmet eden davranışları barındırmıyor, zaman zaman bizlere kendimize dürüst olmamayı ve bununla yaşamayı da nimet gibi gösterebiliyor. Bizler ise bunun bedelini, huzursuzluk, tedirginlik, güvensizlik, tatminsizlik, gerçek ve derin olmayan ilişkiler içinde yalnızlık ve mutsuzlukla ödüyoruz. 

Günün sonunda üzerinde uzun uzun demlenilmesi gereken sorular şunlar olabilir:

Düşüncelerimin, davranışlarımın ve hislerimin birbiri ile harmoni içinde olduğu net ve açık bir ömür sürmek nasıl olurdu? 

Eğer kendime dürüst olmayarak sağladığımı sandığım kazanımlar var ise bunların “kendi” kazanımlarım olduğunu söylemek ne kadar doğru? Üstelik bunlar özüme ve hayatımı daha iyi yaşamama hizmet etmiyorsa neye hizmet ediyorlar ve neden kazanım gibi görünüyorlar?