ATİLLA YORMA

(Türkolog)

Balkanların ulu çınarı, dünya çapında ünlenmiş tarihçi Kemal Karpat gençliğinde roman yazarı olmak istediğini, ancak bunun yerine tarihe yöneldiğini ve tarihçiliğinde de objektif olma isteğini anlatır. Doğum yeri olan Dobruca'da, mensubu olduğu Türk topluluğu orada asırlarca çoğunluk olarak yaşadıktan sonra 1878'de Romen idaresi altına girerek azınlık durumuna düşmüşlerdir. 

Okulsuz, camileri yıkılmış, mezarlıkların tarlaya dönüştürüldüğü, liderlerden yoksun bu Türk toplumu, ancak aile düzeni, adetleri, dilleri ve dinlerinin biçimlendirdiği bir kimlikle farklı kültürel kimliklerini koruyabiliyorlardı. Bu kimliği koruyan ve devamını sağlayan bir kaynak, özellikle kış aylarında evlerinde anlatılan destanlar, hikayeler ve hep birlikte söylenen türkülerdi. Destanlar, türküler bilinçli olarak, kimlik korumak için söylenmezse de sonuçta Türklerin bir ayrıcalığıydı. 

Genç yaşlarında yazarlık düşüncelerini kurarken amacının edebiyat yolu ile milli, yerel yani Dobruca Müslüman-Türk halkının kültürünü geliştirmek ve tanıtmak olduğunu, genç yaşta farkında olmadan edebiyat yolu ile yerel bölgesel kültürü evrensel insana bağlamaya çalışıtığını belirtir. Edebiyat yazarı olamadım ve bunun için çok üzgünüm, fakat edebiyatın toplum sorunlarına ışık tutan bir tür olduğunu anladım ve imkanlarım dahilinde anlatmaya çalıştım. Edebiyat benim için her şeyden evvel bir sanattı ve yazar toplumunu ve olayları anlatırken olaylar içselleştiriyor ve yazdıkları, söyledikleri hem kendisini hem toplumu anlatıyordu. Zannediyorum ki bir dereceye kadar bu yaklaşımı sosyal araştırmalarımda muhafaza edebildim. Tam objektif oldum ve toplumu ve tarihi gerçeğe uygun şekilde anlattım. Ve bu toplum benim ait olduğum Türk toplumuydu. Ömrümü yeniden yönlendirme imkanım olsaydı ben yine edebiyat yazarı olurdum der.  

Bizim evimizde Arap harfleriyle yazılmış birçok Türkçe kitap vardı. Ailede eski Arap harfleriyle yazılı bu kitaplar okunuyor, bense Mecidiye medresesinde hem Kur'an dersleri alıyor, hem de Türk edebiyatı ile tanışıyordum. Yine de okuduğum kitaplarn ezici çoğunluğu Romence idi. Daha başlangıçta nesrde (düzyazı) karşı şiirden çok daha fazla ilgi duymuştum, asıl merakım romandı. Daha o tarihte bilinçli olmasa da sezgi yolu ile edebiyatın her şeyden evvel sanat olduğuna kanaat getirmiştim. Çok sonra anladım ki benim edebiyata bu şekilde yaklaşımım doğruymuş. Olayları yazıldığı gibi kabul etmeme, onların kökeninde yatan insanı keşfetmek daha önemliydi. 

Edebiyat bu yazarların elinde sosyal devrim veya dünyaya düzen verecek bir alet olmaktan çıkarak kendine mahsus bir alan yaratmaktaydı. Bunun adı "sanat'tır. 

Babadağ’da Sarı Saltuk türbesini ziyaretim. 

Kemal Karpat Balkanlarla ilgili konuştuğunda hep Babadağ’ı hatırlar “Babadağ” hakkında bir kitap yazmayı yıllar önce planlamışım demişti. Amacım, Osmanlı Devlet ve tarihine merkezden; yani İstanbul’dan değil; küçük bir kasaba açısından bakarak bu kasabanın neden ve nasıl büyüdüğünü, nasıl çöktüğünü anlatmaktı. Bunun için de İslam ve Osmanlı tarihinde istisnai derecede ilginç bir yeri olan Babadağı’nı seçmiştim. Orada doğup büyümem ve Babadağı’nın ruhunu içime sindirmiş olmam, gölünü ormanlarını, insanlarını yakından tanımam, kasabanın tarihini yazmamaı kaçınılmaz bir vazife haline getirmişti. 

Kemal Karpat Babadağ’ı Türkmenlerin Avrupaya ilk yerleştiği yerdir derdi. Üstelik Sarı Saltuk gibi bir kişilik vardır. Dünyaca ünlü Kemal Karpat Osmanlı’nın Balkanlara geçişinden yüz yıl önce Türkleşen memleketi Babadağ’ın Osmanlı öncesi, Osmanlı zamanı ve Osmanlı sonrası zamanlarını kendi gözlemleriyle yazmayı, eski Babadağ’ın maddi görünüşü ve mahalle sayısı hakkındaki en geniş bilgi Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde bulunmaktadır demişti.

Babadağı ve civarlarında halen Saltuk Baba veya Sarı Saltuk Dede'nin destanları anlatılmaktaydı. Sarı Saltuk 1260'larda Anadolu'dan büyük bir Türkmen grubu ile göç ederek Babadağı Kasabası'nı kurmuştu. O civarda anlatılan Saltuk Dede destanlarının Sultan Fatih'in oğlu Cem Sultan dinlemiş ve kendi erkanı arasında bulunan Ebu'l-Hayr-i Rumi'ye bu destanları bir kitap şeklinde toplamasını emretmiştir. 

Sarı Saltuk Balkanlarda ilk Anadolu kökenli Türk iskanının yöneticisi olmasıyla tanınmıştır. Sarı Saltuk bir konar-göçer Türkmen aşiretinin hem siyasi hem de dini reisi olup; bu aşiretin Dobruca’ya iskanına liderlik etmiş; aynı zamanda oradaki ikameti esnasında etrafa bir takım gazalar düzenlemiş, ancak sistemli bir şekilde İslam propagandası yapan bir misyoner olmadığını bugün azçok tahmin edebilecek durumdayız. Sarı Saltık tam anlamıyla aydınlatılabilmiş bir tarihsel figür değildir; onun hayatını anlatan, kendi döneminden kalmış hiç bir kaynağın olmamasıdır. 

Bu bakımdan, kendinden bir buçuk asır sonra, onun kültürel ve demografik mirasını kullanan Şeyh Bedreddine de çok benzer. Şeyh Bedreddinin biyografisi iyi bilinmekte, ancak düşünceleri ve faaliyetleri hakkındaki bütün araştırmalara rağmen, Şeyh Bedreddin de bugün, belirtilen yönleriyle belli ölçüde bir muamma olmaktan henüz kurtulamamıştır. Sarı Saltuk’un kendi yönetiminde bir Türkmen aşiretini Dobruca’ya götürüp yerleştirmiş olduğu tarihi bir olaydır. 

Balkanların ulu çınarı Kemal Karpat bilgemi 1999 yılında Hollanda’da değerli dostum Mehmet Tütüncü çağırılışı olarak Hollanda’ya geldiği zaman tanımıştım.  Kemal Karpat SOTA Vakfı Yayınları arasında çıkan “Hazar Berisi” kitabımın tarih kısmını okumuş ve kitap için bir sunuş yazmıştı.