Hasta bir insan; ilacı kullanmadığı hâlde ‘ilaç, ilaç’ diyerek iyileşebilir mi? Demek ki insan hastalığın öldürücü olabileceğine inandığı kadar, mübarek “Bismillah” kelimesinin etkili olduğuna da inanması lâzımdır ki, bu tılsımlı söz tesir ve etkisini göstersin. Kendisinden bekleneni verebilsin.

     “Bismillah” tılsımının açılması ise ancak tam bir teslimiyetten geçer. Başka bir deyişle “Bismillah” tılsımı, ancak kalbi selim / temiz kalple açılır.

     Hz. Mevlânâ bir gün talebeleriyle bir çayırlığa gider. Otururlar. Hepsi Hz. Mevlânâ’yı çepe çevre sarar. Sohbetini dinlemeye başlar. Fakat hiçbir şey anlamazlar! Çünkü çayırdaki yüzlerce kurbağanın vırak vırakları Hz. Mevlânâ’nın sözlerini bastırır ve anlaşılmasını engeller. Bu durum karşısında Hz. Mevlana yerinden yavaşça doğrulur. Kurbağalara doğru döner. Yanındakilerin duyabileceği bir sesle şöyle seslenir: 

     -Ya siz konuşun ben dinleyeyim. Ya ben konuşayım siz dinleyin.

     Bir anda vıraklamalar kesilir. Çayırdan çıt çıkmaz olur.

     Nasıl oldu da, çayırlık sessizliğe büründü derseniz, derim ki: 

     Mevlana Hazretleri, insan olarak yeryüzünün halifesi olduğunu, “Bismillah” / “Allah adına” hareket ettiğini kurbağalara gösterebilmiş. Allah adına konuştuğu için, kendisine uymaları gerektiğini onlara manen iletebilmiştir. 

     Çünkü tüm canlı cansız varlıklara; insanın; karşılarına “Halifeyi rûy-i zemin. / Yeryüzünün Halifesi.” olduğunu gösterir manevî resmiyetiyle çıkması hâlinde; insana boyun eğmeleri gerektiği. Çünkü İnsanın onların varlık sebebi olarak yaratıldığı. İşte sırf bu yüzden, insana itaatle yükümlü oldukları ilham edilmiş, benliklerine yerleştirilmiştir. 

     Daha doğrusu “Bismillah” kimliğiyle, “Bismillah” parolasıyla, “Bismillah” hüviyetiyle onların karşısına çıkacak insanın; emrine râm olmaları mâhiyetlerine / içlerine konmuştur.

     Evet bu “Bismillah” tılsımını bizim dudaklarımız da söylüyor. Söylüyor ama dudaktan dudağa fark var. “Bismillah” lâfını Papağan da söyleyebilir. Ne olur derseniz? Ne olacak? Sözü insan sözü olur, ama özü insan olmadığı için bir şey ifade etmez.

     İşte bizler de “Bismillah” lâfzını ağzımızdan eksik etmiyoruz ama papağancasına! Asıl olan ise insancasına söyleyebilmek. Şüphesiz, herkes “Bismillah”ın hakkını tam olarak yerine getiremez. Bu bizi ümitsizliğe yöneltmesin. Çünkü ameller, niyetlere göre değer ve anlam kazanır. Biz her yerde, her zaman bu “Ne büyük tükenmez bir kuvvet” olan “Bismillah” kelâmını söylemeli. “Ne çok bitmez bir bereket” olan “Bismillah” sözünü zikretmeliyiz.

     Çünkü niyetimiz hâlis, muhlis, samimi ve içtendir. İnşâllah bu parolamız, Allah katında makbul sayılacak, O’nun rahmet kapılarının açılmasına da vesile olacak. Bizler bu “Ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket.” olan parola hükmündeki “Bismillah” sözünü her fırsatta söylemekle, İlâhî mecra ve yolda olduğumuzu da kanıtlarız. Zaten mecra / rota ve yolda olana ise, netice / sonuç müyesser ve nasîb olur. Öyleyse bu söze devam edene olsun netîce mukadder.

     Kaldı ki, “Yeis, mâni-i her kemâldir.” / “Ümitsizlik, her gelişmenin engelidir.” Yüce Allah’ın en sevmediği kul, kendisinden umudu kesendir. “Ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket.” olan “Bismillah”  sözüne devam vesselâm.

     Bizler hep yolda olmakla yükümlüyüz. Vardırmak O’nun işi. Biz bize düşeni yapmaktan sorumluyuz. Tabii O’nun işine karışmamak da baş görevimiz. Hani Karıncaya sormuşlar: “Nereye?”  Demiş: “Kâbeye.” “Bu ayaklarla mı?” Demiş: “Hiç olmazsa yolunda olurum ya.” Evet bizler, yolunca ve yordamınca yolda olmakla mükellefiz. Varırız varmayız, sonuç alırız almayız, o bizim işimiz değil. Öyleyse bizler “Bismillah, her hayrın başı.” olduğu için, bu mübarek kelimeyi ömrümüzün parolası yapmakla yükümlüyüz.

     “Bismillah” aynı zamanda İslâm nişanıdır. Nitekim her doğan çocuğa bir kimlik çıkarılır. Çocuğun resmen edindiği ilk şey kimlik kartıdır. Böylece çocuğun vatandaşlığı gerçekleşmiş olur. Çünkü vatandaşlık bir intisap, bir mensubiyet ve bir bağlanıştır. Doğan her çocuk, bu şekilde devletle irtibatlandırılmış / devletle ilk bağı kurulmuş olur. Artık o, devletin bir ferdi ve bireyidir. Sırasında kimliğini göstermesi ondan istenir. Bundan dolayıdır ki, ancak bu şekilde hür ve rahat dolaşım imkânına kavuşur.

     Rahat hayat ve yaşama hakkını, ancak bu şekilde elde eder. İstendiğinde, kimliğini göstermediği takdir de tutuklanır. Vatandaşlık haklarından mahrum edilir. Hürriyetinden yoksun kılınır. Tutsak işlemi görür. Çünkü kimliksizdir. Kimliğini, yani vatandaş olduğunu belirten resmî belgesini ibraz edememiş / gösterememiştir.

     Demek ki yurt içinde bile, kişinin kimliksiz dolaşması, başına çok işler açar. Onu zor durumda bırakır. Çünkü kimliksiz olmakla ortada kalmış. Devletle irtibatını sağlayan belgenin bulunmayışı, başını derde sokmuştur.

     Kimlik kartı, yurt içinde ne kadar önemliyse, pasaport da yurt dışında, kimlik kartı yerinde olarak, o nispette mühimdir. Çünkü yurt dışına pasaportsuz çıkamadığımız gibi, yurt dışında pasaportsuz dolaşamayız. Çünkü, pasaport almamakla o dış ülkeyle bağ kurmamış, o ülkenin iznini almamış, bilgisi dairesine girmemiş oluruz. Bu da bizim ilk fırsatta tutuklanmamız veya sınır dışı edilmemizle sonuçlanır.

     Kimlik / pasaport / parola sayılan “Şu mübarek kelime (Bismillah sözü aynı zamanda) İslâm nişanıdır.” O’nsuz / Bismillahsız olarak, yeryüzünde istediğimiz gibi hareket edemez. Kendimizi cansızlar, bitkiler ve hayvanlar karşısında yalnız hisseder. Hatta onların düşmanlığını üzerimize çekeriz. 

     İşte “Bismillah” söylemi, varlıklara karşı sözlü bir pasaport ibrazı / gösterimidir.