“Ben burada çok başarılı olduğum dönemde bile Avrupa’ya gidebilmeyi, orada kendimi tanıtmayı düşlüyordum. İçimde her zaman bir Avrupalı olabilme tutkusu vardı, ama gidemiyordum. Filmcilik yaptığım sırada, Kartal Tibet’in beni yüzüstü bırakıp filmcilikle ilgili hedeflerimi sakatlaması yüzünden insanlara küstüm.”

“…Bir gün geldi, kendi ülkemde her şey bana batar oldu. Haksızlıklara kayıtsız kalamayıp müdahale ettikçe de başım derde giriyordu ve kimse beni anlamıyordu. Bir gün,  ‘yeter!’ dedim ve tası, tarağı toplayıp Paris’e gittim.”

Salı günkü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, sinemanın toplumun manevi yapılanmasını oluşturmadaki rolünün öneminden söz ederken, geçen gün ebediyete uğurladığımız Kartal Tibet’in canlandırdığı Karaoğlan ve Tarkan rolleriyle gençlerimizin idolü olduğunu, bu nedenle milli sinemamızı oluşturmamız gerektiğini belirtti. MHP Lideri Bahçeli’nin, Kartal Tibet’i “Karaoğlan” yapan Suat Yalaz’dan da söz etmesini ve Yalaz’ın kendisine sunduğu “Mete Han’dan Atatürk’e” belgeselinin neden hayata geçirilemediğini de anlatmasını beklerdik. 

Belleklerimize daha çok KARAOĞLAN imajıyla nakşettiğimiz Kartal Tibet’i de son yolculuğuna uğurladık. Allah rahmet eylesin; mekanı Cennet olsun..

Son zamanlarda, biraz da koronavirüs salgını nedeniyle ne film setlerinde ne de medyada göremediğimiz Kartal Tibet’in cenaze töreninde Orhan Gencebay, “Biz onu, daha çok, Karaoğlan ve Tarkan filmleriyle tanıdık. Türk milletine Türklü en güzel şekilde anlattı” dedi. Orhan Baba haklıdır; Karaoğlan filmleri o dönem gençlerini Karaoğlan olmaya özendirmiştir. 

Gençler Karaoğlan’ı, güzel ata binen, güzel ok atan ya da güzel savaşan bir kahraman olmasının yanı sıra, zora düşmüş olanların kurtarıcısı, zalimlerin amansız düşmanı olmasından, biraz da güzellere olan ilgisinden dolayı seviyorlar ve onun gibi olmaya özeniyorlardı. 

İşte bu gibi sonuçları nedeniyle sinema, bireylere belirli özellikler kazandırmak amacıyla, çok etkili bir eğitim aracı olarak kullanılıyordu. ABD gibi devletler, uzun bir süre, perde arkasında kalmaya özen göstererek, filmlerin konularının seçilmesinde etkili olmuşlar, örtülü bir sansür uygulamışlardır. 

Karaoğlan’ın “babası” Suat Yalaz, sinema ve çizgi roman yayıncılığının bir eğitim aracı kullanıldığını, Hollywood’un gerçek rejisörünün kim olduğunu ve nasıl çalıştığını çok iyi biliyordu. 

Suat Yalaz tarihimize ve kültürümüze aşık bir çizgi ustasıydı. Yeteneklerini, kalemini ve fırçasını Türk gençlerinin, Batılıların çizgi roman kahramanlarının başarılarıyla değil, kendi tarihinin yetiştirdiği yiğitlerin kahramanlıklarıyla övünebilmesi için kullandı.  Ömrü boyunca çizdi. Birkaç kuşak Batılı kovboyların kahramanlıklarıyla değil, onun canlandırdığı Karaoğlan’ın peşinde atayurdunu, tarihini ve geleneklerini tanıdı, öğrendi. Özgüven kazandı. 

SUAT YALAZ KARAOĞLAN’I BİR EĞİTİM ARACI OLARAK KULLANIYORDU 

Sevilen bir çizgi roman kahramanı canlandırabilmek, onun her hafta yeni bir macerasını çizgilerle anlatabilmek hiç de kolay bir uğraş değildir. Batı’da çizgi roman kahramanlarının arkasında tek imza görünür, ama onu, her hafta yeni macerayla okuyucu karşısına çıkarmak içi bir ekip çalışması gerekir. 

Bizde çizgi roman yayıncılığı bir ekibi besleyebilecek bir kazanç sağlamadığı için, Suat Yalaz gibi, Abdullah Turan gibi, Sezgin Burak, Cemal Dündar, Yücel Köksal, Ayhan Başoğlu, Orhan Tunçdemir gibi çizgi romana gönül veren çizerlerimiz tek başlarına ya da aralarında yardımlaşarak hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır. Fakat bunlardan hiçbiri Avrupa’da yayınlanan dergilerin yalnızca balon yazılarını değiştirip yayınlayan yayıncılar kadar para kazanamamışlardır.  

Suat Yalaz uzun yılar Paris’te yaşamış olmasına rağmen, düşlediği miktarda bir maddi kazanç sağlayamamıştır. KARAOĞLAN yalnızca Anadolu topraklarında değil, KEBİR adıyla Afrika’nın kuzey bölgesindeki Müslüman ülkelerde de at koşturdu ve Türkiye’de olduğu gibi oralarda da sevildi, benimsendi. 

Hayatının en verimli çağında, şeker hastalığı nedeniyle görme yeteneğini büyük ölçüde kaybeden Suat Yalaz, Karaoğlan aşıklarından umduğu ilgiyi görememenin üzüntüsü içinde ömrünü tamamladı; Karaoğlan’ı sevenlerine emanet ederek ebediyete göçtü. 

SUAT YALAZ NELER ANLATIYOR? 

Suat Yalaz, Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük çizerlerden biri olması dışında,  8 Karaoğlan filmine imza atmış bir yönetmendir.. Suat Yalaz’la sohbet ederken çizgi romanların, siyah beyaz filmlerin hüküm sürdüğü bir geçmişe yolculuk yaptık. Kartal Tibet’i Karaoğlan yapan büyük çizgi üstadı, sağlığında yaptığımız söyleşilerde, hem Karaoğlan’ı hem de Kartal Tibet’i nasıl Karaoğlan yaptığını, Kartal Tibet ile yollarının nasıl ayrıldığını, Paris’e neden taşındığın ayrıntılarıyla anlatmıştı. Ses kayıtlarından özetleyerek aktaralım..  

-Zagor, Teks, Tommiks, Teksas gibi Batılı çizgi romanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

SUAT YALAZ: Amerika’daki resimli romanlar, büyük kitlelere hitap eder. Avrupa’da da bu işi en güzel yapan millet İtalyanlardır. Fransızlar A sınıfı kalitede resimli roman yaparlar, fakat kitlelere seslenemezler; onları, elit bir kitle takip eder. Ben, resimli romancılık hayatım boyunca Türkiye’yi istila etmiş Amerikan çizgi romanlarına karşı Karaoğlan ve Son Osmanlı gibi bir tiple çıktığım için, benim muhatabım daha çok Amerikalılar oldu. İtalyan resimli romancılarını, Pekos Bill’i, Teksas’ı inceleyemedim ve onları da muhatab almadım.

-Amerikan yapımı çizgi romanlarla daha çok ilgili olduğunuzu söylüyorsunuz. Onlar hakkındaki düşüncelerinizden bahseder misiniz?

SUAT YALAZ:  Süperman, Örümcek Adam, Batman gibi çok eskilere dayanan ve bütün dünyanın tanıdığı, çok tutmuş resimli romanlar, klasik şablonlar içerisinde, çocuksu hikayelerle, büyük kitlelere hitap edebiliyorlar. Ne İtalyan çizgi romanları, ne de Amerikan çizgi romanları on, on beş yaş arasındaki çocuklara hitap eder; bizim Karaoğlan’ın şiirsel yanı, felsefi yanı, anneye, babaya, bütün toplumu etkileyen yanı yoktur onlarda. Yirmi, yirmibeş yaşında Tommiks, Teksas okuyan bir adam göremezsiniz, ama Karaoğlan’ı, yirmi, otuz hatta ellili yaşlarda, bakanlar, müsteşarlar falan okuyor. Bu yüzden, Tommiksler, Teksaslar çok yaygın olmalarına rağmen, hikayeler çocuksudur, resim kaliteleri bakımından da ikinci sınıf kalitesindedirler. 

-Çizgi roman konusunda Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?

SUAT YALAZ: Biraz megalomaniye kaçacak, ama biz Karaoğlan ve Son Osmanlı resimli romanlarıyla Avrupa ve Amerika ile aynı kulvarda koşuyoruz. Karaoğlan’la ve Son Osmanlı’daki bazı maceralarla, bazı diyaloglarla Hugo Pratt’ı yakaladık, zaman zaman geçtik. Hugo Pratt dünya çapında bir adam. Son Osmanlı’nın ilhamını veren Hugo Pratt ‘tir. Fon olarak tarihi, belgesel olayları alır ve kendi kahramanı Corto Maltese ile romanını yazar. Hem güzel ve heyecan verici bir roman okursunuz, hem de güzel resimler seyredersiniz.

Ben kahramanlarının filmlerini çekmiş ve Avrupa’da uzun zaman kalabilmiş bir sanatçı olarak Avrupalılarla, Amerikalılarla yarışabilecek düzeyde eserler verdim. Avrupalı Türk çizgi romancılığının kendilerininkinden hiç de aşağı kalır bir yanı olmadığını biliyor. 

-Sizi ressamlığa yönlendiren, etkilendiğiniz bir usta ya da ustalar kimlerdi?  

SUAT YALAZ: Belki, bizden biraz Cemal Nadir, yabancılardan; Flash Gordon’un (Baytekin) yaratıcısı Alex Raymond, Kanadalı Hal Foster. 

-Bab-ı Ali’de çizgi roman maceranız nasıl başladı?  

SUAT YALAZ: Abdullah Ziya Kozanoğlu Akademi’den tanışıyorduk. Tan Gazetesi’nde geçici bir çizer arıyordu. Beni çağırdı, işlerimi götürdüm. Anlaşmıştık, fakat bir süre sonra gazete kapandı. Kozanoğlu, Malik Yolaç’ın satın aldığı Akşam Gazetesi’ne geçti. Bu gazete çok modern baskı tesislerine sahipti. Kozanoğlu’nun beni tekrar çağırdığı 1959 yılının Temmuz’u benim hayatımın dönüm noktası oldu. 

Gazeteye gittim. Ratip Tahir yorulmuş izne çıkacak, iki aylık süre için beni istiyorlar.  ‘Sana ayda 2000 lira vereceğiz’ dediler. O dönemde dört gazeteye birden çiziyorum; 800 lira ancak alıyorum. Benden biraz fazlasını Bedri Koraman, Altan Erbulak ve Turhan Selçuk alıyor. 

 Gazete yönetimi Viyana Muhasarası’nı çizmemi istiyordu, ama ben konuyu sevmemiştim. ‘Peki, sen, ne çizmek istiyorsun?’ dediler.  ‘Ben ilk Türkleri çizmek istiyorum’ dedim. Çünkü o zamanlar Nihal Atsız’ın; Bozkurtlar Diriliyor’u var, Kozanoğlu’nun Atlı Han ve Savcı Bey’i var. ‘Biz sana Osmanlı’nın en şanlı zamanlarını sunuyoruz, sen yoksul bozkır çocuklarını çizmek istiyorsun’ dediler. ‘Yoksul, ama soylu’ dedim. Malik Yolaç’ın desteği ile A. Z. Kozanoğlu;  ‘Peki, o zaman sana Cengiz Han’ın Hazineleri’ni vereyim’ dedi. Kabul ettim ve hemen çalışmaya başladım. 

Başlangıçta belli bir Karaoğlan tipi yoktu. Ama Orta Asyalı bir savaşçı tipi yaratma fikri vardı. O yıllarda Fransız aktör Gerard Philippe’nin ‘Fan Fan la Tulipe’ filminden çok etkilenmiştim. Bu tip benim çok hoşuma gitti. Bu tipte; bir pantolon, bir gömlek, bir kılıç, belinde de bir kemeri vardı; atılgandı, serseriydi, sempatikti ve saçları rüzgârla savruluyordu. Karaoğlan karakterini belirleyen ana çıkış noktamda bu oldu. Bir bomba gibi patladı Karaoğlan. Meğer insanlarımız ne kadar açmış eski Türklerin hikâyelerine. Dönemin Başbakanı Ecevit Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında Karaoğlan olarak anılmaya başlandı. 

-Kaç Karaoğlan macerası yaptınız?  

S. YALAZ: Sanıyorum bu sayı 82-84 arasındadır ama bu çizimlerin 50 tanesi tamamen benimdir, 30’dan fazlası da benim baş yardımcım Abdullah Turan’a aittir. 

KARAOĞLAN’IN SIRLARI

Gençlerimizi Batılıların belli amaçlara yönelik olarak çizdiği Batılı kahramanlardan kurtarmak amacıyla, çizgi roman dünyamıza Türk kahramanlarını taşıyan Suat Yalaz, yazıp çizdiği Karaoğlan’ın bütün serüvenlerini, başrolünü Kartal Tibet’in oynadığı filmlerle ölümsüzleştirmek istiyordu. 

1965 yılında Karaoğlan filmlerini çekmeye başlayan Suat Yalaz, bu filmlerin büyük ilgi göreceğini bildiği için, ilk filmden sonra Yeşilçam’ım Kartal Tibet’e çengel atacağını da tahmin ediyordu. O nedenle de, hemen vizyona girmeyecek olsa da, Karaoğlan maceralarını peşpeşe çekerek arşivine koyma telaşındaydı. Bu amacını gerçekleştirmede, keşfedip yıldızlaştırdığı Kartal Tibet’in ve yönetmenliğe yönlendirdiği Tef dergisi sahibi Ertem Eğilmez’in kendisine yardımcı olacağını umuyordu. 

Fakat işler umduğu gibi gitmedi. Yeşilçam’a bomba gibi giren ve yıldızı parlayan Kartal Tibet ile Suat Yalaz arasında beşinci filmden sonra tatsızlıklar yaşanmaya başlanır. Bütün birikimini Karaoğlan filminin hazırlıklarına harcayan Suat Yalaz ekonomik sıkıntılar yaşamaya başlar. 

Yalaz, Tibet’e biri Türkiye’nin ilk James Bond’u olacak Yüzbaşı Kartal ve Karaoğlan serisinin en güzel bir serüvenini peşpeşe çekmeyi planladığını, bu konuda kendisine destek olmasını ister. Kartal Tibet, kendisine şöhret kapılarını açan Suat Yalaz’ın bu teklifini hiç düşünmeden kabul eder. 

Ancak, çekim zamanı geldiğinde Kartal Tibet’in Hülya Koçyiğit’le başrol oynayacağı bir film için Türker İnanoğlu ile anlaştığını ve yüklüce bir para aldığını öğrenen Yalaz, büyük bir düş kırıklığı yaşar. Kartal Tibet’le dostluğunu noktalayan Suat Yalaz, bir Arap yatırımcının para yardımıyla, başrolünü Kuzey Vargın’ın oynadığı bir Karaoğlan filmi çekerek borçlarını tasfiye eder ve Fransa’ya yerleşme kararı alır.  

Suat Yalaz o dönemi anlatırken şöyle diyordu: “Ben burada çok başarılı olduğum dönemde bile Avrupa’ya gidebilmeyi, orada kendimi tanıtmayı düşlüyordum. İçimde her zaman bir Avrupalı olabilme tutkusu vardı, ama gidemiyordum. Filmcilik yaptığım sırada, Kartal Tibet’in beni yüzüstü bırakıp benim filmciliğimi sakatlaması yüzünden insanlara küstüm.”

“…Ben; temiz, titiz, duyarlı ve güvenilir bir insanım. Bir gün geldi, kendi ülkemde her şey bana batar oldu. Haksızlıklara kayıtsız kalamayıp müdahale ettikçe de başım derde giriyor. Ve kimse beni anlamıyor. Bir gün,  ‘yeter!’ dedim ve tası, tarağı toplayıp Paris’e gittim.”

“METE HAN’DAN ATATÜRK’E”

Salı günkü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, sinemanın toplumun manevi yapılanmasını oluşturmadaki rolünün öneminden söz ederken, geçen gün ebediyete uğurladığımız Kartal Tibet’in canlandırdığı Karaoğlan ve Tarkan rolleriyle gençlerimizin idolü olduğunu, bu nedenle milli sinemamızı oluşturmamız gerektiğini belirtti. MHP Lideri Bahçeli’nin, Kartal Tibet’i “Karaoğlan” yapan Suat Yalaz’dan da söz etmesini ve Yalaz’ın kendisine sunduğu “Mete Han’dan Atatürk’e” belgeselinin neden hayata geçirilemediğini de anlatmasını beklerdik. Çünkü Suat Yalaz, bu konuda milliyetçi cephenin kendisine beklediği desteği vermediğinden yakınırdı.

Suat Yalaz Fransa’dayken, “Sayemde yönetmen oldu” dediği eski dostu Ertem Eğilmez ile keşfedip Yeşilçam’a taşıdığı, yıldızını parlattığı Kartal Tibet yönetmenliğini Mehmet Aslan’ın yaptığı “Karaoğlan Dönüyor” adında korsan bir film yaparlar. Yalaz ikisini de mahkemeye verir ve yıl süren mahkeme sonunda yüklü bir tazminat alır. Yargıtay tarafından yakılmasına karar verilmesine rağmen Suat Yalaz bu korsan filmin yakılmasına izin vermez.