(283 maden işçimiz) nahak yere hayatından oldu ve biz bu duruma bir takım öften püften kelamlarla bir kılıf geçirerek aklımızca geçiştirmeye çalıştık ki, hâlâ değişen tek bir nokta yoktur?!.. 
Ne dedik, “Karagün”, ne dedik, kara günde dayanışma, ne dedik, Taktir-i İlâhi! İşte buna isyan etmemek elde değil?!.. Ülkemizde onca musibet varken, Cenab-ı Hak; bu gariban emekçileri mi seçecek?... Kaldı ki, teknolojinin hemen her sahada harikalar meydana getirdiği bu çağda, deprem dahi olsa aşırı can kaybına yol açmayacak tedbirler, bilhassa teknik açıdan alınabilmekte ve can kayıbı mümkün mertebe önlenebilmektedir. Misâl mi istersiniz: Japonya meydanda. 
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız’ın son açıklamalarına göre: (Madendeki işçi sayısı: 787. Ölen işçiler 298. Kurtulan ve Kurtarılanlar: 485. Cenazesi çıkarılamayan: 3. Hastahâne’deki yaralılar: 3.) buyurmuşlar ve ayrıca: Mak- simum kayıp sayısı: 302 ama 299’a da düşebilir. Gece yarısı açıklamasında ise: “298 madencinin cenazesine ulaşıldığını” ifade etmişlerdi. 
Görülüyor ki, her geçen gün de değil, her geçen saat, cefakâr madencilerin şehit sayıları artmaktadır!... Allah vere de, kara haberlerin sonu gelse!... Bu kahredici facia’nın bütün boyutlarının alabildiğine sömürülmesi ve bu babda en büyük payı, medyanın alması, kalem dünyası için gerçekten pek üzücü bir örnek teşkil etmektedir!... 
Kimi ses-sanatçısı, kimi sahne sanatçı ve kimi de sinema sanatçı olarak böyle zamanlarda boy gösterip, şöhretine, şöhret katmaktan hiç mi hiç geri kalmamakta... Hele medyadaki köşe yazarları ile araştırmacı yazarlar’ın (İstisnalar kaideyi bozmaz) bilir bilmez ahkâm kesmeleri öfkeyi taşıran son damla olmaktadır! 
Medyamızda gerçek mânâda değerli kalemlerin bu faciaya temasları ve değerli fikir ve görüşleriyle okuyucularını aydınlatmaya çalışmaları, gerçekten büyük bir hizmetin ifasıdır diyebiliriz!... 
Dolayısıyla medyamız’ın bu değerli kalemlerinden bazılarını konumun muhtevası açısından, makalelerinin örtüşmesi sebebiyle bu naçiz sütunuma almayı şeref bilmekteyim efendim!... 
İlk, “HABER TÜRK” Yazarı Sayın Yavuz Semerci’nin “16 Mayıs 2014 Cuma” tarihli ve “KADER DİYEREK APTALLIĞIMIZI ÖRTMEYİN!” başlıklı makalelerinden bazı pasajları aynen geçiyorum. Buyurun hep birlikte okuyalım: 
(Tam 3 yıl önce (25 Ekim 2011) şöyle yazmışım. Okurken sadece deprem kelimesi yerine maden faciası koyun lütfen…
Türkiye’nin acıyla imtihanı hiç bitmiyor. Talihsiz, şanssız veya günahkâr bir toplum olmamızdan kaynaklanmıyor elbette bu durum.
Plansızlık, akılsızlık, irrasyonel hareket alışkanlığı, duyarsızlık, tuzum kuru anlayışı, yönetenlerin siyasal duruşunu daha fazla önemseme... Say sayabildiğin kadarıyla.
Doğal afetleri kader diye tanımlayabilirsiniz. Ama bu afetlerle gelen basit ölümleri kader-kaza kapsamında değerlendirebilir misiniz?
“Allah’ın takdiri” diyerek bu işten sıyrılmayı alışkanlık etmiş toplumsal bir refleks var.
Örneğin, deprem bölgesinde bir devlet hastanesinin yıkılıp, diğer binaların ayakta kalması bir kader midir? 
Madenci ölümlerini üretim rakamlarıyla kıyasladığımızda: Türkiye’de 7, Çin’de 1, ABD’de ise on binde 2 madenci ölüyor. Dünya rekortmeni olmamızın fitratla alakası yok. Tam tersi güvenlik standartlarının düşüklüğüyle alakası var. 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi, diğer ülkeler nasıl bu ölümleri bitirdiyse bizim de o seviyeye çıkmamız gerekiyor... 
Basit bir örnek: Bu madende her biri 250 bin dolar maliyetli ve 40 kişiyi 63 gün yerin altında koruyacak bir kaç kaçış-yaşam odası olsaydı bu kadar işçi ölür müydü? Eğer yanıtınız “Hayır!” ise söz konusu madeni örnek gösteren Devlet yetkilileri bu günlerde utan- malı... 
Yani bu ölümleri olağan değil, olağandışı gören bir Devlet anlayışına ihtiyacımız var.) 
Saygıdeğer Diyanet İşleri Başkanımız Mehmed Görmez Cenapları, Soma faciasında yaşamını yitiren Madenciler için verdikleri hutbede şu manidar sözleri sarf etmişlerdir: 
(Bugün ahirete intikal edenler milletçe bize şu dersi verdiler. Alın teriyle çocuklarımızın helal rızkını temin etmek mukaddestir ve bu çok değerlidir ama bize bir ders daha verdiler; aynı zamanda insanın emeğini sömürmenin, insanın hakkına tecavüz etmenin, kul hakkına tecavüz etmemin, haram lokma ile beslenmenin ne kadar büyük bir kötülük olduğunu da ortaya koydular! 
Kader ve ecel, insanoğlunun ihmal ve sorumluluklarını asla ortadan kaldırmaz. Takdir, insanoğlunun tedbir sorumluluğunu ortadan kaldırmaz!) 
Bakınız: “17 Mayıs 2014 Cumartesi” tarihli Milliyet Gazetesi. 
Müslüman vatandaşlarımız bu derece aydın ve çağdaş bir Diyanet İşleri Başkanı’na layık görülmüş oldukları için her ne kadar şükretseler azdır diyebiliriz!... 
Karşılaştığımız bu dehşetengiz felâketten dahi hisse almasını bilememiş ve topyekün toparlanıp yek vücut olmayı aklımızın kenarından dahi geçiremiyor ve topluma birlik mesajı değil, siyasî mesajlar vererek, hasım gördüğümüz tarafı, yerden yere çalmaya devam etmekteyiz.... 
Refikimiz Sayın Fatih Altaylı, toplumumuzun ne hâllere gelmiş olduğunu değerli köşelerinde şöyle ifade etmektedirler ki, aynen katılıyoruz: 
(Vicdansızlığın, insafsızlığın, insanlıktan nasipsizliğin bile “Daha neler” dediğini bu kadar açık gösterecek bir fikir alçaklığı olabileceğini hayal bile edemezdik herhal- de!...
Diyorlar ki: “Soma’da meydana gelen facia aslında bir sabotajmış. Gezi’nin yıldönümü yaklaşırken halkı galeyana getirmek için böyle bir tezgâh kurulmuş ve bu sabotaj gerçekleştirilmiş.” 
Şeytanın aklına gelir mi? Gelmeez! 
Kimin aklına gelir peki? 
Ancak “bunların gelir”.)
Açıkca görülüyor ki; “Gezi Hareketi” masum bir düşüncenin mahsulü değilmiş!... Ve lâkin, her ne kadar uğraşılsa uğraşılsın, bunlar bir santim olsun mantığı çalıştırmaya yanaşmazlar! Çünkü, onların basiretleri, tek noktaya yoğunlaşmıştır ve gerisini görebilmelerine imkân yoktur!... 
Mensubu olmaktan şeref duyduğum “ÖNCE-VATAN GAZETESİ” Soma faciası hususunda şu değerli başlığı kullanmıştı ki, tüm kalbimle iştirak ederek şeref duymuşumdur! (KADER OLAMAZ!). 
Biz bu satırları yazarken TV’de geçen dip notunda şu kahredici haberi okuduk: (301 SİVİL ŞEHİT; FACİADA ÖLEN MADENCİLER “SİVİL ŞEHİT” SAYILACAK.) 
Günümüz Parlamentosu, böylesi bir felâketle karşılaşmış olmasına rağmen, hâlâ; “VIDI, VIDI” diye diye, pek diğerini yemeye çalışan ve de birbirlerini hasım da değil, doğrudan düşman sayan Parlamenterlerimizle dop dolu, kör uçuşa devam etmektedir... 
Meselenin en hazin tarafı da, Devletimizin üst mercileri ile Parlamenterlerimiz ve san’at dünyamızın adeta el birliği etmişcesine, bir bütün olarak Soma’daki faciazedelere maddi, manevi yardım yarışmasına girişmeleri olmaktadır!.. 
Mahremiyet içinde, yarı ölü, yarı diri yaşamaya çalışan ailelerimizin tümüne bulundukları bölgede maddi, mânevi yardım elleri açılmış olsaydı, daha hayırlı bir yatırım yapılmış olmaz mıydı!... Bizlerin yekdiğerimize yardım elimizi uzatabilmemiz için ille de, biri facianın zuhur etmesi lazımdır?.. 
Hele o, sözde İstanbul Sosyetesi olarak geçinenlerin müdavimi oldukları, eğlence mekânlarının “SOMA” dolayısıyla kepenk indirmiş ve üç gün yas tutulacağını basın kanalı ile herkese duyurmaları ki, açtıkları zaman da garsonları siyah kıyafetle servis yapacakları ayrıca duyurulmuştur... 
Yanî üç günlük yastan sonra herkes yine eski gece hayatına dönüp, gününü gün edecek!... Peki Soma’daki felâketzedeler ne yapacak? Fazlaca düşünmeye lüzum yok; tekrar aynı çilekeş hayatına, bu sefer de şehit verdikten sonra daha da zor katlanabileceği hayatına devam etmeye mecbur kalacak! Evet! O meşhur şarkıda söylendiği gibi “Çile Bülbülüm Çileeee!...”
Değerli refikimiz Sayın Fatih Altaylı, maden kazasının en az kayıpla geçiştirilebilmenin çarelerini madde, madde sıralamış. Aynen geçiyorum: 
(-: MADEN riskli iştir, kaza olur derler. 
Doğru maden riskli iştir. Kaza olur ama “eksik varsa” olur. Çocukluğumdan beri pek çok madene girmiş çıkmış biri olarak söylüyorum bunu. 
1-: Madende en önemli şey kullanılan malzemedir. Doğru değilse, uluslar arası güvenlik standartlarında değilse kaza olur.) 
Hemen hemen bir çok yazarımızın dikkatlerine çekilen de değil saplanan şu mendebur sual var ya, hemen hemen hepimizi adeta çileden çıkarıyor: (Başka ülkelerde de maden kazaları oluyor..) kelamı!... Bazıları bizim bu gerçeği görerek kaderimize razı olup oturmamızı istiyor!... 
Yok olmaz böyle şey! Bizlere gösterilen ülkelerde mezkûr kazalar takriben yüz sene evvel olmuş. Günümüzde öyle uğursuzluklar yok ve zaten teknolojinin günümüzde sağladığı mükemmel imkanlarla zaten öyle yanlışlar olmasına imkan yoktur! Beyler bilmiyorlar ki, “artık maymun gözünü açmıştır!” artık onu kandırmak mümkün değildir.... 
Soma trajedisinden evvel ve günümüzde, insanlarımız adeta barut fıçısı olmuş, dokunsan patlayacak... Hemen her tarafa saldırmak kırıp dökmek için adeta fırsat kollayan nice yurttaşımız şehirlerimizi adeta oturulmaz hâle sokmuşlardır... 
Sayın refikimiz Fatih Altaylı, bu hususu değerli köşelerinde şöyle dile getirmişler: (-: Tamamen çıldırmış bir toplum haline gelmişiz. Ne mantık kalmış, ne izan, hatta ne insanlık... Toplu bir nefret histerisi...) 
“Haber Türk”ün köşe yazarlarından Sayın Umur Talu refikimiz bugünkü makalelerine şu başlığı koymuşlar ki, cidden pek hoşuma gitti: (İNSANI AŞAĞILAYAN HER OTORİTER KÜLTÜR AŞAĞILIKTIR!) Bu değerlendirmeye bütün kalbimle iştirak etmekteyim! Ne bir eksik, ne bir fazla!.. 
Muhakkak tüm okuyucularımın dikkatlerine çekmiştir; bu makalemde kendi kalemimden ziyade, başka gazetelerin değerli Yazarlarının kalemlerine ziyade yer vermişim. Evet öyle oldu! Zira “Soma” faciası, siyasî meselelerdeki yorumların dışında olan ve bütün ülke insanımızı yakından yaralayan bir faktör olarak karşıma çıkmış ve bu meselede kendi düşüncelerimi sunmak yerine, diğer gazetelerdeki refiklerimin görüş ve fikirlerini sunmayı daha doğru buldum. 
Meselâ, Soma Madencilik’in sahibi, iki saat süren basın toplantısından sonra, Haber Türk’e konuştuğunda: (Yan üniteye gelip baksalardı, orası “Hilton gibiydi”) buyurmuş!... Şimdi bu eksantrik demeç hakkında doğrudan kendi yorumumu vermiş olsaydım; “Ermeni’ye bak...” diye tutturabilirlerdi... 
Denecektir ki, “ne o korktun mu?” Cevabım şu olacaktır; Hayır korkmadım ve de Cenab-ı Hak’tan gayrı hemen hiçbir güçten korkmadığımı beni tanıyan herkes bilir! Bilirler ki, konusu her ne olursa olsun sözümü esirgemem! Fakat bu çok değişik boyutları bağrında saklayan bir konudur. Dolayısıyla böyle olması daha münasip olmuştur inancındayım!... 
Her ne ise, biz yine asıl konumuza dönelim: bendeniz “Hilton” başta olmak üzere dünya çapında meşhur otellerin bazılarında geceleyebilmiş bir insanım. Çünkü, mesleğim bana bu imkânı tanımıştır. Ama hemen hiç birisinde soyunup, giyinmekte “Sepet” kullanıldığını görmüş değilim?!.. Bilmem ayrıca yoruma ihtiyaç var mı?... 
Günümüz Türkiye’si çok ağır bir döneme girmiş durumdadır. Bu vaziyetten istifade etmek isteyen nice emperyalist uşağı, muhtelif manevralar çevirerek ülkemizi tam bir kaosa sürükleyebilmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. İktidara “İstifa” reçetesi uzatacağımıza, müşterek bir çare aramanın ve böylece ülkemizde hiç olmazsa bu kara dönemde birlik, beraberlik sağlayabilsek, emin olun ülkemize en büyük iyiliği yapmış olacağız. 
Bizden söylemesi!... 
Saygıdeğer okuyucularım, Cenab-ı Hak cümlemize sabırlar ihsan eylesin ve Soma’daki şehitlerimizi, cennetine layık kılsın! 
Hürmet ve saygılarımla!