Madem sanat ve hikmetle yaratıcı olan Allah; her şey için o şeye münasip, o şeye uygun bir mükemmellik noktası, erişmesi gereken bir durum tayin ediyor. Her şeye ona lâyık ona göre, bir varlığa verimli olacak şekilde bir mertebe tayin ediyor. O şeye, o mükemmellik noktasına doğru çalışıp gitmek için, bir yetenek vererek onu oraya doğru yönlendiriyor.

     İşte bütün bitki, hayvan ve canlılarda; bu Rablık yani terbiye ediş, yetiştiriş kanunu geçerlidir.

     Bununla beraber bu Rablık, yani terbiye edicilik kanunu, cansız varlıklarda bile yine geçerlidir.

     Nitekim basit toprağa, elmas derecesinde ve değerli taşlar mertebesinde bir yükseliş veriyor.

     İşte bunda; gerçekte çok büyük bir Rububiyet, Rablık yani terbiye edicilik ve yetiştiricilik kanununun ucu görünüyor.

     Madem o cömert Yaratıcı; canlıların üreme, çoğalma gibi büyük kanununda hayvanları hizmet ettirip çalıştırıyor. Bunun için hayvanlara bir çeşit ücret veriyor. Tabii ücret olarak, birer maaş gibi, her birine az bir lezzet veriyor.

     Arı ve Bülbül gibi, diğer Rabba ait hizmet ve işlerde hizmet ettirilip çalıştırılan hayvanlara da birer ücret veriyor. Onların mükemmel edilişlerini; onlara verilmiş ücret sayıyor. Onlara bu iş için, onları şevke getirecek, lezzet almalarına vesile olacak birer makam veriyor.

     İşte bunda yine Allahın bir büyük Kerem ve Bağış Kanununun ucu görünüyor.

     Madem her şeyin gerçeği; Hakkın ta kendisi olan Yüce Allahın bir isminin yansımasına, görüntüsüne bakar. Ona bağlıdır. Ona aynadır.

     O şey ne kadar güzel bir durum alsa, o ismin şerefinedir. O ismi şereflendirir. Çünkü o isim öyle ister. O şey bilsin bilmesin farketmez. O güzel durum hakikatin gözünde istenilen bir özelliktir.

     İşte bu gerçekten ise, Yüce Allahın son derece büyük bir “Güzellik Kanunu”nun ucu görünüyor.

     Madem, cömert olan ve eşsiz, Sanatla Yaratıcı Allahın “Cömertlik ve İkram Prensibi” vardır.

     Bu kerem, düstur ve prensibinin gerektirmesiyle, bir şeye verdiği makamı ve kusursuzluğu geri almıyor. Çünkü bu, O’nun yüce şanına yakışmıyor. Cömertliğiyle bağdaşmıyor.

     O şeyin hayatta kalış süresi ve ömrü bitmesiyle, o mükemmelliği ondan geri almıyor.

     Tam tersine o mükemmellik sahibinin, kendisine mükemmellik verilmiş olanın meyvelerini, sonuçlarını, manevî hürriyet ve özgürlüğünü ve mânâsını kalıcı kılıyor. Şayet o şey ruhlu ise, ruhunu devamlı hâle getiriyor.

     Meselâ dünyada insanı birçok mükemmelliklere mazhar eder, kavuşturur. Mazhar ettiği, sahip kıldığı bu mükemmelliklerin mânâlarını, meyvelerini kalıcı kılıyor.

     Hattâ şükreden inançlı birinin yediği geçici meyvelerin şükrünü, hamdini bile somutlaştırıyor. Elle tutulur bir hâle getiriyor. O şükür ve hamdleri cisimleşmiş bir cennet meyvesi suretinde tekrar ona veriyor. Ona iade ediyor. Ona döndürüyor. İnsanın her şeyi Kendinden bilmesini, anlamasını kolaylaştırıyor. Anlama kapısını aralatıyor.

     İşte bu hakikatte, Allahın büyük bir “Rahmet Kanunu”nun ucu görünüyor.

     Madem eşi benzeri bulunmayan Yüce Yaratıcı israf etmiyor. Boş ve anlamsız işler yapmıyor. Hattâ güz mevsiminde görevi bitmiş, ölmüş yaratıkların maddî yıkıntılarını baharda, yine birer sanat eseri olarak yaratacağı varlıklarda kullanıyor. Onların yapılarında yerleştiriyor.

     Öyleyse “Yeryüzünün başka bir şekle çevrileceği gün.” (İbrahim: 48) mealinde olan âyetin sırrıyla, ilahî hikmeti gör. “Asıl hayata mazhar olan, asıl hayat sahibi ise âhiret yurdudur.” (Ankebut: 64) anlamındaki âyetin işaretiyle ilahî hikmeti, hedefi gör. Dünyada cansız, bilinçsiz olduğu halde, önemli işler gören yeryüzünün en küçük yapıtaşlarının sonlarını gör.

     Ve bil ve anla ki, elbette öteki âlemin taşı, ağacı, her şeyi canlıdır. Şuur ve bilinç sahibidir. İşte dünyadaki zerre ve atomlar böyle bir âhiretin; bundan sonraki öteki âlemin bazı yapılarında yerleştirilecekler, bu yolda kullanılacaklar.

     Bunun ilahî hikmet gereği olduğunu anla. Çünkü harap olmuş, yıkılmış dünyanın zerre ve atomlarını dünyada bırakmak israftır. Veya bu zerreleri, bu atomları yokluğa atmak israftır.

     Öyleyse anla ki şu hakikatten; Yüce Allahın pek büyük bir “Hikmet ve Faydalılık Kanunu”nun ucu görünüyor.

     Hem madem dünyanın pek çok eserleri âhiret pazarına gönderiliyor. Manevî âleme ait olan şeyleri, sonuçları âhiret pazarına gönderiliyor.

     Hem madem cinler ve insanlar gibi, Allaha karşı yükümlü olanların iş ve davranışlardan dokunan şeyleri âhiret pazarına gönderiliyor.

     Hem madem fiil, eylem ve işlerin yazıldığı sayfalar âhiret pazarına gönderiliyor.

     Hem madem cinlerin  ve insanların ruhları, cesetleri âhiret pazarına gönderiliyor.

     Elbette o sonuçlara, o mânâlara hizmet eden ve arkadaşlık eden, yerin en küçük yapı taşlarını da ihmal etmeyecek, onlara  boş vermeyecek, kendi başlarına bırakmayacaktır.

     Göreceği vazife bakımından onlar da kendine göre olgunlaştıktan, istenen kıvama geldikten sonra, elbette onları ihmal ve gözardı etmeyecek.

     Onları hayat ışığına çok defa hizmet ettikten ve hayat sahibi olduktan sonra, elbette Yüce Allah onları unutulmuşluğa terketmeyecek.

     Hayat sahibi olarak gereken tesbihleri yaptıktan, Allahı noksan sıfatlardan yüce tutan mânâyı ifa ettikten sonra, onları şu harap olacak, yıkılacak dünyanın yıkıntıları içinde bırakmayacak.

     Zerre ve atomları da öteki âlemin yapısına yerleştirecek. Çünkü bu Yüce Allahın hikmet ve adaletinin gereğidir. İşte bu hakikatten yine Yüce Rabbin pek büyük bir “Adalet Kanunu”nun ucu görünüyor.