Evet Ruh, bir Kanun-u Emrî’dir. Yani Ruh, Cenabı Hakkın doğrudan emrinden gelerek vasıtasız olarak işleyen kanunudur.

      Yani Ruh, Halk âleminden değil. Emîr âlemindendir. Allahın ol demesiyle olmuştur. Var oluşu emre bakıyor. Arada sebepler bulunmuyor. Arada vasıta ve araçlara yer verilmiyor.

     Ruh yaratılırken Allahın hikmeti değil, Allahın kudreti rol oynuyor. Ruh, Allahın -mahiyetini bilmediğimiz- “Nefahtü” / “Üfledim” fiilinin tecellisi, yansıması ve cilvesi olarak yaratılıyor.

     Allah’dan bir şey! Ama nasıl bir şey? İşte orası meçhul! İşte o tarafı bilinmezlerle kuşatılmış.

     Oysa, en zayıf olan “Kavânîn-i Emriye” / Emrî, Emirden olan Kanunlar. Maddede kendini gösteren Emrî Kanunlar. 

     Daha doğrusu maddeyi yönlendiren, yöneten; emirden / emir vermekten ibaret olan “kün fe yekün”e / “ol deyince olan”a bakan kanunlardan olup; sebat ve bekaya mazhardırlar.

     Yani Emrî Kanunlar sâbittirler. Hep vardırlar. Hep var olmaya devam ederler. Bâkîdirler, devamlıdırlar. Daimî oluşa mazhardırlar. 

     Daimîlik kendilerinde zuhur etmekle, kalıcı olmuşluğa kavuşturulmuşlardır.

     Çünkü, dikkat edilirse, başkalaşmaya ve değişmeye maruz kalan, değişmeye uğrayan bütün türlerde birer sabit, değişmez bir gerçek taraf vardır ki, bütün başkalaşmalar, değişmeler ve inkılâplar yaşayarak baki kalıyor. 

     Var olmaya devam ediyor.

     Çünkü, dikkat edilirse, değişim geçiren bütün türlerde sabit birer hakikat tarafı vardır ki, tüm hayat tavırları içinde yuvarlanarak, şekilden şekile giriyor. Suretler değiştirip, ölmeyerek, yaşayarak varlığını devamlı ve sürekli kılıyor. 

     Baki kalıyor.

     İşte, her bir insan, fert ve birey; mahiyetinin / nitelik ve özelliğinin câmiiyetiyle / kapsamlı oluşu dolayısıyla, küllî / kapsamlı şuur ve bilinciyle, umumî / genel tasavvur ve tasarımlarıyla, bir şahıs iken bir tür hükmüne geçmiştir. 

     Bir türe gelen ve câri / geçerli olan kanun; o insanın şahsında dahî câridir / geçerlidir.

     Madem Allah, insanı kapsamlı; birçok şeyi içine alacak bir ayna şeklinde yaratmıştır.

     Madem Allah, insanı küllî / büyük ve kapsamlı bir kullukla yükümlü olarak yaratmıştır.

     Çünkü insan, hem kendisinin hem içinde bulunduğu ortamın, 

     Hem de bu ortamda var olanların farkında ve ayırdındadır.

     Herşey ona bakar. Ona yöneliktir. Onun içindir. 

     O halde insan, hepsi adına Rabbine yönelmek, kapsamlı bir kulluk yapmak zorundadır.

     Madem Yüce Allah, insanı ulvî / yüce bir mahiyet ve özellikte yaratmıştır.

     Öyleyse her fert ve bireydeki Ruh gerçeği; yüz binler suret, şekil ve görüntü değiştirse bile,

     Allahın izni ile ölmeyecek, yaşayarak geldiği gibi gidecek.

     Öyleyse o insan şahsının şuur ve bilinç sahibi hakikat ve özü kalıcıdır.

     O insanın hayat ve can sahibi, canlı unsuru olan Ruhu dahi; 

     Allahın emriyle, izniyle ve onu baki ve devamlı kılmasıyla; 

     İnsan Ruhu daima, her zaman bâkîdir, kalıcıdır, süreklidir.

     Ruha bir derece benzeyen. İkisi de Âlem-i Emir’den yani Cenabı Hakkın değişmeyen, 

     Sabit hakikatler şeklinde devam eden kanunları âleminden gelen iradeden / Allahın dilemesi,

     Tercihi ve seçim yapma gücünden gelen. Kaynak oluş bakımından Ruha bir derece uygun olan.

     Fakat yalnız “Vücûd-u Hissî” / hisseden, 

     Ruh taşıyan bir vücudu olmayan türlerde hükmünü yürüten kanunlara dikkat edilse 

     Ve o düsturlara bakılsa görünür ki, eğer o “Kanun-u Emrî” / Allahın doğrudan emrinden gelerek

     Aracısız işleyen kanunu; “Vücud-u Haricî” / maddî vücut giyseydi, bir bedene bürünseydi; 

     O türlerin birer ruhu olurdu.