Çorum Kültür Sanat sitesinde Prof. Dr. Ahmet Ünal’ın atlar üzerine yazdığı makalesinden bir pasaj aktarmak istiyorum. ‘Eski Çamlar Bardak, Yağız Atlar Sütçü Beygiri Olunca’ diye başlıyor. Ve devam ediyor…

‘Bir zamanlar akıncıların tankı, asker ve süvarilerin, postacıların, soyguncuların, haydutların, kovboyların, avcıların, adı üstünde şövalyelerin, sipahilerin, yiğitlerin, kahramanların ulaşım amacı; kral ve asilzadelerin prestijli binek ve koşum hayvanı; lüks fiyaka ve faytonların, zengin çiftçilerin koşum hayvanı; şimdilerdeyse fosilleşmiş, köy ve kentlerin yoksul arka mahallelerinde ve verimsiz topraklarda hantal takunyaya benzeyen ve artık nal bile tutmayan tırnakları, sırıtmış kaburgaları, sırtında kendisine hiç yakışmayan ve “eyer” olarak adlandırılmaya bile layık olmayan semeri ve bitkin bedenine ragmen dimdik duran başı ve kulaklarıyla onca gürültü patırtı, benzin ve mazot kokusu içinde ve “çinko eşekler” arasında geçecek yer bulmakta zorlanan, tahammül sınırlarını aşacak kadar fazla yük, süt veya hurda taşıyan, çift süren, otomobil ve motosiklet icat olalı nostaljilerde yerini almış, bazıları adına “tozluk” denen gözlükler takmış, arada bir öğrencilere “onun etini de yedirdiler” diye skandallar yaratan, Troya Savaşları sırasında Asyalılara “grekler hediye bile getirseler korkarım” dedirten “turistik” yerlerde İngiliz süvari pantolonu ve kiraz kırmızısı çizmeler giymiş, sarışın, kızıl dudaklı, uzun bacaklı, asık suratlı, elinde kırbacıyla at yerine neredeyse kendisinin emniyeti için atı yeden esmer, zayıf ve kaytan bıyıklı seyisi kamçılayacakmış kadar asabi ve kibirli Avrupalı kadınların bindikleri  o asil hayvandan, attan söz edeceğim.’

O onurlu duruşu, masum kirpikleri ve kaşlarıyla aktardığı duygularını- içindeki dayanılmaz hüznü yüzüne bakana-onu gerçekten görebilenle muhteşem iletişim kurabilen ve günümüzde onun da diğer canlılar gibi İNSAN denilen yaratığın harcadığı özel canlı…


Atlar

Kendimi bildiğim günden beri atlar bana hep hüzün verir. Onlarla şehirde tanıştım. Ben şehirde büyüdüm çünkü. Sırtına kamçı yiyordu. Koşamıyordu ayakları birbirine dolanırken asil duruşundan ödün vermeden  yaşamının bedelini ödercesine sabırlı…

Bu duygularım bugün şundan dolayı coştu; 

Haftasonu arkadaşlarla Heybeli Ada’ya gittik. Uzun zaman sonra adaları tatmanın keyfiyeti ile uzun yürüyüşler yaptık. Derken adanın sonunda beni irite eden bir ruh haliyle dejavu oldum. 

1 Ocak 2019 da yanan ahırlar ve 9 hayvanın telefi, üç beşinin de Sarıyer’deki bakıma alınışı. Fotoğraf kareleri hafızamdaki yerinden çıkıp önüme atladı;

Mahzun, dört ayağının üzerinde sırtındaki yanıklarla derin acıları içinde çeken o dünya harikası atlar… Çaresiz insanoğlunun vicdanına teslim olmuşlar. Ne derseler uymakta.

Allahım insan olmaktan ne kadar mutsuzum. Avatar Filmi doğru konu içinde çekilmiş.

Heybeli Ada’da ki bu ahırlar tıpkı geçen sene yanan ahırlar gibi bir platoya sahipti. Oldukça bakımsız. Rastgele ayakta duran üç beş tahta barınak. Köle pazarında  gibi dolaşan atlar. Bir iki dumanda pişen bakıcıların çayları… Sahnenin dinginliğini  arada bir bozan o canım kişnemeler.

Evet buradan Adalar Belediye Başkanına ve seçerken sevinçten hop hop zıpladığımız Sayın İmamoglu’na sesleniyorum. (Beni atların sözcüsü olarak kabul edebilirsiniz. Gurur duyarım)

LÜTFEN ADADAKİ ATLARIN YAŞAYACAKLARI ORTAMLARI İYİLEŞTİRİN VE FAYTONLARI KALDIRIN. ONLARI ÇOK SEVEN İNSANLAR YETİŞTİRİN EĞİTİN.  ONLARA ÖZEN GÖSTERİN Kİ ONLAR KAYBETTİĞİMİZ GÜZEL DUYGULARI BİZE GERİ VERSİNLER.

Ve yine böyle haberler okumayalım.

“Geldiğimizde yangın çok ciddi manada ilerlemişti, itfaiyenin müdahalesine rağmen söndürülemedi. Acımız da zararımız da çok büyük. Çok kötü bir olay” 

‘İstanbul Büyükada’da gezinti yapan turistlerle dolu fayton, atların ıslak zeminde kayması yüzünden bir evin duvarına çarptı. Kazada faytoncu ve yıllardır birlikte ekmek parası kazandıkları at öldü, 4 turist de yaralandı.’