Bol gelinlik olur.
 

Çalgısız düğün olur.

Sade ev olur.

Güzel ahlak ve kalbe şifa kitaplar çeyiz olur.

İnsanlar ne der? Diye kahrolası bir put vardır!

Eğer o putu yıkarsak her şey olur!''

İsmet Özel

Tavandan gelen seslere iyice kulak kesildi. Evet, üst kattaki komşuları kavga ediyordu. Kavga denilemezdi çıkan seslere. Kavga edebilmek için en az iki kişilik ses yükselmeliydi ya da alçalmalıydı tavandan. Yere fırlatılan cisimlerin tangırtısı ve frekansı bozulmuş radyodan çıkmışçasına cızırtılı kulak tırmalayıcı sesler. Kadının hıçkırıkları ve çocukların ağlamaları birbirine karışmıştı. Arada ‘yapma’ diyordu kadın. Dayak yediği belliydi gelen gürültüden. Servet hanım yorganın altından dinliyordu gürültüyü. ‘Bu saatte olacak iş mi?’ dedi kendi kendine.

Servet Hanım iki kızı olan bir anneydi. Eşi özel sektörde çalışıyordu. “Yedikleri önlerinde yemedikleri ardında” derler ya durumları aynen öyleydi. Yedi katlı apartmanın altıncı katında oturuyorlardı. Altın günleri, ev gezmeleri, sofra sunumları ve iki güzel kızının okullarıyla ilgileniyordu. Hayatında ufak tefek şeyler dışında pek bir sorun yoktu. En önemli sorunu üst kattaki komşusunun gürültü yaparak çevre kirliliği yapmalarıydı. ‘Elalem ne der, diye düşünmez mi insan? Dayak yedin yedin ne bağırıyorsun be kadın.’ Diye diye üst kattaki komşusunun ninnisiyle uykuya daldı.

Yatak odasının penceresinden sızan güneş ışıklarıyla gerinerek uyandı. Elini yanına attı kocası yatakta yoktu. Erkenden işe gitmiş Servet hanımı uyandırmaya kıyamamıştı. Yatağından doğruldu. Saten sabahlığını üzerine geçirdi kuşağını özenle kurdele yaptı. Banyoda aynanın karşısında suretini inceledi. Güzelliğine hayran hayran bakarak yüzünü yıkadı. Sabah bakım kremlerini sürdü. Odasına gidip kıyafetlerini giydi. Kızları ve kendisi için kahvaltı hazırlamaya mutfağa gittiğinde boş ekmek kutusu gözüne çarptı. İçten içe ‘off sabah işe giderken fırından ekmek alıp getirseydi canı çıkmazdı ya.’ Diye kocasına söylenerek dış kapıyı açtı. Komşusuyla tamda kapıda karşılaştı. ‘Bakar mısın?’ Dedi yüksek bir ses tonuyla iki küçük çocuğunun elinden sıkıca tutan bayana. ‘Uyku haram oldu sayenizde. Bu apartmanda şimdiye kadar böyle şeyler yaşanmadı. Uyuyamıyoruz gürültünüzden. Kocan ne istiyorsa ver de sesi kesilsin. Konu komşuya sesimiz gitmesin diye de düşünmez misin be kadın. Adamı neden çileden çıkartıyorsun.’ Yüzü yere eğik kadın başını hafif kaldırdı. Yüzünde ki morlukları saklarcasına; ‘özür dilerim. Eşim’ dedi kısık sesle ‘alkol problemi var. Yoksa böyle bir insan değil normalde.’ Servet hanım sesini yükselterek ve küçümseyerek “ayol beni ilgilendirmez, böyle devam ederse apartman yönetimine söyleriz; imza toplarız, taşınmak zorunda kalırsınız. Ben haber vereyim de benden günah gitsin.” Dedi. Kadın ‘özür dilerim. Eşim adına da kendi adıma da.’ Deyip üst kata çıktı.

Kadının yüzünde ki morluklar içini ürpertse de servet hanımın, ‘aman adamı çıldırtıp dayak atacak raddeye getiriyor sonra da adamı savunuyor.’ dedi kendi kendine. Fırından ekmeğini aldıktan sonra kahvaltıyla arası olmayan çocukları için mükellef bir sofra hazırladı. Masada yiyeceklerden çok tabaklar, çatallar, bardaklar göz doyuruyordu. Kızları burun kıvırarak tabaklarındaki yiyecekleri çatalla çevirip kalktılar. Servet hanım masadaki uyuma hayran hayran bakarken cep telefonuna yöneldi. Masanın fotoğrafını çekip sosyal medya hesabında paylaştıktan sonra yine oflayarak dokunulmamış yiyecekleri topladı. Tekrar üzerini değiştirerek alışveriş için arkadaşlarıyla buluşmaya gitti.

İki gece sonra sesler tekrar yükseldi. ‘Yetti’ deyip yataktan fırladı servet hanım ve polisi aradı. Şikâyet etti. ‘Gürültülerinden bıktık’ dedi. Bir süre sonra kapıya gelen polislerle yukarıya çıktı. Dağılmış ev, kırık dökük eşyalar arasında iki küçük çocuğun korku dolu bakışlarıyla göz göze geldi. Hemen kaçırdı bakışlarını. Kadın ayakta durmakta zorlanıyordu. Dudağının kenarından kan sızıyordu. Ağlamamak için direniyordu. Eteğine sarılan iki küçük yavrusuna güç verir gibi dimdik durmaya çalışıyordu. Adam koltukta demleniyordu. Polisleri karşısında görünce ‘aile içi tartışma’ dedi adam. Kadın onaylarcasına başını salladı. Servet hanım ‘efendi aile içi dediğin tartışma böyle mi olur gürültünüzden illallah ettik. Şikâyetçiyiz’ diyerek ekledi memurlara.

Polisler adamı eşini alıp ifade için karakola götürmek istediler kadın iki küçük çocuğunu gösterdi ‘yapmayın dedi. Kime bırakırım gecenin bu saatinde. Ben yarın gelsem ifadeye.’

Derken Servet Hanım yine dayanamayıp ‘o zaman kavga etmeden önce düşünecektin kadın’ dedi. Bu merhametsizlik karşısında kaskatı kesilen kadın canlandı, İki küçük çocuğunu alıp karakolun yolunu tuttular. Bir süre sonra yönetimin zoruyla apartmandan taşınmak zorunda kaldılar.

Yıllar su gibi akıp giderken Servet hanımın eşi kansere yenik düştü. İki kızıyla hayatını sürdürüyordu. Yaşadığı acı onu daha da ketum yapmıştı. Büyük kızı 21 küçük kızı 19 yaşındaydı. Ecem ve Bahar. Ecem üniversite öğrencisiydi disiplinli güzel bir genç kızdı. Servet hanımdan almıştı tüm karakteristik özelliklerini. Bahar üniversite sınavına hazırlanıyordu fakat aklı okumakta değildi. Annesinin baskılarından bunalmış, annesinde bulamadığı sevgiyi dışarıda arıyordu. Bir sevgili edinmişti kendine. Çok geçmeden sevgilisiyle kaçıp uzaklaştı evden. Servet hanım önce kızı kaybolduğunu sandı. Sevdiğiyle kaçtığını duyunca ‘elaleme ne diyeceğiz.’ Kaygısına tutuldu. Kızını bir an önce bulup dosta düşmana karşı gösterişli bir düğün yaptırdı. Düğün olup Servet Hanım herkese kızıyla arasının ne kadar iyi olduğunu gösterme çabasından dolayı yıllardır göstermediği sevgiyi kızına gösteriyordu. Bahar’ın iki çocuğu oldu. Fakat ilk zamanlardaki tutkulu aşkları zamanla yok oldu. Üstelik Baharın kocası alkol almaya başlamıştı. Önce sözlü şiddeti başladı, sonra eşya fırlatmalar. Bahar her seferinde annesine koşup anlatıyordu. Servet hanım ‘aman kızım kocandır. Sesini etme konu komşu duymasın. Kendinizi rezil etmeyin. İnsan içine çıkacak yüzünüz kalmaz. Sus kızdırma adamı. Sarhoşken ne dediyse yap ki sesi çıkmasın.’ Diyordu. Bahar çaresiz susuyordu. Bahar sustukça kocasının şiddeti artıyordu. Bahar elaleme rezil olmamak için sustukça bataklığa batıyordu.

Servet Hanım saten nevresim serili yatağından soğuk terle uyandı. Kalbi küt küt çarpıyordu. Rüyasında eskiden üst katında oturan sarhoş kocasından dayak yiyen kadın gelmişti. Kadının ağzından kan sızarken ‘bana faydan olmadı koş kızına faydan olsun.’ Diye bağırıyordu. Servet hanım çalan telefonun sesiyle irkildi. Bilmediği bir telefon numarası ekranda yanıyordu. Telefonun diğer ucundaki ses, hastaneden aradığını Bahar’ın hasta olduğunu söylemişti. Servet hanım koşarak hastaneye gitti. Bahar’ı gördüğünde artık çok geçti. Bahar’ın dudağının kenarından kan sızıyordu. Yüzünde acılara gülen güller açmıştı. Güller Servet hanıma kokuyordu. Kokusunda ‘elalem duymasın diye kan koktum anne.’ Dercesine donmuştu.


Birçoğumuz bu hapishanenin gardiyanı oluyoruz bir süre sonra. Dilimizde okkalı büyük puntolu harflerle kınamayla başlıyoruz olan biteni, başımıza gelebileceğini ihtimalini düşünmeden hem de.