Bu ithamlar bir noktaya kadar doğrudur da! Ancak, İktidardan düşenler de, bir önceki dönemde aynı ithamların muhatbıydılar. Yâni "Tencere dibin kara" mes'elesi...
Elli yıldan fazla bir zamandır sürüp giden bu kadrolaşma kavgasının pek çok sebepleri arasında öne çıkan iki sebep:
a) Tek parti mütegallibe zihniyyetine mensup olanlar, Millet kimi iktidara getirirse getirsin, hangi parti hükûmet ediyorsa etsin, belli makamların bu zihniyyete mensup olanların tabiî ve müktesep hakları gibi görmeleridir. 20-25 yıl bu makamları işgal edenler iktidarlar tarafından bir başka göreve naklediklerinde kendilerinin bu makamlardan ayrılmalarını devletin yıkılmasıyla eş tutmuşlar, yandaşlarıyla birlikte "Devlet Elden gitti" yaygarası kopartmışlardır.
Tek partili dönemin nihayete erip çok partili hayatın başladığı 1950 yılından beridir, 55 yıllık bu sürenin büyük bir bülümünde, Milletin reyleriyle iktidar olan muhafazakâr partiler hükûmet etmişlerdir, fakat devletin kilit noktalarında aslâ muktedir olamamışlardır. Başlarında "Millî" kelimesi bulunan Millî Savunma ve Millî Eğitim Bakanlıklarıyla Adalet Bakanlığı, Millî politikalar ta'kip etmeli, her gelen iktidarın güdümünde olmamalıdırlar, bu doğrudur, fakat, iktidarları tökezletmek için de çalışmamalıdırlar ve aslâ her hangi bir idealojik kadrolaşmaya da gitmemelidirler...
Geçmiş kısa demokrasi tarihimizde bunların çok acı örneklerini hep beraber yaşadık. Her kesimin, şeksiz ve şüphesiz olarak it'imad etmesi gereken Adalet Bakanlığı'nda, ideolojik, belli bir zihniyyet ve mezhep mensupları kadrolaşması yaşanmıştır. Yargıtay üyeliği'ne giden yolda önemli bir kilometre taşı olan "Birinci Sınıf hâkim seçilmede" bu zihniyyete ve mezhebe bağlılık ön plâna çıkarıldığı için nice ehliyet ve liyâkat sahibi hâkim ve savcımızın Yüksek Yargı Organlarına üye seçilebilmelerinin önü sonsuza kadar kapanmıştır. Günümüzde bu kadrolarda bulunan ve bu zihniyyete mensup olamayanlardan olanlar, gözden kaçan imâlat hatalarıdır. 1970'li yıllarda iktidarda olanlar, aynı daire içinde bir kademenin yerini değiştirdiklerinde ya da gümrük me'murunun, Polis'in, bir kapıdan başka bir kapıya, bir Karakoldan başka bir Karakola nakillerinde, hemen karşılarında Danıştay'ı bulurdular. Devrin Başbakanı, Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Muhterem Süleyman Demirel, Meşhûr, "Benden Türkiye'nin asayışını te'min etmemi isteyenler, Ankara'ya Emniyet Müdür'ü ta'yin etmeme izin vermiyorlar." sözünü bu zamanda söylemişti..
O yıllardaki gazete sütûnlarına akseden haberlere ve yaygın kanaata göre Danıştay'da Formel bir karar alınmış, İmzası-mührü tamamlanmış matbu kararlar, mağdur edildiğini iddia eden herkese anında, üst boşluğa ismi kalemle yazılarak verilmekteymiş!..
Başbakanlık'ta zaman zaman, bizlerin de şahit olduğumuz durumlar olmuştu. Sabah 11.00 sularında ta'yin ve nakil emirlerini tebelluğ edenler, aynı gün 13.30 sularında ellerinde Danıştay'da aldıkları "Yürütmeyi durdurma" kararıyla ilgili makamın kapısına dayanıyordu. Yürütmeyi durdurmakla kalmıyor, mağdur edildiğini ileri sürerek ayrıca yüklüce bir tazminat ödemeye de mahkûm ettiriyordu. Devrin Başbakanı bu yüzden Tarihimizde eşi görülmemiş Astronomik meblağlarca tazminat ödemeye mahkûm ettirilmişti. b) Çankaya sâkini ile iktidarların başında bulunanlar, 10 yıllık Demokrat Parti dönemi ve 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı dönemi hariç olmak üzere, hep aynı zihniyyette olanlar da olduğu için ta'yin ve nakiller hep sancılı olmuştur.
1950-60 arası Demokrat Parti İktidarında devletin tüm önemli kilit noktalarında Tek Parti Mütegallibe zihniyyetinde olanlar, bulundukları mevki'i muhafaza ettikleri ya da daha bir üst makam'a yükseldikleri için bu dönemde kadrolaşma sancılarına rastlanmaz. Ancak, bundan sonraki her iktidar değişikliklerinde trajik, hattâ trajikomik vak'lar hep yaşana gelmiştir.