İnsafsız ve dikkatsizlerin en çok dikkat nazarlarını çeken şey, bu gibi rivayet ve söylemlerdir. Hakikati şudur: Dünyada dar nazarımızla, kısacık fikrimizle Musa ve Harun Aleyhisselâmların sevaplarını ne derece tasavvur ediyor, düşünebiliyoruz, bilebiliyoruz?
Ebedî âlemde Mutlak Rahim olan Allah, ebedî saadette sonsuz ihtiyaç içinde olan bir kuluna bir tek duaya karşılık olarak vereceği sevabın hakikati, o iki zâtın sevaplarına -fakat bilgi dairemize ve tahminimize giren sevaplarına- ancak eşit olabilir.
Meselâ: Bedevî, vahşi bir adam hiç padişahı görmemiş. Saltanat haşmetini bilmiyor. Bir köyde bir ağayı nasıl tasavvur eder, o hudutlu fikriyle bir padişahı ondan büyükçe bir ağa kadar bilir.
Hatta bizde sade-dil bir taife var ki, eskiden diyorlardı ki: "Padişah, kendi ocağı yanında ve tenceresinin başında pişirdiği bulgur çorbası yanında ne yapıyor, bizim ağamız onu biliyor."
Demek onlar, padişahı o kadar dar bir vaziyette ve sıradan bir surette hayal ediyorlar ki, kendi bulgur çorbasını kendi pişiriyor; adeta bir yüzbaşı haşmetinde sanıyorlar.
Şimdi biri o adamlardan birisine dese: "Sen bugün benim için bu işi yapsan, senin bildiğin padişah haşmeti kadar sana bir haşmetlik vereceğim. Yani bir yüzbaşı kadar bir rütbe vereceğim."
O söz hakikattir. Çünkü padişahın haşmet ve saltanatından, onun dar fikir dairesine giren, ancak bir yüzbaşılık kadar bir şevkettir.
İşte dünya nazarıyla dar fikrimizle âhirete yönelik sevap gerçeğini o bedevî adam kadar da düşünemiyoruz. Hz. Musa ve Harun'un bilmediğimiz gerçek sevapları ile ölçmek değil; -çünkü teşbih/benzetme kaidesi/kuralı; bilinmezi bilinene kıyas eder.-
Belki ölçülen ve malûmumuz olan ve tahminimize giren sevaplariyle mümin ve inanmış bir kulun bir duasına karşılık bilmediğimiz hakiki sevabıdır.
Hem de deniz yüzü ile damlanın gözbebeği, güneşin tamam yansımasını tutmakta eşittirler. Fark keyfiyet ve içeriktedir.
Hz.Musa ve Harun'un deniz gibi ruh aynalarına yansıyan sevabın mahiyeti bir damla hükmünde mümin bir kulun bir ayetten aldığı aynı mahiyetteki sevaptır.
Mahiyetçe/iç durum bakımından ve sayıca birdirler. Keyfiyet/içerik ise, kabiliyete bağlıdır, ona bakar.
Hem bazan olur ki, birtek kelime, birtek "Sübhanallah" demek; öyle bir saadet ve mutluluk hazinesini açar ki, altmış sene hizmetle o açılmamış.
Demek bazı haller oluyor ki, bir tek âyet Kur'an kadar fayda verebilir. Hem Allahın ne büyük ismine mazhar olan Resul-i Ekrem'in bir âyette mazhar olduğu/kavuştuğu ilahî feyiz, belki bir peygamberin bütün feyzi kadar olabilir.
Hz. Muhammed'e varis olmakla, ne büyük ismin gölgesine mazhar bir kul, kendi kabiliyeti itibariyle sayıca bir Peygamberin feyzi kadar manevî karşılık alıyor denilse gerçek dışı sayılamaz.
Hem de sevap ve fazîlet, nur âlemindendir. O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir. Nasıl bir zerrecik bir camda, semalar ve gökler yıldızlarıyla beraber görünebilir.
Öyle de, halis, saf bir niyetle şeffaflık kazanan bir zikir ve Allahı anışta veya bir âyette, gökler gibi nurlu sevap ve fazilet yerleşebilir.
*
Bir biçare/zavallı vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur; Hz. Peygamberin duası olan "Cevşenü'l-Kebîr" hakkında ve akıl dışı sevap ve fazîletine dair bir hadisi görmüş, şüpheye düşmüş.
Demiş: "Rivayet eden, Ehl-i Beyt'in imamlarındandır. Oysa sayısız bir abartı görünüyor. Mesela içinde der: Bu duaya Kur'an kadar sevap/manevî karşılık verilir. Hem göklerdeki büyük melekler, o dua sahibini gördükçe, kürsülerinden inip ona pek büyük bir alçak gönüllülük ile hürmet ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyas ve ölçülerine gelmez."
*
Her gün bütün ümmet kadar haseneler/iyilikler ona işlenen ve bütün müslümanların saadetlerine yardım eden ve en büyük ismin mazharı ve kâinatın asıl çekirdeği hem en mükemmel, en tam ve en kâmil ve çok yönlü meyvesi olan Hz. Ahmed'in zâtı yani bizzat Hz. Muhammed; o duanın kendi hakkında, o büyük mertebesini görmüş, ona haber veren cebrail Aleyhisselâm'dan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş.
Demek o pek olağan dışı ve çok farklı sevap, Hz. Muhammed'in en büyük veliliğinden ona gelmiş. Kapsamlı ve genel değil. Belki o duanın içyüzünde böyle harika bir kıymet var. Bundan dolayı Allahın en büyük isminin mazharı olan zâta bağlı olmalarıyla; başkaları için dahi o sevap mümkündür.
Fakat gayet ehemmiyetli şartları var. Yalnız okumak yetmez. Yoksa hükümlerdeki dengeyi bozar, farzlara ilişir.
*
O dua, nasılki Hz. Muhammed'e baktığı zaman abartıdan uzak ve gerçeğin ta kendisi oluyor.
Öyle de o duadaki yüzer Allahın güzel isimlerinin hakikatlerine baktığı zaman; değil abartı, belki onların sonsuz tecellîlerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sâdık/Haberinde doğru olan Hz. Muhammed haber vermiş ve teşvik için belirsiz ve mutlak bırakmış.
Sonra zamanın geçmesiyle, o mümkün, imkân dâhilinde olan ve mutlak hüküm, fiilen vaki olmuş ve herkesi kapsamına alıcı zannedilmiş.
*
Bir de, Cennet'te bir adama beşyüz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesi üstünde düşünelim: O koca Cennet'in verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir malikiyet ve sahiplik değil; belki insan nasıl özel evine çok cihetlerle maliktir, sahiptir.
Öyle de zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla bir çeşit maliktir. Tasarruf ve istifade edebilir/bütün bunlardan yararlanabilir.
Hem koca dünyayı, benim evimdir. Bana vermiş ve güneş lâmbamdır diyebilir.
Demek bazı hadden ziyade, hârika ve akıl dışı bir kısım sevaplar, bu zikredilen hakikata bakar.
*
Hem İslâmiyette her sevabın, her faziletli amelin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada bir zerre sevabımızda, o duada bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan Hz. Peygamber, özel dualar ve din ve İslâmiyet ve Peygamberlik bakımından değil, belki Hz. Muhammed'in veliliği noktasında ve genel olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi açıklar.
Kendine tam uyan has vârislerini, o noktalara teşvik eder. O noktalara yönlendirir.
Velhasıl:
Bin aydan hayırlı o yüce Kadir Gecesi
Değerlenir o Gece'de dilin her hecesi.Kaynak: İslâm Prensipleri Ansiklopedisi.BİTTİ