Hikâye işte, yaşanmış mı yaşanmamış bilinmez.  Hikâyeler bazen yaşanmış diye yazılır bazen de yaşansın diye… İbretlik olur her yazılan olay, bire bir uyar hayatlarımıza.  Kim bilir böyle hikâyeler bizim, eşimizin dostumuzun hikâyesidir ya da bir tanıdığımız ve tanımadığımız başkalarının…  İşte ibretlik bir hikâye daha:  

Vaktiyle bir derviş, nefis terbiyesinin çeşitli merhalelerinden geçtikten sonra, bağlı olduğu tarikatın büyüğü tarafından bir berbere gönderilir. Dervişten saçını dibinden kazıtması, sakal ve bıyığını ise alabildiğine kısaltması istenmiştir. Tereddütsüz bir şekilde berber koltuğuna oturan derviş:

“Vur usturayı berber efendi!” der.

Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş de aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:

“Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!” diye bağırır.

Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Ses çıkarmaz, biraz çaresiz, biraz mütevekkil usulca kalkar yerinden.

Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup olmakla beraber kabadayının pervasızlığından da korkmuştur. Ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı, tıraş esnasında da boş durmaz; sürekli aşağılar dervişi, alay eder: “Kabak aşağı, kabak yukarı!”

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının karnına batıverir. Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de şok olmuştur; bir manzaraya, bir dervişe bakar ve gayr-i ihtiyarî sorar:

“Biraz ağır olmadı mı derviş efendi!”

Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:

“Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir de sahibi var. O gücenmiş olmalı!”

Bu hikâye bizzat yaşınmış ve kuranda yer verilen birçok tarihi olayları da hatırlatır insana.

Hani, Peygamberimizin dedesi Abdullmüttalip, Mekke’yi yıkmaya giden Ebrehe’den develerini istemişti de Ebrehe “Ben Kâbe’yi yıkmaya gidiyorum senin derdin ise develer” demiş, gülmüştü üzerine. Abdullmüttalip “Develer bana emanet, Kâbe’nin sahibi de Allah’tır onu o korur” diyerek Allah’a olan teslimiyet ve tevekkülünü göstermişti.  Kâbe’nin sahibi, kuşlarla  Ebrehe’nin ordusunu helak etmişti.  Öyle ya kabağın sahibi olurda devenin sahibi olmaz mı?  Yerde sürünenin de, gökte kanat çırpanında, mazlumun da,  garip gurabanın da bir sahibi var mutlaka.  Yeter ki tevekkül ipine sarılalım. Çünkü Tevekkül batmayan bir gemi gibidir.

Ateşten korkmak yerine İbrahim peygamber gibi o ateşin sahibine teslim olmalı.  Hz. Musa’yı sahibi, Firavundan koruyup denizden yürüyecek yollar açarken bir örümcek ağıyla da olsa Hz. Muhammedi düşmanlarından muhafaza etmedi mi? 

Kul, kulluğunu yapıp kendisine ait görevlerle meşgul olacak, gerisine karışmayacak. Neticenin hayrına olacağını bilecek. Zaferde, mağlubiyette; cezada mükâfatta ona aittir. 

Zulüm her alanda söz konusu olmasına rağmen bazı zulümler vardır ki doğrudan gayretüllaha dokunur da onun cezasını bizzat Allah üzerine alır.

Hani normal davalarda da bazen rastlarsınız;  mağdur davasından vazgeçse, suçludan şikâyetçi olmasa da devlet kamu davası olarak devam eder.  Tabiri caizse bu bizim dervişin davası biraz bu kabilden olmuş.

Diyeceğim odur ki;  Bugün dünyayı zifiri karanlığa döndüren, insanların üzerine bombalar yağdıran, çoluk çocuk yaşlı demeden katleden, yerlerinden yurtlarından eden mazlum halkların görülecek davası neye girer, ne zaman görülür bilmem ama er veya geç,  bir dervişin davası gibi olmasa da, ipini koparan bir at zalimlerin üzerine hışım gibi yürüyecek, bir kasırga ve afet mütekebbirlerin saltanatını yerle yeksan edecek;  ebabil kuşları yenilmez sanılan ordularını perişan edecektir inşallah…

Selam ve dua ile…