Soğuk Savaş sonrası “Yeni Dünya Düzeni” kurulduğu, yeni bir dönemin başladığı kabul edildi. Geçen zaman zarfında henüz bir düzenin kurulmadığı, perde arkası çatışmaların sürüp gittiği görüldü. Esasen her dönem, sonrakinin hazırlayıcısı olarak ara dönem durumundadır. Tarih boyunca bir dönemin galipleri, en iyi düzenin kurulduğunu savunurken, mağluplar bunun geçiş dönemi olduğuna inanmışlardır. Günümüzde dünya çapında bir sıcak savaş yaşanmadığı halde, jeopolitik meydan muharebesi bütün şiddetiyle sürüp gitmekte. Ülkemiz gündemini altüst eden gelişmeler, yıllarca sürüncemede kalan projeler, devlet birimlerinin altında ezildiği sorunlar, jeopolitik savaş kavramını sıkça hatırlatır olmuştur. Bu kavram çerçevesinde konuyu işleyen nicelerinin, jeopolitik savaşın piyonu olma tehlikesi çokça görülmüştür. “Tarihin coğrafi boyutu” diye tarif edilen “jeopolitik”te, bölgenin dili, dini, mezhepleri, etnik, ekonomik faktörleri ile siyasi kurum ve tarafları birlikte değerlendirilir. Bir bölgenin ekonomik vasfı jeopolitikte ön plana çıkarken, diğerinin etnik, bir başkasının mezhep faktörü baskın olabilir. Jeopolitik meydan muharebesinde, bu faktörlerin gerçek kıymet ve etkisini en iyi değerlendiren, gerektiğinde yönlendirebilen, kontrollü bir şekilde kışkırtıp istediği istikamete sevk edebilen galip gelir. Bütün bu hususların temelinde yeterli ve doğru bilgi ile bu bilgiyi kullanarak gereğini yapabilen irade ve kudret bulunmaktadır. Ülkemiz, Jeopolitik özellikler bakımdan bir başka coğrafya ile mukayese edilemeyecek kadar önemlidir. Tarih boyunca en fazla sıcak savaşlara konu olduğu gibi Türkiye coğrafyasının günümüzde de jeopolitik meydan muharebelerine ev sahipliği yapması normaldir. Jeopolitik meydan muharebesi, sıcak muharebeden önce veya sonra gerçekleşebilir. Bazen bu muharebeler birçok cephede cereyan eder, fakat arkasından sıcak savaşa gerek kalmayabilir. Büyük muharip sıcak savaşsız olarak istediği siyasi ve ekonomik sonuçları elde edebilir. Yakın dönem sıcak savaşlarının çoğu, jeopolitik harbin çeşnisinden ibarettir. İç savaşlar, etnik, dini veya mezhep savaşları, suikastler, toplumsal olaylar da bazen bu harbin sadece bir ayrıntısı olabilmektedir. Başında gül, kadife gibi cazip isimler olsa da çoğu ihtilallerin halk hareketi olduğuna sadece saflar inanır. Jeopolitik meydan muharebesini kazananı-kaybedeni, gerçek çatışmadan çok önce kesinleşir. Kritik safha, cephelerdeki jeopolitik unsurları, siyasi kurumları, etnik ve dini özellikleri, ekonomi ve diğer hususları ile iyi tanıyarak kontrollü olarak devreye sokma sürecidir. Bununla beraber, jeopolitik unsurları çok iyi bilen ve yönetebilen kadir-i mutlak da değildir. Nice her şeyi bildiğini zannedenler, kendi komploları altında ezilmiştir. İngiliz sefir, II. Meşrutiyet’e giden ihtilalden sonra, İttihat ve Terakki’yi kendilerinin besleyip büyüttüğü halde İstanbul’da bir Musevi yönetimi kurulduğunu, İngilizlerin hesaba katılmadığını Londra’ya haykırır. 93 Harbi sonrası Berlin Kongresi kararlarını değerlendiren Rus Prens, “bu kadar masraf ve ölü bir hiç içinmiş” diyerek, oyuna geldiklerini ima etmiştir. İttihat Terakki’de ne yaptıklarının, partideki “milliyetçi Türkler”den çok daha fazla şuurunda olan Ermeniler, böyle bir parti iktidarıyla Anadolu’dan silinip gidecekleri hiç akıllarına gelmemişti. Büyük oyuncular tarafından “Anadolu Ermeni Krallığı” ile uyutulmuşlardı. Jeopolitik savaşta kime hizmet ettiğini bilerek, oynadığı rolün karşıtı aldığı ücret ile verilen görevleri yapanlardan kat kat fazla, ne yaptığını, gerçekte kimin hesabına hareket ettiğini çok geç anlayanlar vardır. Bu muharebenin farkında olduğunu zanneden nice aktörler, yazarlar, hatta muharipler, buna karşı mücadele için çaba sarfederler. Kimsenin bilemediği, anlayamadığı hususları, kendilerinin farkında olduğuna iman ederler. Perde arkasını ve geleceği çok iyi okuduğuna kanaat getirerek bunu başkalarıyla paylaşmaya çalışırlar. Jeopolitik savaşın her cephesinde görülebilen bu “bilgeler” aslında kendilerinin de jeopolitik büyük muhariplerin toplarına barut taşıyan fuzuli piyadeler olduklarını anladıklarında iş işten geçmiş olur. Nice İttihatçıların kalemlerinden bu gerçek süzülür. 12 Eylül hareketinin muzaffer paşası da bunu hatıralarında yazar da büyük jeopolitik savaş da kime hizmet ettiğini anlayamadığını ima eder. Farklı mezheplere mensup vatandaşların birbirini katletmelerindeki inceliği çözemez. 12 Eylül’den önce de bütün yetkilere sahipken hareketten sonra nasıl terörün birdenbire durduğunun sırrını anlamaz. Jeopolitik meydan muharebesinin gerçek tarafları ve hedeflerini önceden görüp, anlamak her âkilin harcı değildir. Savaş safhalarının çoğu, diğerlerini şaşırtarak yönlendirmek, istediği gibi kullanmak üzerine kurulmuştur. Onun için büyük oyuncular, kendileri karar almaz. Fakat hedefteki kişi ve kurumlara istediği istikamette karar aldıracak şartları oluşturur. Sıradan piyonlar da kendi iradeleriyle karar alıp tavırlarını belirlediğini zannederler. Bu yolla tribünlerden alkış da alırlar. Gölge oyunundaki aktörler gibi. Jeopolitik savaş ortamında, suyu üfleyerek içmekten başka çare yoktur. Bin kere düşünüp bir laf etmek daha az pişman olmak için şarttır. Her gelişmeye koşarak dalmak yerine sakin sakin uzaktan seyretmek, hatta oturmak daha faydalı olabilir. Çünkü meydandaki olay, jeopolitik stratejinin bir taktiğinden başka bir şey olmayabilir. Hedef, sadece dış görünüşe bakan farklı kesimlerden daha çok kişiyi tuzağa düşürmek olabilir. Bu satırları yazarken, jeopolitik savaşın fuzuli piyonlarından olmamak için çok özen gösterdim. Bu muhariplerin topuna barut taşımadığımı ümit ediyorum.