Osmanlı’nın İtilâf Devletleriyle 30 Ekim 1918'de imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında İzmir’e çıkarak Anadolu’ya ilerleyen işgalci Yunan askerlerinin Megali İdeasını,  9 EYLÜL’de İzmir rıhtımında denize döken eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarıyla, bugün PKK, IŞİD, FETÖ vs. gibi terör örgütlerine karşı büyük özveriyle mücadele eden ve vatan uğruna canlarını feda eden kahraman vatan evlatlarımızı, şehit ve gazilerimizi saygıyla anıyorum.
Türk ordusu tarafından 26 Ağustos 1922'de başlatılan Büyük Taarruz sonucunda Yunan ordusu dağıtıldı ve 2 Eylül'de Uşak'a girildi. Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde Yunanistan Küçük Asya Ordusu'nun başkomutanı General Nikolaos Trikupis tutsak edildi.
İzmir'e doğru hızla ilerleyen Türk Ordusunun 9 Eylül 1922 sabahı Ahmet Zeki Bey komutasındaki 2. Süvari Fırkası, ardından Mürsel Paşa komutasındaki 1. Süvari Fırkası birlikleri İzmir şehrine girdi. Ardından 5. Süvari Kolordusu Komutanı Mirliva Fahrettin Paşa, komutasındaki birliklerle saat 10.00'da İzmir'e girdi. Türk bayrağı Hükûmet Konağı ve Kadifekale'ye yeniden çekildi.
Bu nedenle, Ege’ye her gittiğimde “İzmir’in dağlarında çiçekler açar, Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar, Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa” diyen İzmir marşını hatırlarım.
Kurtuluş Savaşını küçümseyen, (Hatta olmadığını iddia edecek kadar sapıtan), ATATÜRK’ü karalamaya ve unutturmaya çalışan, Türk adından rahatsız olan, utanmadan GÜZEL İZMİR’e “gavur İzmir” diyecek kadar adileşen bazı müptezellerin karın ağrısı büyük ölçüde Anadolu topraklarını çizmeleriyle kirleten düşman askerleriyle işbirliği yapmış olanların soyundan gelmelerinden kaynaklanır. Bunların ihaneti uzun ve ayrı bir yazının konusu olduğu için başka zaman detaya gireriz.
İzmir'e ait ilk hatıram çok küçükken ailemle yaptığımız bir seyahatte çok sıcak nedeniyle uyuyamadığım bir geceydi. Daha sonra öğrenciyken gittiğim İzmir'in asıl sıcaklığının insanlarından kaynaklandığını yakınen tanıma fırsatı bulmuştum. O tarihten sonra bu, samimi ve dost ruhlu insanlara karşı içimde farklı bir sempati ve sevgi oluşmuştu.
Em. Gn. Hikmet YAVAŞın deyişiyle "bölücülerin, 2. Cumhuriyetçilerin, din tüccarlarının, bir kısım liberal takımının ve bazı sözde aydınların; televizyon ekranlarında 365 gün 24 saat bıkmadan usanmadan Cumhuriyete, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine, Atatürk’e ve Türk Ordusuna saldırışlarını" anımsıyacak olursak İzmirliler'in Atatürkçülüğe gönülden bağlı, aydın, medeni, vatansever kişiliklerine sempati duymamak elde değildir. Onların yanında kendinizi 40 yıllık mahallenizde ve akrabalarınızla berabermişiniz gibi hissedersiniz. Bu da size huzur ve güven verir. Cumhuriyet, Kemalizm, Ordu karşıtlığı ve bölücülükleriyle sahnede yer alanlara karşı en iyi cevaptır İzmirli vatandaşlarımızın bu tutumları. Ulus birliğini ve düzenini bozarak, ekonomik, siyasi ve askeri açıdan güçlenmemizi önlemek amacıyla bölücü PKK, Radikal İslamcı IŞİD, cemaatçi  FETÖ, aşırı sol DHKPC vs. gibi taşeron örgütlerle üzerimizde oynanan oyunlara karşı güzel İZMİR’in sağduyulu insanları daima Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda laik, demokratik çizgide ve sağduyulu olmuşlardır.
 Küresel güçlerin egemen olduğu bir dünyada onların yönlendirmesiyle Bölücüler tarafından hazırlanan ve işbirlikçileriyle beraber uygulamaya sokulan Türkiye’yi bölüp parçalama stratejisine karşı sığınacağımız en güçlü liman Atatürkçülüğün "Tam bağımsızlık, Misak-ı Milli sınırları içinde bölünmez bütünlük, emperyalizme karşı olmak" fikirleridir. Çünkü küresel güçler ve işbirlikçileri ulusal kavramları yok ediyorlar, din, inanç ve etnik kimlik ayırımı yapıyorlar. Biz ise her vatandaşımızı, Türk Milletinin olmazsa olmaz bir parçası olarak görüyoruz.
Onlarca örneğin yanında 1919'larda İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri’nin casusu A. Ryan bile: "Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır." diyordu...  Aradan geçen bunca zamana rağmen aktörlerin isimleri dışında değişen bir şey yok... Devletimize, milletimize, Cumhuriyetimize, ATA’mıza, milli menfaatlerimize sahip çıkmak zorundayız...