İyi okuyucu nimettir

Abone Ol
Her Cuma Beşiktaş’ta Abdullah Işıklar bir çınar ağacı gibi insanları gölgesinde topluyor. Ben de imkean bulduğumda o gölgede oturup serinliyorum. Orada Mustafa Akkoca da daima hazır bulunuyor. Dini konularda onun görüşlerine hep değer veriliyor. Başka güzel insanlar da orada bir meclis oluşturuyorlar. Gündemdeki konular etraflıca ele alınıp, özgürce konuşuluyor.
Işıklar bir ağabey, eski bir Adliye-Polis muhabiri. Büyükdoğu haftalık gazetesinin bir dönem Yazıişleri Müdürlüğünü yapmış, Necip Fazıl Kısakürek ile beraber olmuş, şimdilerde ise Sezai Karakoç beyle bağlantılı. Görmüş geçirmiş bir eren. Ondan istifade ettiğim için son derece bahtiyarım.
Yazılarımı dikkatle takip ediyor ya, bana bazı uyarılarda bulundu. Tahir Kutsi ile ilgili yazımda; Tahir bey de benim gibi aynaya bakmadığımız zaman kendimizi yakışıklı zannederdi’ değerlendirmeme itiraz etti. Allah insanı ahseni takvim, en güzel surette yaratmıştır dedi. İtiraz etmek mümkün değil. Yaratılış bakımından, hayatiyet bakımından, her organın en kullanışlı yere yerleştirilmesi bakımından bir kusur bulmak ne haddime. Allah insanlara sayısız, çeşitli ve namütenahi faydaya binaen nimetler vermiştir. Ama her kuluna aynen verdiği nimetlerden kimilerine birer, ikişer eksik verdiği olmaktadır. Bu da nimeti tam olan insanların ibret alması, nimeti eksik verilenin isyan etmemesi halinde imtihanı kazanmış olması sırrını muhtevidir.
Allah kendinin bilinmesi için yarattı insanları, kendisini bilenlerin bilmesiyle, tanımasıyla, idrak etmesiyle telezzüz eder. Temel mesele Marifetullah değil midir? Allahı bilmek, Allahın bilinmesi. Sonra o yaratılanlar bildikleri, tanıdıkları Allah’a ibadet etmeleri için yaratıldılar. Allah öyle buyuruyor. Ben ins ve cini bana ibadet etsinler diye yarattım diyor.
Allah binbir esma ve sıfatıyla yarattıklarında tecelli ediyor. Her insanda aynı esma ve sıfatlar tecelli ettiği gibi, kimi insanlarda başka başka esma ve sıfat daha belirgin olarak tecelli ediyor. Sanatkearlarda tecelli eden esma ile, muallimlerde tecelli eden esma aynı derecede olmayabiliyor. Kasapta tecelli eden esma ile ebe, hemşire ve tabipte tecelli eden, öne çıkarak tecelli eden esma aynı değildir.
Bunun gibi insan kametinde de, suretinde de, ruhunda da Allah’ın Cemal sıfatı, Cemil ismi farklı derecelerde tecelli ediyor. O zaman güzeli ve çirkini nasıl anlatacağız? Allah’ın yarattığı her şey güzel dersek, çirkini nasıl anlatacak ve anlayacağız? Allah çirkini de yaratır ama yaratılışta bir çirkinlik yok. Çünki o çirkin güzelliğin anlaşılması hikmetiyle yaratılmıştır.
Bu yüzden kimi hanımlar için güzel, kimi erkekler için yakışıklı terimlerini kullanırız. Tahir bey merhumun ve bendenizin kendimizi hakikatte çirkin bulmamızı mazur görünüz. Elbette asıl çirkin ahlakta, imanda, edepte noksanı olanlardır.
Abdullah Işıklar ağabeyim ikinci, kendi tabiriyle çengeli  sevgi ve aşk konusundaki yazılarım için attı. Ona göre Aşk sevgiden üstündür. Mevlana aşkta zirvedir.
Biz Sevmek Zor İş yazımızda:
Sevgi zor zanaat. Sevmeyi bilmek zor mu zor. Kainatın yaratılış sebebi sevgi. Yaratıcı insan nevini, onun zirve meyvesi olan Hazreti Muhammed'e (A.S.V) olan sevgisi için yaratmış. Kainatın mayası muhabbettir. Ve O, O'nun Habibidir. Allah Habibi'ne olan sevgisi için insan nevinin cehaletine, zulmüne, şükür bilmezliğine, şükürsüzlüğüne tahammül ediyor. Sevgi de karşılık yoktur. Karşılık bekleyen sevmiyor demektir.
İnsanların karşı cinse olan talepleri, arzu ve istekleri sevgi değildir. Bir insan birini sevdiğini söylüyorsa yapacağı şey şudur. Sevdiğini söylediği insanın üzerine titremek. Onun yüzünde hep mutluluk tebessümü görmek. Ona gelecek felaketleri önlemek, onun hep kazanmasını arzulamak, dünyanın onun etrafında dönmesini ta derinlerinde talep etmek.
Sevmek vermektir, almayı düşünmemektir. Vermekten zevk almaktır. Ne kadar çok seviyorsa o kadar çok vermektir. Her an onu düşünmek, onun menfaatini, faydasını, saadetini, mutluluğunu düşünmek. Onun saadetiyle saadetlenmektir. Belki ona yakın olmak, onu hep mutlu bir tebessümle seyretmektir. Onu ele geçirmek, onu kendi malı yapmak, onun sahibi olmak değildir. Onu çantada keklik yapmak sevmek değildir. Mülksünmek, onu kendi malı saymak ve sanmak sahiplenmek benlik tatminidir. Sevgi değildir. Ben onu şu kadar seviyorum o bana bakmıyor bile diyerek dertlenmek sevgi değildir.
Sevmenin bir karşılığı olamaz. Sevmek yeterince bir karşılıktır zaten. Bir insanı sevebilmek ne büyük saadet.
Hep verebileceksen, karşılık istemeyecek, beklemeyecek, ummayacaksan, hep yakında ya da uzakta onun için yaşayacaksan, yakınında olmayı, onu görebilmeyi saadet sayacaksan, günün birinde vuslat ummayacaksan. Sev kardeşim. İşte bu sevgidir.
İnsan severek Allah'ın muhabbetine ortak olur. Allah'ın sevgisini misal almak gerek. O kullarını öyle seviyor ki: cehaletten, zulümden vaz geçmeyenleri bile ne havadan, ne sudan, ne hayattan mahrum etmiyor. Hem de tövbe kapısını hep açık tutarak.
Sevgiyi Paylaşmak adlı yazımızda da Sevmek vermektir, katlanmaktır, onu merkeze alarak yaşamaktır. Onun tebessümüyle mutlu olmaktır. Onun hayat şartlarını kolaylaştırmak, onun başarısına hizmet etmekten zevk almaktır. Sevmek zor iş ve ödemesi yüksek bir hesaptır.
Sonra bir başka yalanla karşılaşır insan. Din ile barışık yaşayanların yalanıdır bu. Mecazi aşktan hakiki aşka geçmek. Aşk, sevginin alev almış hali, köpürmüş hali, tutku derecesi, aklı tatile çıkaran durum. Gözleri kör eden fırtına. Bu yüzden aşkın gözü hep kördür.  Sevgi süt ise, sütün ısıtılması ise aşk onun kaynaması ve taşmasıdır. Ama sevginin değil. Sevgide akıl var, insaf var, vicdan var, ahlak var. Topluma saygı ve onun değer yargılarına hürmet var. Sevgi insana ait, çok insani bir duygu. Aşk öyle değil. Ona biraz şeytan karışır, biraz da nefis. Aşk kudurtur. Halk arasında beylik bir söz vardır: Aşk dediğin bir sudur, İç iç kudur. Basit ve çok kalıpsal ama aynı zamanda çok hakikati içinde barındırır.
Aşk karşılık bekler, verdiğinden çok almak ister. Reddedilmeyi hazmedemez. Maşukunu malı kabul eder. Onu kimseyle paylaşmaz. Onu bizzat kendisine bile çok görür. O sadece aşık için olmalıdır. Aşık bencildir. Sevgi ile aşk arasında neredeyse bütün bağlar kesilir. Sevgi vermeyi hedeflerken, aşk almayı hedefler.
Sevdiğimiz kişiyi durmadan anarız, onun niteliklerinden, iyi hasletlerinden, güzel huylarından, çağcıl söyleyişle onun artılarından söz ederek onu başkalarının da sevmesini isteriz.
Son Nokta
Tasavvuf ehlinin çokça başvurduğu mecazi aşktan hakiki aşka geçmenin çok benimsenmiş bir yalan olduğunu söyledik. Aşkın anlatılan özellikleri dikkate alındığında, mecazi aşkın muhatabının bir karşı cins bireyi olduğu dikkate alındığında sevgiden, aşktan başka şehvet duygusu işe karışır. Şehvet duygusu insana hakim olduğunda diğer bütün duygular, din, ahlak, insaf, vicdan, merhamet sessizce çekilirler bir kenara beklerler. Şehvet nöbeti geçmeden o insan insanlığından sıyrılmış bir yaratık olmuştur.
Aşk ve sevgi karmaşası adlı yazımızda da: Türkiye'de bilhassa gençlerimiz aşk kelimesi ile sevgi kelimesini yükledikleri anlamdan dolayı karıştırmaktadırlar.
Aşk vuslat arar. Vuslat, kavuşma olmayan aşklar başarısızdır. Başarısız aşklar acı verir. Vuslat muhtemel olduğu sürece aşk devam eder. Vuslat ihtimali ortadan kalktığında şiddet ve nefret doğar.
Aşkın kimyasını sağlıklı kılan kavuşma pilanlarıdır. Aşık ve maşuk birbirine kavuşma özlemiyle doludurlar. Engelleri aşıp, aşklarını kavuşma ile vuslat ile taçlandırma ümidi aşkı diri tutar. Kavuşma ihtimali bitince aşık ile maşuk hızla birbirinin ayıplarını sayıp dökmeye başlarlar.
Hiçbir aşık maşukunun bir başkasına dönüp bakmasına veya birinin ona meyletmesine tahammül edemez.
Ama sevgi böyle değil, Yanlış anlam yüklemiyorsanız, sevgide akıl var, ihtimam var, anlayış var, himaye ve koruma var. Sevgide beklenti yok, karşılık yok, sebep yok. Kan bağıyla seversiniz, aile bireylerini, sokaktaki komşularınızdan kimilerini, millet bireylerini, küçük bir çocuğu, bir çiçeği, böceği, kelebeği, tırtılı seversiniz. Güzel bir manzarayı, adil bir davranışı, cömertliği, fedakearlığı, cesareti, yiğitliği seversiniz ama aşık değilsiniz. Çünki burada aşk söz konusu olan alanların dışındadır. Anne çocuğuna sevgisiyle hayatını adar ama aşık değildir.
Vatan sevgisiyle onu korumak için canınızı verirsiniz, çünki onu seviyorsunuz, ama aşık değilsiniz. Hiçbir aşık maşukunu kimseyle paylaşmayı aklının ucundan geçirmez. Paylaşıma izin vermenin adı ihanettir. Ama sevdiğimiz şeyi, kimseyi başkalarının da sevmesini isteriz. Vatanı her vatandaşın sevmesini isteriz. Allah'ı, Resulünü, Kitabını herkesin sevmesini ister insan. Bizim sevdiğimiz birini başkaları da sevsin, takdir etmek isteriz.
Eğer sevgi hamalına ve aşk hamalına yanlış yükler yüklemediysek, sevgi ve aşk zarflarının içine yanlış mazruflar koymadıysak, çerçevelerin içine uygun anlamlar yerleştirdiysek aşk kavuşmak ister, beklentisi vuslattır. Paylaşıma kapalıdır. Vuslat ihtimali yok olduğunda şiddet doğar ve bilmem kaç bıçak darbesiyle, ' onsuz olamam' denilen maşuk öldürülür. Ama sevgi her halü kearda sevilenin mutluluğunu hedefler.
Abdullah ağabeyim bu söylediklerim doğru olmasaydı Şemsi Tebrizi ile Mevlana arasındaki ilişki bir yığın insanı gıybete, zanna ve iftiraya sürüklemezdi. Aşk her haliyle sütün kaynayarak dökülmesidir. Etrafa zarar verir. Mevlana kendine özgü bir adem, Yunus da öyle. O da aşktan söz ediyor ama onun bir Şemsi Tebrizisi yok. O da kendine özgü bir adem.