8 Mart Dünya Kadınlar Gününe Özel Röportaj konuğum çok kıymetli bir sanatçı, cumhuriyet tarihimizin yetiştirdiği çok önemli bir entelektüel. Tiyatro, Sinema ve Ses Sanatçısı. Bergüzar Korel'den, Hazal Kaya'ya, Halit Ergenç'ten, Beren Saat’e pek çok genç kuşak oyuncunun rahle –i tedris’inden geçtiği, hem Sanat dünyası için hem de Türkiye için çok önemli bir değer bir Üstad olan sanatı dışında insancıl kişiliği, neşeli, sıcak, içten ve rengarenk ruhu ile de sevilmeye ve hayranlık duyulmaya değer bir Cumhuriyet Kadını… 

Daülbeda-yi ekolünden New Yourk Aktör Akademi’ye uzanan uzun sanat yolculuğunda, yaşamımızı anlamlandıran, güldüren, öğreten, düşündüren, duygularımıza, düşüncelerimize dokunan bir büyük Sanatçı Ayla Algan ...

Ayla Hanım 8 Mart Dünya Kadınlar gününe özel olan bu söyleşiyi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.. Sizinle tanışmak büyük bir mutluluk… Bizler için önemli bir değersiniz. Önemli bir kadın Türk Sanatçısınız. Bu özel ve anlamlı olan günde sizinle özel bir söyleşi gerçekleştirmeyi çok istemiştim. Benim için unutulmaz bir anı olacak.

Ben Teşekkür ediyorum canım Kızım…

Ayla Hanım sizin oyunculuk serüveniniz nasıl başladı? Aklınızda hep sanatla uğraşmak,oyuncu olmak,Tiyatro, Sinema var mıydı?

İlk gençlik yıllarınızı ve o dönem Türkiye’sinin koşullarını düşününce…

Anneniz bir Ressam. Onun sanatçı olması mı etkiledi sizi? Tiyatro ve Sinema için Amerika’ya gitmek nereden geldi aklınıza?

Biz eşimle Amerika’ya gittiğimizde ne oyunculuk ne de Tiyatro için gitmiştik. Tiyatro için gitmedik. Ben 19, eşim Beklan Algan ise  23 yaşındaydı. Evlendik. O’da askerliğini bitirmişti. Ben Liseyi yeni bitirmiştim Wersay’da Paristen  gelmiştim .

Piyano ve Bale derslerine gidiyordum. Aklımda hiç  evlilik yoktu. Beklan çok yakışıklı bir adamdı.Tüm kadınlar peşindeydi. Acele etti belki evlenmek için ve evlendik biz. Beklan’ın Babası’nın Krom ve Bor Madenleri vardı. 

Biz Beklan’ın babasının işlerini takip etmesi için iş için gitmiştik Amerika’ya.

Peki Amerika’da meşhur Aktör stüdyo serüveni nasıl başladı?

Beklan, Bir gün kütüphanede Stanislavski’yi  alıp okuyor. Robert Kolej mezunuydu.

Orada bir çocuk ona Aktör Stüdyo’dan söz ediyor, bir bakıyım filan diyor ve  Aktör Sütüdyoya girmeye karar verdi. Ben zaten çocukluğumdan beri resim ,şiir, dans içinde öyle büyümüşüm. Annem Ressam. Ben de gireceğim dedim sınava.

İmtihan da yaptılar ve biz kabul edildik Aktör Sütüdyo’ya. 4 yıl okuduk orada. Bizim ki resmi sayılmayan özel paralı ama  en iyi okuldu. Üniversite muadili…

Muhsin Hoca geldi sonra, o yıllarda Amerika’yı geziyordu.Haldun Dormen Yale ‘den mezun olmuştu. Engin Cezzar Yale Üniversitesindeydi. Şirin Devrim, Tunç Yalman hepsi Tiyatro okuyordu orada.Ve biz böyle başladık… Sıkıntıda çektik tabi parasal.

Neden? Aileler Finanse etmediler mi sizi?

Hayır. Biz sakladık onlardan İki üç sene. Sonra Annem geldi. Sergi açtı okulda. Avrupa’da bile Anne ve Babalar aileler için böyleydi. Aileler önce  sağlam bir mesleğin olmasını isterdi. Mesela bir yandan Hukuk okurdu çocuklar, Tiyatro bir yandan daha sonra… Her anne baba gibi bir asıl işin olsun da Tiyatro hobi gibi olsun diye düşünürlerdi.

Günümüzde bile bu bakış açısı var değil mi?

Evet. Öyle Maalesef.

Amerika’da Tiyatro okumanız dışında Fransız okullarında okumuşsunuz. Eğitim için yıllarınız geçmiş yurt dışında.

Evet. 15 yaşımdan beri dışarılardayım. Liseyi Paris’de bitirdim. Wersay’da.

Burada ise  Dame De Sion ‘da orta okul okudum. Etnoloji öğretir gibi (Dil etnolojisi)  o kadar güzel öğrettiler ki,kelime akrabalıkları, Yunanca’dan mı, Latince’den mi geliyor akrabalıkları kelimelerin.5 - 6 yılımı aldı ama çok, çok iyi  fevkalade Fransızca öğrettiler. Hatta Fransızca’yı o kadar iyi biliyordum ki Amerika’da yaşadığım o yıllarda iş bile buldum. Çok iyi eğitim verirlerdi. Ancak çok katı  katoliklerdi.Ayna yasaktı mesela, Cama bakamazdım…

Şimdi öyle değil. O yıllardaki kadar katı değil tabi. Beklan  ise Tiyatro yapmak istiyordu. Robert Kolejde Cevat Çapan’’lar filan tiyatro yapıyorlardı.

Farklı Ekollerde ki Okullardan mezun olmuşsunuz.

Evet aynen öyle…

Tiyatrocu olmak isteyen,dizilerde oynamak, televizyonda olmak isteyen, eğitim almak isteyen gençler çok günümüzde Peki Kriterleri nedir? 

Kamera önü eğitimi veriyorum ben. Reklam dizi film ve sinema oyunculuğu kamera oyunculuğu hiç tiyatroyla uymuyor.Kamera önü farklı.

Peki farklar nedir? Dublaj mı? Tiyatrocular daha mı büyük oynar?

Sözcük oynuyoruz biz tiyatroda. Kamera önü eğitimi,sinema ve tiyatrodan çok farklıdır. Kafamda bir ışık. Kamera gelip çekiyor gözümün içini.

Dublaja gelince seslendirme yok şimdi artık.

Bir kurtlar vadisinde  var.

Siz Kurtlar Vadisinde Anadolu karakterini canlandırmıştınız. Bir bilim kadınıydı.

30 bölüm oynadım.Çok temiz ve namuslu bir 30 bölüm çalıştık. Bir profesör. Bor ve Telyum araştırmasını yapıyorlardı. Bor bir Türkiye’de çıkıyor. Öyle bir maden ki çok doğurgan bir şey. Kayınpederimin işiydi. Biraz da o yüzden kabul ettim o rolü. Sessiz, namuslu bir adamdı. Git otur çay iç, öyle temizdi. Yer altında Maden var demezsin. hiç.

Sonra bir günde devletleştirdiler sattılar. Amerika, İngiltere aldı. 

Kendi burjuvamızı da yok ediyoruz yani  anlıyor musun.

Neyse…

Bir genç karşınıza geldiğinde hemen anlıyor musunuz kabiliyetli olup olmadığını. Senden oyuncu olur ya da olmaz diyebiliyor musunuz? Kabiliyeti yoksa talebenize senden olmaz dediniz mi hiç?

Hayır… Sinema da olmuyor, Tiyatroda da öyle. Hiç kimseye söylemedim. Diyorum ki; Kabiliyet şudur aklına muhakkak bunu yapacağımı sokmak. Zaten hobi için ise gelmeyin hiç diyorum. Gidin setlere figüran olun, bir deneyin görün diyorum.

Çünkü profesyonel olmak isteyen birinin yerini alıyorsun.

Benim çocukların hepsi profesyoneldir.Hep başrollerdir.İşleri 2, 3 sene sürüyor.

Kimler vardı o çocuklar içinde?

Tolgahan Sayışman,Kiralık Aşktan Barış, Kaan var. Hazal, Bergüzar… Bir de son zamanlarda çok sevilen bir şarkıcı var adı Soner.

Soner Sarıkabadayı mı?

Evet. O da geliyor. Kamera önü eğitimi alıyor. 

Bu kadar yetenekli olacaklarını anlamış mıydınız? 

Bergüzar, çok istidatlı bir çocuktu. Ama kafaya koymuştu. O sinema seviyordu. Monitörün yanında durur, izlerdi. Anne ve Babası da oyuncuydu. 

Binbir Gece’de koçluğunu yapmıştım. Çalışırlarsa, son dakikaya kadar çalışırlarsa, hep ve kafaya koymuşlarsa olur.

Zor bir hoca mısınız?

Kamera yalan söylemez. Yanlışlarından öğretiyorum. Yanlışlarını çekiyorum önce, sonra onu seyrettiriyorum. Bak diyorum, gördün mü? Nerede yanlışların. Doğru olanı böyle öğretiyorum. Laurence Oliver’ın bir lafı vardır. Çok iyi bir oyuncu, 20 .YY’ın en büyük oyuncularından Kabul edilir. Royal Akademi’yi kurdu. Onların, Birleşik Krallığın (İngiltere’nin) Muhsin Hocası diyelim. Muhsin Hoca bizim için neyse O da onlar için o.

Soruyorlar çok iyi oyunlar oynadınız, bir de kovboy filminde oynar mısınız ?

Bana 12 tane kötü oynayan Kovboy filminin oyuncusunun filmlerini getirin. İzleyeyim.

Ne yapmayacağımı öğreneyim. 

“Benim eğitimim bu.’’

Yanlışı da çekiyoruz.Ondan sonra doğruyu da çekiyoruz. Sade duygu değil. Beden dili …

Başka şey orada kamera önünde. Dolayısıyla Tiyatro gibi değil, başka bir teknik. Montajlı çekiyorlar bir de.

Peki siz bir şarkı dinlerken, bir oyun izlerken ya da bir sinema izlerken lezzet alıyor musunuz? Hatalara, tekniğe mi takılıyor mesleki deformasyon mu yaşıyor musunuz? Keyif alıyor musunuz? Yorucu mu oluyor?

Ben öğretmem kalmam ki filmi seyreden Ayla’yım ben.Ben kuramsal dersler de veriyorum.

Gittim eğitimler,seminerler  verdim 350 tane hoca,hepsi öğretmen down sendromu içinde.

Nasıl? Bu bir hastalık değil mi?

Bu sendromu Süleyman’da oynayan Meryem’de olmuştu. Bir Otelin Suitinde kalıyordu. Ailesi, evi, burada değildi. Evini taşımayınca hiç bir obje yok. Zamanla Hürrem ile kendini içselleştirdi. Rolünden çıkamadı. Senaryoya müdahil oldu. Hürrem böyle söylemez diye… Ben, Profesör Anadolu’yu oynuyorum kurtlar vadisinde diyelim ama evime gelince Ayla’yım.

Duvarımda Annemin yaptığı tablolar, eşyalarım, büstler, çerçeveler, fotoğraflar…

Bu, şu demek: Kendini öğretmen zannetmek. Gir, Çık yapmamak role. 

Kendini o zannetme.

Bizim için hastalık değil.

Mesela bir öğretmen sınıfta öğretmendir sonra kocasının karısıdır ya da çocuğunun anasıdır.

Aynı rolü oynuyor evde.

Mesela; Kocasına parmağını kaldıryor .

Nasıl çocuğa konuşuyorsa öyle.

Bak! Bu yaz Asos’a tatile gideceğiz! Orada Çok güzel bir Otel buldum!

Kocası peki karıcım, sen ne dersen o olsun..

Niye kavga etsin? Tamam şekerim diyor.

Bu kez, sen neden karar vermiyorsun? diyor adama. 

Ayol! Sen adamı öğrencin yaptın.

Parmağını kaldırıp azarladın.

Bir de adamın sana reaksiyon göstermesini mi bekliyorsun?

Günlük hayatında çıkamamak işte rolden.

Sanatın tüm kolları kültürel donanım işi. Oyunculukta öyle. Siz modern ve medeni Türkiye’nin önemli bir hocası olan Ayla Algan’sınız. Cumhuriyet tarihimizin yaşayan aydın kadınlarından birisiniz. Felsefe biliyorsunuz. Dünyayı gezmiş, sanatın içinde doğmuşsunuz.

“TÜRKİYEM YETİŞTİRDİ BENİ!”

Karşınıza gelen Sinema dizi ya da Tiyatro oyuncusu olan gençler önemli ekolleri tanıyor mu? Mesela genç kuşak oyuncu adayları bir Sartre’yi Volteire’yi biliyor mu? Konservatuvar da okumak istiyor,ya da talebe fakat Nureyev’in adını duymamış, tanımamış çocuklar var. Tiyatro, bale seyretmeden. Ekolleri bilmeden, ben gidip dizide oynayacağım, Sinemacı olacağım, Tiyatro yapacağım, demek? Bunları bilmeden de oluyor mu? 

Şimdi: Sartre’yi benim neslim biliyor. O da kendi neslini biliyor ama öyle deme…

Sartre benim on beş yaş çocukluğum. Sokaklardaydı Fransa’da felsefe. Julliette  Greco siyahlara bürünüp  şarkılar söylüyordu. Simsiyah  giyer, omuzunda sincap ile Cafe’lerde… Simone de Beavuare, Sartre… Egzistyantelistti ayrıca bir sürü meşhurlar.

Onlar 2. Dünya savaşı gördü. Çok kötü şeyler oldu. Bunları gördü onlar.

“Kedi yediler aklınız almaz.”

Dolaysıyla o şartlar altında bile az parayla bile  çok iyi filmler çektiler. Çok para, çok iyi film çektirmez insana.Diyeceğim; Sinemacı olmak isteyenleri, Tiyatroya sokmuyorum. Filmlerini izlesinler o dönemin. Okusunlar…

Anlıyorum. Savaş’lar, yokluk, şartlar yaratıcılığı tetikleyen bir olgu olmuş o halde. 

Felsefeciler öyleydi.Kalıcı ve ölümsüz olan felsefeden söz ediyoruz. Biri mağaraya gider, öbürü dağa. Yalnızdır. Yaratıcılığı kendi yaşar. Bunlar hep tesadüfte değil. Hepsi aynı yolu sürmüşler. Kimse bilmez onu, beğenmezler. Öldükten sonra anlaşılırlar filan…

Münzevi bir yaşam sürdürmüşler yani.

Evet. Aynen öyle.

Yani şimdi Konservatuvarı biraz eleştirelim. 

Dört yılda Yunan oyunu oynuyorlar mı? Paralı okullarda da öyle. 4. Sene Yunan oyunu yok.

Soruyorum: Öyle müfredat olur mu? Kendileri seçiyorlar diyorlar.

Mesela: Cevat Çapan, Sanat Tarihi, Tiyatro Tarihi dersi veriyor. 20. asrın sonlarından  başlıyor, O. Çehov’ dan başlıyor, Gorki’ler… 

Ondan sonra Yunan’a gidiyor. 

Çünkü zorlaşıyor iş. Bilmediği bir şey çocuğun. Onun Epiği ile Brecht hiç benzemiyor,farklı.

“İNSAN YALNIZCA  İŞÇİ DEĞİLDİR...

İNSAN ANNEDİR DE… İNSAN BABADIR DA…”

Farkı Neden ?

Marksist ağırlıklı çünkü. İşçi, Patron… Hegel felsefesini alıyor, Marks. Kapital’i yazıyor .

 Ama Hegel bile Marks’a diyor ki: “İnsan sadece işçi değildir… İnsan Annedir de, İnsan 

Babadır’da…

Hegel’i bir araştırdım ki bizim Tasavvuf. Onu da Şeyh Galib’i oynarken araştırdım.

Kenan Işık koymuştu sahneye...

Felsefeden söz etmişken, Yunus Emre’den bahsetmek istiyorum. Siz bir Barış Elçisi gibi adeta  Yunus’u dünya ile  buluşturdunuz… Ülke, Ülke gezdiniz Bir proje miydi?  

Bir Projeydi. Kültür Bakanlığı yoktu. Demirel zamanıydı. Orada felsefeci, Fransızca’sı çok iyi olan bir Müsteşar vardı. Onun fikriydi. Hala Kültür Bakanlığı’nda onun yaptığı iş yapılamadı.

Biz, bütün Dünya’ya lokum gönderiyoruz. Üzerinde bir dansöz ! 

Yunus’un bir plağını yapalım bu sene dedi. Bir projeydi.

Dediler ki: Efendim öyle şey olmaz. 13.Asırda bir adam böyle konuşamaz.

“Sevelim, sevilelim demez.” Bütün dünya sarsıldı inanamazsınız. Onların da aynı asırda yaşamış bir Viyon var. İletişim olmadığı için haberleri yok, farkında değiller birbirlerinden… 

Muazzam bir felsefe. Yunus’un başka bir yaratılış  destanı var onun.

O, Yürür gezerden geliyor.Üç kitabı tanıyor Yunus Emre. 

Yaşadığımız müslümanlığa hiç benzemiyor.

Adem ve Havva’da kadın yasak elmayı yiyor. Kadın suçlu değil. Kadın ne oluyor günahkar oluyor. Onun için katolikler çocuklarını yıkıyorlar doğar doğmaz. Ondan dolayı.

Bizi de araştırdım. Ne kadar ileriyiz biliyor musunuz. Kuran’ı Fransızca okudum. 

Bana dediler ki; Almanca’sını oku o daha yorumsuz..

Paris’te hocam verdi.

Bir de Atatürk çok sonraları tüm klasikleri Türkçe’ye tercüme ettirdi. Sheakspeare’ler filan hepsini… Gündüz gece çalışıyorlardı. Vedat Günyollar, Tahsin Saraçlar .Hemen siz tercümelere başlayın. Tüm klasikleri tercüme edin.Zararı yok kusursuz tercümeler olmayabilir belki ama çocuklar ne var ne yok bilsinler, okusunlar diyerek hemen tercüme ettirdi…

Günümüzde tanıtabiliyor muyuz Anadolu Medeniyetini bu Uygarlığı? Zamanında Ayla Algan yapmış, sonrasında bir şeyler yok pek ses getiren. Bir Mevlana’yı biliyorlar fakat onu da oranın entellektüelleri, okumuşları… Ne yapmak lazım? Bu muazzam uygarlığı felsefeyi Anadolu müslümanlarını dünyaya tanıtmak için?

Malesef bizim uygarlığımız batıda Anadolu Medeniyetleri olarak değil, Yunan Medeniyetleri olarak geçiyor. Maalesef. Azra Erhat İlyada’yı tercüme edebilmek için İyonca öğrendi.

Bizim felsefe de fizikte bir sürü Ulemalarımız var. İspanya’da olanlarımız, İbn-i Sinalarımız var. Ama yazı yoktu kalıcığı yoktu. Bize ne zaman geldi matbaa baskı kitap basmak, matbaa? Onun için yazıya geçmedi pek çoğu. 

Anadolu müslümalığı kavramı peki? Topraktan mı koptuk çok?

Düşünebiliyor musunuz  biz marulu Hollanda’dan, Domatesi İsrail’den alıyoruz. Toprak satıldı çünkü. Farkına varmadan. Asos’ta bir evimiz var, domatesi koparsan dalından üç gün sonra yeniden çıkar yeşillenir. Bir kokusu vardır. Bizim topraklarımıza bir profesör geliyor, bir tohum bulsa bizim  topraklarımız da onun tohumu oluyor. Ve onun adını alıyor dünyada. Postkolonyolizm diyorum ben buna… Hayvancılığımız vardı eskiden ve müslümanca kesilmiş etimiz kanı akan…

Nerede o namuslu, insanlar? O namuslu müslümanlar nerede?

Anadolu müslümanlığından kopuşla mı geldik bu noktalara?

Kuran en modern kitap.Ben çok şeyi Kuran’da buldum. Bir kere insana yönelik ve Kişiye yönelik. O Namazda ne diyor biliyor musun? Namaza durduğunda çocuğunu bile düşünmeyeceksin. Ne düşünücen,ne düşünüyor isen. Din, felsefe…

“Cogito ergo sum…” Demiş Dekart…Düşünüyorum öyle ise varım.

 Artık zamanı ayıklamamızın. çünkü biz Arap müslümanı değiliz…

Yani ibadetlerde felsefesini de düşünmek gerek diyebiliriz.

Evet… İran’ı niye devirdi dünya, Amerika? Petrolüm çok ucuz, daha pahalıya satmak istiyorum. Dediği için. Öyle bir çalışıyordu ki şahın  karısı çocuklar için, yetimhanelerde, yardım için filan biliyorum gittim çünkü…

Humeyni Paris’te sürgünde o vakitler değil mi Ayla Hanım?

Evet.Ben oradaydım Le Monde’a demeçler veriyordu. Şaşarsın. Öyle bir eşitlikçi. Dervişde diyebilirdin. Yürür gezer, sufi öyle bir havası vardı. Komünizmden bile daha eşitlikçi mesajlar veriyordu. Dinsel bir eşitlikte herkes eşittir .

İran’da büyük bir uygarlık Persi.. Sanatçılar, şiirileri… 

Muazzam. Muazzam… İşte o oyunu başladılar İran’da. Benim çocukluğumda kitaplar vardı.Fransızca bilen mutlak okusun. Ne biliyorum ya da  ne bilmiyorum? Adı. Taa o zamanlarda o kitaplarda yazardı.

Orta Doğu’nun hudutları değişecek.. Kurtlar Vadisinde  işleniyordu bu konular…

Öyleyse şu soruyu sormak istiyorum. Anadolu Türk Müslümanlığı,Türk müslümanlığının farkı nedir? Bizim ayrıştığımız nokta nedir sizce? En belirgin farkımız?

Laik olmamız… Dini yaşamdan ayırmamız…

Ayla Hanım Kadınlar günü dolayısıyla kadınlarımıza geçmek isterim. Siz üretkenliğinizi sürdürüyorsunuz hala. Sizce kadınlarımız iş hayatının her alanında buna sanatı da dahil edebiliriz doğru noktada mı? Yeterince verimli mi? Siz nasıl görüyorsunuz üretimde, hayatta kadınlarımızı?

Valla o kadar yorgunki. Bir kere hakkı yeniliyor parasal. Evde işbirliği yok. Adamlarda kadına yardımcı olsun mesela O da gelsin bir el versin. Mesela salatı yapsın beraber.

Ama şimdiki gençler daha iyi yardımcı oluyorlar, görüyorum. Çocuklarına bakıyorlar. ilgileniyorlar. Biz hiç görmedik baba kucağı. Kucağa alan adam filan ancak kadın yorulacak o zaman alır kucağına taşır yolda. Kadınlar yorgun…. Hakkı yenmiş çok iyi yaptıkları işler de bile aman yüz almasın, boynuzu geçmesin durumunda.

Peki kadınların çok sevdiği  siz, Önce Kadın, sonra Anne, değerli bir sanatçı bir Aydın insan olarak ne söylemek isterdiniz kadınlarımıza? Bir bankacı, bir sigortacı, gazeteci, işçi, Anne her hangi bir kadına… Bu topraklarda yaşayan kadınının kulağına bir şeyler fısıldasanız, bu ne olur du?

Ne güzel…

Tabii…

‘’İyi ki varsın..’’ derdim…

‘’İyi ki varsın… Sen Olmasan biz ne yapardık…’’

İyi ki varsın… 

Olmasan biz ne yapardık.

Aşkı sormasam olmaz. Kadınlar ve aşk ikisi birbirinden ayrılmaz. Siz tek bir evlilik yaşamışsınız. Sanatçılar için ender rastlanan bir durum. Tek bir adam, tek bir aşk… Ayla Algan aşkı nasıl tanımlar? Bir ömür el ele, diz dize mi bir beraberlik mi? Kısa süren bir tutku mu?

O kadar yalın değil Aşk…Benim aşkımın uzun olma sebebi; Biz kavga etmiyor muyduk? Ediyorduk. Bir  iş ile birlikte olursa o zaman kavga zaten kişisel değil. Ya felsefe kavgası git okusana Platon ne diyor? Aristotales öyle mi diyor? İşte böyleydi bizim kavgalarımız.

Bizim çocuk, Sevi, böyle tartışmalarla büyüdü.

Kişisel değildi.

Aşkta kıskançlık neredeydi peki?

Ben çok kıskançtım çok. Akrep burcu olduğum için bir de kindar. Unutmaz Akrepler. Bir hikaye anlatayım kıskançlık üzerine Beklan ile aramızda geçen.

Amerika’ya ilk gittik. Tabi ben Fransız’ca biliyorum, İngilizce bilmiyorum. Beklan telefonla konuşuyor. Kiminle konuşuyorsun? Neden konuşuyorsun? filan dedim. Bir şey de yok yeni evliyiz düşün. Bir gün sen de amma kıskançmışsın  ha dedi. Çıktı, gidiyor…

Nereye gidiyorsun? Dedim.’’ Belki Afrika’ya Aslan avına giderim dedi bana.’’

7 sene sonra Yunus Emre’yi yayıyorum ya dünyaya, Afrika çıktı. Fil dişi sahilleri ve Bürüksel’de de Nato’dan daha büyük bir kararğah var. Türklerin de olduğu önce oraya gidiyorum. O Belçikaya gideceğimi sanıyor.Afrika’yı söylemedim.

Son gün ben yarın Afrikaya da gideceğim dedim. “AA! öyle mi? Kürk mantonu giymeyi de unutma dedi .Alay ediyor.Valla gidiyorum dedim. “Eee, napmaya gidiyosun?’’ dedi.

Aslan Avına gidiyorum! Dedim.

O ‘da hatırladı, o lafı söylediğini.

Yıllar sonra… 

O da öyle bir koca…

Hatırlar… 

Amma kincisin. Onu laf ola söylemiştim ben ! dedi…

AŞK ZİHİNSEL VE BEDENSEL BİR ŞEYDİR…

ZİHİNSEL VE BEDENSEL BESLEYİN AŞKI…

ZİHİNSEL BİR YARATMA EYLEMİDİR AŞK…

Aşkı uzatmanın uzun süren  güzel mutlu bir beraberliğin sırrı ortak uğraşlar mı?

Yeni bir dil öğrensinler.Beraber öğrensinler. Sadece Anne ve Baba’lığı yüklenmesinler.

Zihinsel bir şeydir aşk. Bilgi ile bilerek beslenir. Zihinsel bir yaratma eylemidir. Daha iyi korurusun. Zihinsel ve bedensel besleyin aşkı. Sonra bazı şeyler bittiği zaman

Mesela: Menopoza girdiğin zamanda ya da başka bir şey yaşadığında, o kadar iyi arkadaş oluyorsun ki vız geliyor sana sekssiz olmak.

Seks yapmayınca yemek yer kadınlar biliyor musun. (kahkahalar)

Bu arkadaşça kadınlara söylemek istediğim.

Ne yapıp edin süslenin. Kadınlığınızı bilin. Az önce ki örrnekte verdiğim kadın gibi, sürekli parmağını sallayan Öğretmen olarak kalmayın eşinize karşı…

Özlüyor musunuz Beklan Bey’i?

Özlüyorum tabi. İyi ki çocuğunu doğurdum. 40’ımda doğurdum üstelik. Kızımda 40’ da Anne oldu. Şimdi bir torunum var.

Çok yeni Büyükanne oldunuz. Güzel bir duygu olmalı. Yaşama bağlayan. Evlattan fazla seviliyor diyenleri bile duymuştum doğru mu bu söz?

Mart 15’de bir yaşında olacak. Çok şirin bir şey… Çok güzel… Çok güzel de sevmek. Çok sevmekten korkuyorum. Tutsak olurum diye, çok üstüne düşerim diye. Vıdı vıdı olurum diye.. Müzikler dinletiyor dans öğretiyorum. Çok seviyorum… Ama ben kızımı da çok seviyorum. Kızımı da geç bir yaşta doğurduğum için, kızım benim torunum gibi oldu belki… Kırkım da doğurduğun için.

Peki geç anne olmak daha mı iyi? Günümüz kadınları kariyer nedeniyle çocuğu ilerleyen yaşlara erteliyorlar. Bu yaşlarda Anne olmak geç algılan mıyor gibi geliyor bana…

Çok iyi bir şey… Sen doğur mutlaka bir tane daha…. (kahkalar)

Geç olduğunu düşünenlerdenim…

Olsun… Sen, yap bir tane...

Kadın olmak zor bir şey galiba Ayla hanım. Erkekler daha kolay biz çok karışığız.

Ama onları da biz büyütüyoruz. Değil mi… Biraz Odepius komleksi var bizim Anneler’de oğullarını kaytarıyorlar biraz. Biz dizilerde Sosyolojik. Araştırma yaptık. Ben de ,o sırada Aliye dizisinde iyi kayınvalideyi oynuyorum. Bir Kayınvalide şöyle söylüyordu: Yorulur… Oğlum gelinim ile beraber yatmasın… Onunla beraber olmasın diyordu…

Bu bir hastalıklı bir düşünce Ayla hanım.

Onu bile kıskanıyor düşün... Hastalık tabi. İşte Odeipus Kompleks…

Peki dedim istemez misiniz bir torununuz olsun?

Ha (!) torun için ise, torun için ise olsun tabi… 

Ama yorulmasın diyor…

Ne geliyor aklıma biliyor musun?

Orta çağ katolisizminde kadın Papaza gidiyor, günah çıkarmaya ve diyor ki; Haz duydum… 

Dün gece kocamla oldum ama çocuk doğurmak için yatmadım… Günah çıkarıyor…

Bak bizim Kuran’da yok  böyle şeyler.

Niye onlar da Protestan oldu herkes rönasans başlangıcında?  

Katı baskından…

Atatürk kadını çok tutardı. Atatürk kadını, kanunları hep ana erkil, kadından yanadır.

Kurtuluş savaşını düşünün…. Boşuna mı yaptı kadınlarla omuz omuza kurtuluş savaşını…

8 Martta bir etkinliğe katılacak mısınız? Programınız olacak mı?

8 martta Kayseri’de olacağım. Konuşmacı olarak. Baro başkanı rica etti, kıramadım…

Hem bir öğrencimin gösterisi de  olacak kadın üzerine yazdığı bir şey adı Boşlukta Kadın …

Çok Teşekkür ederim size Ayla Hanım…

Şimdi ben sana sorucağım bir şey.

Peki Ayla Hanım. Nedir sorunuz?

Manşetin ne olacak senin?

Sanırım kadınlar için söylediğiniz söz… Bir şey fısıldasanız Türk kadının kulağına bu ne olur du? Soruma verdiğiniz yanıt… İyi ki varsın sözünüz..

Aferin….

Teşekkür ederim Canan…