Hayat pahalılığı, seller depremler, buzulların yerlerinden oynayıp karalara doğru akışı, politikacıların  sivri dili, sosyalleşmenin dayanılmaz kokuşmuşluğu, hasta toplum sendromları  derken…

Devlet Opera ve Balesi’nin sahneye koyduğu enfes bir performansla ruhum huzur buldu.

Güldestan 

Teması göç olgusu ve göçebe ruh anlayışıyla yola çıkılan bir modern dans gösterisi . 

Kurgusal olarak dört ayrı modülden oluşan prodüksiyonda, her modül kendi içerisinde çeşitli temaları işliyor ve bölümlerin her biri ‘gül’ çiçeğinin değişik adlarını ve durumlarını yansıtmış. 

Bir sahnede bir köy düğününden başka sahnede şehirdeki bir kafeye giderek elektronik müzik tasavvuf, sufi motiflerini başarıyla  kaynaştırmış hem modern hem gelenekselliği harmanlayıp Mercan Dede’nin o gizemli yorumuyla insanı içsel yolculuklara çekip, size mest etmekte. (Zaten ney ve kanun işin içine girince ruhun hareketi, iniş ve tırmanışları, damardaki kan basıncı akışları başlıyor. İner mi çıkar mı sizing bioritminize kalmış. He Hee) 

Kalk gidelim tarihe Küheylan ! 

Atımı getirin Osmanlıya ineceğim!

Latife bir yana ruhum böyle dedi işte.

Tarihe uzanan adımlarınızda perdede birden Muhteşem Süleyman- Halit Ergenç- beliriyor. Etkileyici ses tonuyla Evliya Çelebi’nin 17. yüzyıl “Seyahatname”sinden- O zor telaffuzlu kelimeleri diyaframı doğru kullanarak başarıyla sergiler, çok da haz alarak dile getirdiği anlaşılır- Orhan Pamuk’un “Öteki Renkler”inden bölümler getiriyor. 

İşte diyorsunuz kambersiz düğün olmazdı zaten. 

Evet… Güldestan;

Zengin bir anlatım diliyle tiyatro, edebiyat, fotoğraf, ve sema gibi renklerle beslenerek sema’ya, Osmanlı zamanlarından modern İstanbul’a ve nihayetinde de GÜL’e varan yolculuğuyla dansçıların başta olmak üzere tüm ekibin de ayakta alkışlandığı bir modern dans etkiniği … 

Final çok çarpıcıydı. ‘Gözü Tamamen Kapalı’ filmindeki pagan ayinleri görselinden, yukarıdan yağan  gül yapraklarının dökülüşüyle çıktım.

Muhteşem dans ve büyülü müzikleriyle bu özel keyfiyeti kesinlikle yaşamanızı tavsiye ederim.

***

Şimdi ki haberim ise kötü çok kötü. Bir o kadar da iç karartıcı…

Büyükada’da ki karantina durumundan bahsetmeden geçemiyeceğim. Çünkü bir kez daha içim feci yandı. 

Bu atlara o prens hapishanelerinde çektirdiğimiz acıların sonu gelmeyecek mi?

4-5 Hafta önce ‘Kanayan bir yara üzerine’ başlığıyla kaleme aldığım adalardaki atların kaderi, bakımsızlığı ve ilgisizliğimiz üzerine yazdığım bir konu …

Bu hafta Büyükada’ya hayvan giriş ve çıkış yasaklandı bildiğiniz üzere. Çünkü 15 gündür adadaki atlarda RUAM teşhisi var. Halk arasında Mankafa hastalığı olarak bilinen bu mankafalılar aslında Mankafa olup bu hayvancıklara çektirdiğimiz işkence ve eziyetin adının taşıyor. 

Bulaşıcı ve insanlara da bulaşabilen bir hastalık. 

Buyrun burdan yakın. Ben insanoğlunun bu bitmeyen hırs ve bencilliğiyle tarihin tekerrür ettiğine inananlardanım. Ve çok yakında veba  bizi Gülün Adı sahnelerine taşıyacak!!! 

Bizim Güldestan da metne eklenecek mi bilemem.

SES BİR Kİİ SESS

Allah Aşkına Sayın İmamoğlu bu duruma bir el atın. Bu hayvanların günahı vebali ödenmez. 

N’olur ya yalvarıyorum. Bir yol ,çare bulun  artık!!! 

Teyze amca bir imza ver !!!

Hayvanlar ölmesin. Koşabilsinler…