İnsanları geçmişleriyle yargılıyorsanız, şahsım da geçmişte tarikat ve cemaat anlayışı içerisinde bulunmuş, fundamentalist bir İslamcı, tezat oluşturmasına rağmen, bunu dahi sorgulamaktan aciz, ırkçılığa varan boyutta Milliyetçi bir dünya görüşüne sahip, kendi düşünceleri hariç her düşünceye karşı bilinçsizce karşı çıkıp, düşmanlık besleyen, cehalet bayrağını göndere çekmiş ve cehaletinin vermiş olduğu cesaret dolayısı ile son derece mutlu ve mesut bir birey idi!
Ölçümüz dün müdür, yoksa bugün müdür?
Dünü bir kenara bırakıp, bugünü ele alacak olur isek:
Bugün evrensel değerleri değer edinmiş, daha modern bir bakış açısına sahip, Allah Yolu’na hizmet etmekten uzak tüm öğretilere karşı “lâ” diyerek, rest çekmiş; haksızlık, adaletsizlik, cehalet, yozluk, yobazlık, yolsuzluk, soysuzluk ve ata dini mukallitliğine karşı başkaldırmış, ömrünü Yüce Kitab’ımız Kur’an-ı Kerim’i tebliğ etmeye vakfetmiş olan Hazret-i Peygamber’in Ümmeti’nden olmak ile iftihar eden, iliklerine kadar Türk ve hiçbir müsamaha göstermeyecek kadar sert bir çizgi içerisinde anti-emperyalist bir tutum sergileyen, çağımızın Firavunları’na karşı isyan bayrağı açmış, mustazaf bir Müslüman’ım!
Sizin bakış açınızda İslam’ın hiçbir kıymet-i harbiyesi bulunmamaktadır, anlaşılan!
Çünkü İslam inancında ne günah işlersen işle, tevbe kapısı her dâim sonuna kadar açıktır.
Lâkin siz bu sığ bakış açınız ile dünde kalır, bugünü okuyamazsınız!
Bundan dolayı da hükümet partisinin dün yaptıklarını pişirip pişirip önümüze koyar, bugün izlemiş oldukları politikalara karşı, kör ve sağır kesilirsiniz.
Sizin bakış açınız ile olaylara yaklaşacak olur isek, Hazret-i Peygamber’i öldürmek üzere yola çıkan ve yolda kız kardeşinin de Müslüman olduğunu öğrenerek, Hazret-i Peygamber’i öldürmekten vazgeçip, Müslüman olan ve Müslümanlar arasında “adaletin simgesi” olarak gösterilen Hazret-i Ömer’in de geçmişine inip, Müslüman oluşunu görmezden gelmek gerek!
Hazret-i Peygamber’in amcası ve aynı zamanda “Allah’ın aslanı” lakaplı Hazret-i Hamza’yı Uhud Savaşı’nda şehit edip, yetmezmiş gibi kalbini söken Vahşi, tevbe edip Müslüman olduğu vakit, “sen Hazret-i Hamza’yı şehit ettin, sana tevbe kapısı kapalı” mı denilmiştir, yoksa geçmişi görmezden gelinip, tevbesi kabul mu edilmiştir?
Tabii ki tevbesi kabul edilmiş ve Hazret-i Vahşi olarak, İslam tarihindeki yerini almıştır.
Aynı şekilde otuz yıl boyunca, fikri buhranlar yaşayan, daha çok CHP zihniyetine sahip olan Necip Fazıl Kısakürek, Ağa Cami’nde Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ile tanışıp, ona intisap ettikten sonra, kalemini ve kelâmını kendi çizmiş olduğu çerçevede Allah yoluna vakfedip, bu uğurda çeşitli bedeller ödemiş ve “Çile” adlı şiir kitabında, şu şiire imza atarak, geçmişini bir çırpıda silip atmıştır:
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum?
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”
Şimdi biz bu şiirleri değil de 30 yaşından önce kadın bacaklarına yazmış olduğu şiirleri, içmiş olduğu esrarı, oynamış olduğu kumarı ele alıp, kedi-köpek gibi, çöp mü karıştıracağız?
Bu bel altı vurmaktan başka bir şey olmadığı gibi, acizliğin de çekilmiş olan en net fotoğrafıdır.
Bu konuda ve her konuda olduğu gibi, hüküm verici olan Cenab-ı Allah’ın, Fatır Suresi 45. Ayet’inden seslenişi, bizim nazarımızda değişmez olan açık ve net hükümdür:
“Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı, dünyada tek bir insan bile bırakmazdı; ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vâdeye kadar erteler. O vâdeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir.”
Velhasıl-ı kelâm; bizi ve başkalarını yargılayacak olan var ise dünümüz ve dünleri ile değil, bugünümüz ve bugünleri ile yargılamalıdır.
İşin adaleti budur!
Selâm, sevgi ve muhabbet ile...