“Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. 
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. 
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 
(Medeniyet!) dediğin tek dişi kalmış canavar?” 
- Anlayana çok şey –
“Millî Marş” hemen her milletin, her devletin mukaddesatıdır ve de Millî Marşı olmayan bir ülke, hiçbir zaman millî varlığını ve bağımsızlığını ilelebet sürdüremez. Zira, “Millî Marş” bir ülkenin, bir milletin hayat damarıdır. 
Cihan Milletlerinin kimliğini simgeleyen “Millî Marşlar” içinde üç marş var ki, hemen her milleti kıskandıracak özelliklere haizdi: “Türkye’nin, İngiltere’nin ve Fransa’nın millî marşları.” 
Hele bizim ki, İstiklâl Harbimizin canlı sembolü konumunda olduğundan ayrı bir özellik taşımakta ve şehitlerimizin ruhu ile yoğrulmuş mısralarının hemen her biri, bir ayrı kahramanlığın ve vatan sevgisinin destanıyla yoğrulmuştur. Hele bestesindeki vurucu ahenk; yedi-düvele karşı verilen kahredici bir savaşın emsalsiz zaferiyle elde edilen vatan bütünlüğümüzün şanlı, şerefli hikâyesini adeta yaşarsınız!... 
Ne var ki, birileri kalkmış bizim (THY)nın tanıtım reklâmında bizim mukaddesatımızı, reklâm aracı olarak değerlendirmeyi düşünmüş ve böylece sefer yapılan ülkelerin müzisyenleri tarafından kimi gitar, kimi akordeon ve daha başka sazlarla İstiklâl Marşımızın melodisinden bölümler tıkırdatmakla ve böylece dünyanın hemen her yanında sözde bizim sesimizi duyuran bir reklâm sunulmakta. 
Bu icraatın doğru veya yanlış olduğunu sormuyorum. Benim merakıma mucip olan, bu hususta halkın onayı alınmış mı? Dahası “TBMM”nin fikri sorulmuş mu? Şayet sorulmuş da, böylesi kafa karıştırıcı bir reklâm için gerekli izin onaylanmışsa ki, hiç sanmıyorum. “Ört ki, yatam!..” 
Mezkûr konuda “HABER TÜRK GAZETESİ” köşe yazarlarından Sayın Serdar Turgut gayet enteresan bir makale yazmış ve (THY)nın bu hareketini adeta ayakta alkışlayan “MARŞI DİNLERKEN DÜN İLK KEZ AĞLADIM” serlevhalı bir makale sunmuşlardı: “6 Ekim 2012 Cumartesi”. Aynen geçiyorum: 
(BENİM milliyetçi duygularım pek kuvvetli değildir, hatta zayıf olduğunu bile söyleyebilirim. 
57 yaşındayım, hayatımda İstiklâl Marşı’nı dinlerken daha önce gözlerimin sulandığını hiç hatırlamıyorum. 
Kamuya açık alanlarda duygu gösterilerinden hoşlanmam, bunu yapanları da pek sevmem. Bu konuda İngilizlerden bile daha beterim. 
Ama dün İstiklâl Marşı’mızı dinlerken elimde değil gözlerim yaşardı, ülkemle gurur duydum, üstüme bana çok ender olan bir duygu geldi, geleceğe dahi umutla bakmaya başladım. 
THY RUHUMU OKŞADI 
Bazı anlar vardır ya da varmış mı demeliyim bilmem ki, duyduğunuz marş ruhunuzu yakalar ve sımsıkı tutup sizi okşamaya başlar. Onun okşayışlarıyla içiniz şefkatle ve sevgiyle dolar, hisleriniz artık kendini tutamayıp gözlerinizden akmaya başlar. 
Bu durup dururken dün gece başıma geldi, reklam arasında Türk Hava Yolları’nın yeni reklâmını gördüm. 
Çeşitli ülkelerde o ülkelerin müzisyenleri İstiklâl Marşı’mızın bir bölümünü çalıyorlar, birbirine eklenip bir bütünlük oluşturulmuş ve ortaya harika, çok müzikal, modern şıklıkta bir İstiklâl Marşı çıkmış. 
Reklam bana göre, tam bir sanat eseri. Seyreden bir Türk vatandaşının kendi ülkesiyle, Türk Hava Yolları’nın başarısıyla övünmemesi mümkün değil. 
RAHAT YORUMLAYALIM 
Bugüne kadar bizler İstiklâl Marşı’nı hep soğuk bir şekilde dinleyip söylemişiz. Kurallara uymuşuz ve buna uymayanlara da kızmışız. 
Halbuki Amerika’da olduğu gibi İstiklâl Marşımız’da müziksel deneyimleri rahat biçimde, ürkmeden, korkmadan yapabilmiş olsaydık, örneğin bir “Tarkan”, bir “Neşet Ertaş” İstiklâl Marşı söyleme deneyleri yapabilselerdi eminim ki ortaya çok güzel yorumlar çıkardı. 
Ama eskiden biz bunu yapmadık, törenlerde kurallara marifetmiş gibi sıkıca uyduk, marşa yorum getirerek söylemeye çalışanlara “milliyetçi kaba tepkiler” verdik; “Bu nasıl yapılır, kutsala nasıl dokunulur?” tavırlarına girdik, sinirlendik, yaratıcılığı baştan öldürdük. 
GLOBAL VİZYON GEREKİYOR 
Türk Hava Yolları global vizyonuyla bu tapuyu kırıp İstiklâl Marşı’na nasıl da güzel yorumlar getirilebileceğini gösterdi ve ortaya her insanın göğsünü kabartarak dinleyeceği bir marş yorumu çıkardı.) 
Makale hayli uzun olduğu için bu kadarını aktarmayı yeterli buldum ve zaten mevzubahis yazar vermek istediği mesajları ve kendi görüşü ile fikir yapısını aldığımız bölümde rahatlıkla dile getirmiş. Kalanı benim için teferruattır. 
Gelelim ilk şu ABD örneğine!.. Zira, Amerikalı caddenin ortasına etse; “herhâlde bir bildiği vardır der ve hemen aynısını yapmaya çalışırız.” Çünkü, cihanın başına püsküllü bir dert kesilen ABD, çoğu insanların adeta beyinlerini yıkamış ve tam bir robot haline sokmuştur. 
Dünya Milletlerinin karakter yapısına kadar, kaderini temelden değiştiren, asırlar boyu adeta tapulaşmış manevi inançların adeta kökünü kazıyan, insanoğlunun mukaddes saydığı bütün değerleri sistemli şekilde sulandırarak, asıl değerlerinin köküne kibrit suyu ekerek, adeta yoklara karıştıran, hemen her yeni nesli yozlaştırıp, soytarılaştıran bir zihniyetin, bir düşüncenin sahipleri. Günümüzde daha da ileri giderek, hemen her ülkenin millî yapısına, iç ve dış işlerine burnunu sokarak, sessizce “bağımsızlığına” son veren ABD’nin, zaman zaman millî çıkarları açısından bizlere: (Müttefikimizdir) tabirini kullanması gibi inandırıcı olamaz. Çünkü, “müttefiklik” hali, onun millî inançlarına ters düşer!... 
ABD, hemen hiçbir millete “müttefiki” gözüyle bakmaz. ABD’ye göre: “millî menfaatlerin örtüştüğü noktada” birlik olur ki, bunun “müttefiklikle” hiçbir benzer tarafı yoktur. Millî menfaatlerin uygun düşmediği anlarda da, şu enteresan şarkının manidar mısraları kulakları adeta tırmalar: (Çok muhabbet tez ayrılık getirir!) 
Nitekim o kahderici “çuval olayı” böylesi bir inancın pek üzücü bir numunesidir ki, yakın tarihimizde; lâyık olduğu haneye çoktan yerleşmiştir!... 
Sayın, köşe yazarı Serdar Turgut: (Tarkan ve Neşet Ertaş, İstiklâl Marşı söyleme deneyleri yapabilselerdi.) buyurmuşlar: (Yakalarsam mucuk, mucuk...) nevinden yapımlar ile Savaş Ay’a fi tarihinde bir sual sorduğu zaman: (Çişim geldi!) diyebilecek kadar rahat olabilen bir pop şarkıcısından mı, İstiklâl Marşımızın yorumunu yapmasını isteyeceğiz?!... 
Serdar Turgut Bey: (Benim milliyetçi duygularım pek kuvvetli değildir hatta zayıf olduğunu bile söyleyebilirim. 57 yaşındayım, hayatımda İstiklâl Marşı’nı dinlerken daha önce gözlerimin sulandığını hiç hatırlamıyorum) buyurmuşlar!... 
Ve lâkin, dım, dımlı sazlardan duydukları nağmeler, kendi ifadelerine göre gözlerini yaşartacak derecede tesir etmiş!.. 
Bu bir görüştür ve sadece kendilerini alâkadar eder. Ancak, ABD’nin kendine has görüş ve icraatlarına olumlu bakmamızı da bizlerden, yani Türk milletinden istemek veya bizlere numune sunmak, kimsenin haddi değildir!.. 
Gazi Hazretleri: (Basın bir milletin sesi ve kulağıdır!) buyurmuşlardı. Bu görüş tabii ki, A’dan Z’ye doğrudur. Lâkin, günümüzdeki basın (9 Ekim 2012) acaba bu değerli tanıma bir bütün olarak lâyık mıdır?... Kimse gocunmasın ama, bu hususu bir yerde derin, derin düşünmemiz tabii ki, şart da değil, elzemdir!.. 
Basının büyük bir kısmı da değil, bir bütün olarak açıkça taraftır! Arada halkın sesini duyurmaya çalışan idealist gazeteler varsa da, hem azınlıkta kalmakta ve hem de bir şekilde bazı gizli eller halkın gözünden uzak tutabilmek için pek çirkin taktikler uygulamaktan geri kalmamaktadır... 
Meselenin en acı tarafı da: Parlamentomuz dahi bu kumpasın içinde halkın meşru sesi olmaktan çoktan uzaklaşmıştır. Bu bir gerçektir ve temelinde halkımızın gözünde sadece “paranın güç” görüldüğü bir dünya görüşünün ruhuna aşılanmış olmasıdır. Ve bu marifeti son derece başarılı şekilde uygulamış olan ise, sözde halkın sesi ve kulağı durumundaki günümüz tabiri ile “Medya” olmuştur. 
İstiklâl Marşı gibi, “Millî unsurların tümünü bünyesinde toplamış bestelerin sonradan daha değişik yorumları yapılamaz. Çünkü, rastgele bir beste değildir. Klasik Batı Müziği’nin tamamen dünyaya mal olmuş olanları nasıl ki, yeniden ayrı, ayrı yorumlarda sunulamaz nasıl ki, bu denenmiş ve hiç tutunmamıştır. Bizim, böylesi fantazilere ayıracak zamanımız yoktur. 
Oldum, olasıya bizim “Millî Marşımız” güfte ve bestesiyle batı dünyasını her daim rahatsız etmiştir ve de etmekte berdevamdır... Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü mezkûr aziz milletimizin, her nevi yokluk içinde “Yedi düvele karşı” ne yaman bir mücadele vermiş bulunduğunun canlı timsali olarak, batılı ülkeleri sadece utandırmamakta, aynı zamanda kahretmektedir! 
Meselenin aslı budur ve bizdeki bazı aklı ileriler ise, Batı’nın telkinlerine kapılarak bir takım fantazilerin peşinden koşmaktadırlar! Bu hususta daha fazla yazmak istemiyorum zira dış kaynaklı bir fikir yapısı yüzünden, bizim bazı yanlış değerlendirmeler yapanlara karşı daha fazla kırıcı olmak istemiyorum. Zira, nihayeti bizi insanımızıdır. 
Velâkin, örnek verilen şu ABD’nin, bilinip de görmemezliğe gelinen asıl çehresine bir nebze olsun dokunmadan edemeyeceğim. Zira zaman zaman ABD’yi asıl kimliği ile milletimize takdim etmekte fayda vardır ve en azından basiretleri bağlanmış olanlara belki faydası dokunur!.. 
1945’te: umum insanlığı Nazi belâsından kurtarabilmek ideali ile tüyler ürpertici muharebelerle Avrupa’nın kalbine kadar inen: “Sovyetlerin Kızıl Ordusu ile ABD’nin hürriyet sever Yanki Ordusu, el birliği ile Nazi belâsını dize getirerek, yoklara göndermiş ve böylece, Avrupa kıtası ile umum insanlığı esarete düşmekten(!) kurtarmışlardı. 
Müttefik Orduları Baş-Kumandanı General Dwight “David” Eisenhower mağlup Alman Milletine: “Bizler sizi kurtarmaya değil, ülkenizi işgale geldik!” demiş ve bu ifade hâlâ aynı tazeliğini muhafaza etmektedir. Siz bakmayın günümüz Almanya’sının bağımsız ve hür görünümüne. ABD, müsaade etmeden nefes dahi alamaz ve bu konuya bir başka makalemde değineceğim. 
Ancak, ABD’nin asıl tasvirini en mükemmel şekilde çizmiş bulunan ünlü Kızılderili Reisleri olmuştur. Yazar, Nebil Özgentürk’ün bir makalesinden aynen alıyorum ki, gerçekten bahse değer olmakla birlikte, üzerinde derin, derin düşünülmesi icap eden ibret alınacak pasajlarla doludur ki, bazılarını aynen geçiyorum ve diyorum ki: “ABD rüyası masalı” daha ne kadar devam edecek ve bir palavradan ibaret olduğu ne zaman anlaşılacak?... 
Oturan Boğa’dan ABD insanını tanıtım: 
(Biz, Manitu’nun dünyayı bizim için yarattığına inanıyorduk. 
Sonra Beyazları gördük. 
Manitu, Beyazları da yarattığına göre,  
Bu dünya hem onların, hem bizim! 
Ama Beyaz adam hepsi benim dedi!) 
Yazar Nebil Özgentürk ise, şöyle buyurmuş: 
(Yeryüzü tarihi, ahmak ve alçakların hamasi nutuklarıyla nasıl da dolup taşıyor. Bir Kızılderili Reisi Totanaka “Oturan Boğa” gibi; “ahmak olmadan, alçak olmadan” yaşayın giden Reis ya da liderler ise kendi kozalarında sıkışıp kalmıştır.) 
Baştan beri yazdıklarım, Türkiye’mizin onca problemleri içinde bir de böylesi çetrefilli meselelerle uğraşmaya mecbur kalması, hiç de hayırlı neticeler doğurmaz!.. Nitekim, baştan beri saydıklarım benim endişemde haklı olduğumu açıklıkla göstermektedir!... 
Bir milletin “Millî varlığını” simgeleyen nesneler, hiçbir zaman hafife alınamaz ve çeşitli yorumlara muhatap hale getirilemez. Böyle olduğu taktirde, millet, millet olmaktan çıkar ve bir sürü hâline gelir ve zaten sokaktaki insanların kılık, kıyafeti ile hayat tarzları bu tehlikenin gittikçe güçlendiğini işaret etmektedir. 
Öz Türkçesi, Gazi Hazretlerimizin akla gelmedik kahredici mücadele ve mucize sayılabilecek zaferlerle tesis ettikleri günümüzdeki Cumhuriyet Türkiye’sini tüketip, yoklara gönderebilmek için, insanlarımızı kandırıp kullanmalarına asla müsaade etmememiz lâzımdır. Aksi taktirde yarınlar çok geç olabilir!... 
İnşallah yeni bir makalemde buluşabilmek umudu ile cümle okuyucularıma hayırlı haftalar dilerim efendim. 
Not: Bu makale, “6 Ekim 2012 Cumartesi” tarihinde yazılmıştır.