İSTİKLAL MARŞI’MIZIN DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİFİ!

Abone Ol
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
12 Mart-yarın- İstiklal Marş’ımızın kabulünün 93. yıldönümüdür. Bugün dünya üzerinde Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği ve uluslar arası hukuk kurallarına göre 208 devlet vardır. Bunlardan İskoçya hariç 207’sinin Milli Marş’ı vardır. İskoçya’nın resmi bir milli marşı yoktur. Ancak The Corries grubundan Roy Williamson’un yazdığı Flower of Scotland İskoçya halkı tarafından ulusal marş olarak kabul edilmekte ve söylenmektedir.
Peki, milli marş nedir. Milli marş, özlü dizleriyle bir ulusun, bağımsızlığını ve gücünü, yurt ve bayrak sevgisini, özgürlük, bağımsızlık ve çağdaşlık tutkusunu, yurtseverlik duygusunu yansıtan halk tarafından benimsenmiş ve kabul görmüş, bestelenmiş haliyle genellikle ülkeler arası etkinlerde seslendirilen sözlü marştır  İngiltere’de 18. yüzyılın ortalarından beri kraliyet törenlerinde söylenen ve 1825’te milli marş ilan edilen “Tanrı Kralı/Kraliçeyi Korusun” adlı marştır. 
Eski Türker’de milli marş var mıydı, yok muydu, detayına girmeden Osmanlı Devleti dönemine bakarsak. Sultan II. Mahmut zamanında uygulamada başlayan reform hareketleriyle bir Batı musiki ve gelenekleri de kabul edilmeye başlandı. Özellikle çok sesli müzik ve türleri Osmanlıların hayatına girmeye başladı. Bu meyanda Batı’dan getirilen besteciler İmparatorluk Marşı diyebileceğimiz padişahların hükümranlığını simgeleyen marşlar bestelediler.
Mesela II. Mahmut için Mahmudiye Marşı - 1808-1839 yılları arası kullanıldı. Guiseppe Donizetti ve kardeşi Gaetano Donizetti besteledi. Tanzimat Devri sırasında Mecidiye Marşı bestelenmiş ve o yıl aynı zamanda bugün kullandığımız “Beyaz ay-yıldızlı, al bayrak” ise resmi bayrak olarak kabul edilmiştir. Osmanlı’da padişahlara özel resmi marşlar şunlardır: Mecidiye Marşı, Aziziye Marşı, Hamidiye Marşı ve Reşadiye Marşı. Danimarka’daki bir beynelmilel fuarda sırayla limana giren gemilerin taşıdıkları bayrağa göre millî marşları çalınmakta iken, limana bir Osmanlı gemisi girince, elinde millî marşın notası bulunmayan sahildeki orkestra telâşlanmış, sonra geminin bayrağına bakıp içinde ay-dede ve yıldız geçen bir halk türküsünü çalmışlardı.
Ve 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM kurulduktan ve yeni bir devlet inşası için mücadele edilirken bir marşın gerekliliğini siyasilerden önce ordu hissetti. Çünkü Türk Ordusu en eski tarihlerden beri musiki ile hareket etmiştir. Elbette milli marş olarak şahıslar adına yazılan-padişahlar-marşlar kullanılamazdı. Yeni ve millete ait bir marş bestelenmeliydi. Bu nedenle milli marş ihtiyacı ortaya çıktı. Bilindiği üzere 1920 yılı henüz TBMM yeni açıldığı, Kurtuluş Savaşı’na hazırlıkların sürdüğü çok sıkıntılı bir dönemdir. Buna rağmen bir milli marş yazılması için Erkan-ı Harbiye, yani Genelkurmay Başkanlığı Milli Eğitim Bakanlığından istekte bulundu. Bunun üzerine bakanlık 7 Kasım 1920’de milli marş için yarışma açtı. Bilindiği gibi 724 şiir arasından Mehmet Akif Ersoy’un şiiri 12 Mart 1921’de milli marş olarak kabul edildi. Mehmet Akif marş için ordu tarafından konulan ödülü, kırgınlığa sebep olmamak için almış fakat bu 500 lirayı “Fakir İslâm kadın ve çocuklarına iş öğreterek, onları yoksulluktan kurtarmak” amacıyla kurulmuş “Darülmesai” isimli derneğe bağışlamıştır. Bu ödülün bugünkü değeri  500 cumhuriyet altını değerindedir. Yani bu epeyce yüklü bir ödül sayılabilir. Mehmet Akif, paraya değer vermeyen örnek bir kişiydi. Ödülü kabul etmeyen Mehmet Akif’in sırtında paltosu bile yoktu. Arkadaşı ile nöbetleşe giydikleri bir palto ile Meclis’e gidip geliyorlardı. İstiklâl Marşı Meclis’te kabul edildiği gün ise Akif in cebinde iki lira vardı ve onu da Zonguldak milletvekili Hayri Bey’den borç olarak almıştır. Buraya kadar anlattıklarımız dünyada milli marşlar ve Türk milli marşları konusunda genel ve her yerde bulunabilen bilgilerdir.
Türkiye, “milli marş” ile Kurtuluş Savaşı yıllarında tanıştı. Daha önceleri marşın ne olduğunu bilmediğimiz için uluslararası toplantılarda garip vaziyetlere düşerdik, toplantıya başka milletlerden katılanlar kendi milli marşlarını okurlarken biz bakakalırdık. Mesela, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya’da yapılan bir askeri törende sıra bize gelince subaylarımız marş niyetine hep bir ağızdan tekbir getirmiş ve büyük alkış almışlardı. Yine Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında, Brest-Litovsk’daki Alman karargâhında, Avusturya İmparatoru Karl’ın doğum günü kutlanacaktı. Her şeyiyle eksiksiz bir tören yapılması gerekiyordu ve Almanlar müttefikimiz oldukları için bu tören için görevli subaylarr arasında Türk subayları da vardı. Türk tarafı, kutlamalarda askeri murahhasımızın yaveri olan Teğmen Abdülkadir Bey’i görevlendirmişti.
Sonraki senelerde “Karamürsel” soyadını alacak ve Beşiktaş Kulübü’nün başkanlığını yapacak olan Abdülkadir Bey’e, kutlama hazırlıkları sırasında önemli bir haber gelmişti. Rusya’da esaretten kurtularak Türkiye’ye dönmekte olan 37 kişilik bir Türk subay kafilesi, bir gece konaklamak üzere istasyona inmişlerdi. Kutlamaya, bu subaylar da davet edildi. Tören başladı ve ziyafet sofrasına geçildi. Yemeğin sonunda ayağa kalkan Alman komutan, sözü esaretten dönen subaylarımıza getirerek Türk askerinin kahramanlığını övdü. Konuşma biter bitmez bütün Almanlar hep bir ağızdan “Deutschland Deutschland über alles” diye başlayan Alman milli marşını okumaya başladılar ve bitirince Türklere dönüp “Şimdi sizi dinlemek istiyoruz” dediler. Bizde milli marş olmadığını hatırlayan Abdülkadir Bey hemen vaziyete el koydu. Askerlere “Ordumuz etti yemin’i okuyabilir miyiz?” diye sordu ama “Unuttuk” cevabını aldı. “Kalkalım ey ehl-i vatan” dedi, hatırlamadıklarını söylediler. Abdülkadir Bey, bunun üzerine “Arkadaşlar, haydi tekbir getirelim” dedi ve subaylar “Allahu ekber, Allahu ekber...” diye başlayıp tekbiri bitirince salonda bir alkış koptu. Almanlar, Tekbir’deki basit melodinin verdiği ruhani hava içerisinde subaylarımızı dakikalarca alkışladılar.
Osmanlı Devleti döneminde “milli marş” yaptırılması düşünülmemiştir.  Bunun adına padişahların şahıslarına yaptırdıkları özel marşlar kullanılmıştır. Bu marşlar millet kitlesine mal edilmediği amaçlı öncelikle dış ülkelerde pek çok defa zor durumlarda kalınmış, sıra bize geldiği gün heyetlerimiz şaşkına dönüp kalmışlardır.
Milli marşımızın olmayışı konusunda bir dramatik örnek daha vereyim. Reşadiye savaş gemimizin kızaktan indirilişi töreninde bulunmak üzere İngiltere’ye çağrılan Türk heyeti, törenin son dakikalarında birden bire beklemedikleri bir durumla karşılaşmıştı. Nutuklardan bir sonra geminin burnunda şampanya şişesi patlatılmadan İngiliz denizcileri kendisinin milli marşlarını okuyunca bizimkiler de mukabele etmeye mecbur kalmışlardı. Söylenecek bir milli marş olmadığı amaçlı bir önce birbirlerine bakıştılar, bir sonra müstakbel çarkçıbaşı durumun önemini hissederek: - Dostlar, “Entarisi ala benziyor’u” biliyor musunuz? - Biliyoruz. 
- O takdirde hep beraber: -“Entarisi ala benziyor Sultan Reşat bana benziyor ” türküsünü söylemeye başlıyorlar. 
Bu konuda hiç unutulmayacak olaylardan birisi de  şöyledir. Yıl 1922... “Takviyeli Galatasaray” Avrupa’ya gider. Kadroda Fenerbahçe’den Zeki, Altınordu’dan Refik Osman da var. Takım 4 ülkede (İsviçre, Almanya, Çekoslovakya, Macaristan) maç yapacak. Almanya’da bizimkilere bir yemek verilir. Yemekten sonra Alman Federasyon Başkanı “şimdi sıra milli marşta” der. Alman sporcu ve yöneticiler başlarlar Alman milli marşını söylemeye: Deutschland Deutschland über alles. Ve sıra “bizimkilere” gelir. Ama bizim henüz “milli marşımız” kabul edileli bir yıl olmuştur ve de bestesini hiç ezbere kimse yoktur. Herkes birbirinin yüzüne bakar. İşte o anda Refik Osman “toparlanın arkadaşlar” der: “Hep birlikte hamsiyi söyleyeceğiz.” Salon ayakta... Bizimkiler başlarlar söylemeye: “Hamsiyi de koyduk tavaya... Sıçradı gitti havaya.” Şarkı biter bitmez Almanlarda “bir alkış, bir alkış. Koptu ki!” “Bizimkiler” daha sonra bunu birkaç kez tekrar etmek zorunda kaldılar. 
1925 yılında yapılan İstiklal Marşı’nı değiştirme Milli ruhu ve Milli Mücadeleyi yansıtacak bir şiir ortaya konulsaydı belki de değiştirilecekti. Ama olmadı. Ayrıca yeni marş arayışları, kabul görmediği için açılan yarışmalar da sonuçsuz kalmıştır. Onun için bu konuda araştırma yapanlar belgelere ulaşma şansını bulamamışlardır. Değiştirme girişimleri bununla da sınırlı kalmamıştır. 1937 yılında yeniden Milli Marş yazdırılmasına teşebbüs edilmişti. Ulus gazetesi aracılığıyla bir yarışma düzenlenmiş, Falih Rıfkı, Necip Fazıl’a da katılması için teklif götürmüştür. Ancak Mustafa Kemal Atatürk 1938 yılında vefat edince marş kendisine takdim edilemez ve bu girişim de böylece neticesiz kalır. Necip Fazıl şiirini aynı adla kitabına da almıştır. Bu şiir, 1940’lı yıllarda Necip Kazım Akses tarafından bestelenmiş ve kendisi bu besteyi radyodan dinlemiştir. 
Yarışmanın şartnamesinde en acıklı olan ise şöyle açıklanıyordu. Mehmet Akif Bey’in İstiklâl Marşı mücadele günlerinin bir hatırası olarak yaşamalı, merasimlerde ve mekteplerde söylenmelidir. Milli marşın değiştirme sebebi kısaca şöylece özetleniyordu. Devlet marşının güftesi yüce Türk milletinin medenî gaye ile yürüdüğünü, Cumhuriyete istidlâl ettiğimiz manayı ve Türk milletini saadete ulaştıranlara umumî tarzda şükran ifade etmelidir. Yani milli  marşımıza yönelen eleştiriler belgelerde şu hususlarda odaklanmıştır. Batı Medeniyetine “canavar” deme, “Türk” kelimesinin geçmemesi, “lidere şükrana yokluğu”, “uzunluk.” Ve buna benzer saçma sapan bahanelerle değiştirilmek istenmiştir. Ne gariptir ki;  bugünlerde de o günlerin tam tersine şövenist diyenler çıkıp değiştirilsin demektedirler.
Buraya kadar ki bilgi ve belgeler göstermiştir ki, marşımızı geçmişte olduğu gibi gelecekte de değiştirmek isteyenler çıkacaktır. TC Anayasası’nın 3. maddesi uyarınca Türkiye Devleti’nin “Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Bu hüküm de Anayasanın 4. maddesi uyarınca, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Ancak daha da bu hukuki korumanın ötesinde Marşımız, milletimizin gönlünde öyle bir yer etmiştir ki hiçbir çaba başarılı olamamıştır. Gerçekten, bayrak, vatan, dil gibi mukaddes olan milli marşlar, keyfi değiştirilemez. Çünkü eser, millet hayatındaki büyük çalkantılar, ölüm-kalım savaşlarının sonucu doğmuş ve millet ruhunun tercümanı olmuştur. Buluşma yeri olarak “İstiklâl Marşı: Bir milli mutabakat metnidir.” Ben büyük bir gönül rahatlılığı ile Yüce rabbime dua ederek diyorum ki; “Allah Mehmet Akif’in ve tüm şehitlerin mekânını cennet eylesin. Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın.”