Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’ya Kuran-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı; başı rahmet, ortası mağfiret sonu cehennemden azat olan Ramazan’ı Şerif’in manevi havası ile İstiklal Marşımızın kabulünün 103. Yıldönümünün verdiği milli hava ile konuk oluyorum bu hafta.
Bir arkadaşımla konuşuyoruz sosyal medya da insanların Ramazan Sevincini yaşayarak evlerini, iş yerlerini süslemelerine takılmış. Ona göre “ne gerek varmış” “reklam için yapılıyormuş” falan filan. Buna benzer cümlelerin ardı arkası kesilmeyince dayanamadım haliyle. Yılbaşı gelmeden iki ay önce süslenen alışveriş merkezlerini, mağazaları anlattım. Bize ait olmayan bir güne atfen alınıp evlerin baş köşelerine konan çam ağaçlarını anlattım. Ben bunları anlattıkça sindi. Daha sonra bir cesaret ile namaz kılarken paylaşılan resimlerden dem vurdu. Haklıymış gibi gözlerinin parladığını hissettim. Ve şimdi kontranın tam sırasıydı. Gazinolarda, meyhanelerde çekilen rakı masalarını söyleyince tek laf daha edemedi. O hınzır gülümseme yerini hafiften morarmaya bıraktı. Yanı başımızda Filistin, yüreğimizin tam ortasında Mynmar, Arakan varken Müslümanlar olarak nelere takılıp kalmışız. Bu tiplerin özellikle kendisini TÜRKÇÜ olarak addedenlerin yanında Filistin konusunu açarsanız aklınızda bulunsun ilk söyleyecekleri “Onlarda toprak satmasaydı, Osmanlı’yı sırtından vurmasaydı” cümleleridir. Bu cümleyi kuran kişi bilin ki tarih cahilidir ve asla kendini tariflediği gibi Türkçü değildir. Türkçü olmuş olsaydı Göktürk Hakan’ı Bilge Kağan’ın emrini bilir; güçsüze kol kanat germenin aç olanı doyurup, çıplak olanı giydirmenin Türk Töresi olduğunu bilirdi. Bu tür insanlara oturup satılan topraklardan Filistinlilerin sattığı toprakların çok küçük olduğunu anlatmaya çalışmayın, hele İstiklal Marşımızı yazan Mehmet Akif’in bir Arnavut olduğundan sakın bahsetmeyin. Bırakın onlar, zihinlerindeki çöplükte tepinmeye devam etsinler. Bırakın Ramazan’ın gelişine sevinmeyi sırf bu tiplere inat olsun diye evlerinizi, işyerlerinizi süsleyin. Süslediğiniz yerlerin resimlerini sosyal medya da paylaşın. Belki birisine güzel örnek olursunuz. Ramazan sevincini yaşamaya ve paylaşmaya devam edin, bizden sonra yetişecek nesle en azından bu sevinci aktaralım, Ramazan nedir? Neler yapılır? Müslümanca hayat nasıl yaşanır? Sorularına bir nebze olsun cevap vermiş olalım.
İstiklal Marşımız neden KORKMA sözüyle başlar hiç düşündünüz mü? Karesi (Balıkesir) Milletvekili Hasan Basri ve Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey Milli Marşımızın Mehmet Akif tarafından yazılmasını çok ister. Bu sebeple Mehmet Akif’e sürekli baskı kurarlar. Hatta Hasan Basri, Ankara Hamam arkasında bulunan ev toplantılarında, meclis oturumlarında Mehmet Akif2e yakın markaj uygular. Ve sonunda Mehmet Akif’i ikna eder. Akif’in tek şartı; Milli marş için ortaya konulan ödülün kaldırılmasıdır. Ödül kaldırılmaz ancak Akif’i ikna edecek şekilde tasnif edilir. Mehmet Akif içi dolup dolup taşmaktadır. Aklından geçenleri bir kağıda aktarabilse rahatlayacak ama ilk cümleyi bulamaz ki devamı gelsin. Bir ev toplantısında Hasan Basri Bey, işgal altında olan İstanbul’dan Ankara’ya gelen arkadaşlarına Peygamber Efendimizin Hicret yolculuğunu anlatır. Dünyanın en şerefli insanı ile en yakın arkadaşının yapmış olduğu en güzel yolculukta bir mağaraya sığınılmıştır. Müşrikler mağaranın girişindedir. Sesleri mağaranın oyuklarında yankılanır ancak onların mağaraya girmesine engel olan bir örümcek ağı ve mağaranın girişine yapılmış bir kuş yuvasıdır. Mağara içinde Hz. Ebubekir göz yaşları içinde, tek korkusu mağaraya girerlerse İslam Peygamber’i öldürülecek. İşte tam bu sıra Hz. Muhammed o sözü söyler. “Korkma Ya Ebubekir, Allah bizimledir” İşte bu söz ikbalini, istikbal ve istiklalini kaybetmek üzere olan bir milletin marşının ilk sözü olmalıdır diye düşünür Mehmet Akif ve odun sobasından aldığı köz ile duvar İstiklal Marşı’nın ilk sözünü yazar. Sonrasında da her bir ansiklopedi olacak olan bana göre dünyanın en hisli milli marşını yazar.
Şiir meclise sunulmuştur. Hani biraz önce ramazan sevincini resimlerle paylaşan insanlara ateş püsküren arkadaşım vardı ya aynı kafa, Mehmet Akif’in şiirine karşı çıkar. Hararetli tartışmaların yaşandığı oturumda Rıza Nur, Muhiddin Baha, Tunalı Hilmi gibi isimler Milli Marşın bir Türk tarafından yazılmasını isteseler de Hamdullah Suphi Mehmet Akif’in yazdığı şiiri meclis kürsüsünden okur. Ayakta dakikalarca alkışlanınca Hasan Basri’nin teklifiyle şiir tekrar okunur. Ve yapılan oylamayla Türk Milletinin milli marşı seçilir. Sıra gelmiştir ödülün alınmasına. İşte buraya dikkat ediniz. Mehmet Akif ömrü boyunca hiç varlıklı birisi olmadı. Devlet tarafından Almanya’ya görevli olarak gönderildiğinde pahalı olan bir otelde kalmak yerine sıradan bir otelde kalmayı tercih etti, otel parasını da kendisi ödedi, Meclisin kendisine vermiş olduğu vekil parasını çoğu zaman almadı. İkinci mecliste vekil olmadı ancak kendisine vekil maaşı da bağlanmadı. İstiklal Marşı’nın kabul edildiği gün, sırtında arkadaşından ödünç aldığı ceket vardı. Ekmeğinin yanına çoğu zaman katık bulamıyordu. Böyle bir durumda o dönemde bir servet değeri taşıyan ödülü yoksul kadın ve çocuklara hizmet veren Darülmesai’ye bağışladı.
İşte tam olarak kaybettiğimiz nokta burası. Biz şahsi menfaat ve çıkarlarımızı her şeyin ve herkesin önüne koyduk. Manevi duygularımızın yerini maddiyat aldı. Oysa yıkılış ve kuruluş döneminin en sert günleri yaşayan insanlar yani dedelerimizin babaları böyle değillerdi. İşte Ramazan bunun için geldi. Bizi biraz adam etmeye, bize dedelerimizi anlatmaya, bizi biraz kendine benzetmeye geldi. Hoş geldi, safa geldi.
Diyecek çok söz anlatacak çok hatıra var o döneme dair ancak bu hafta da bize ayrılan satırların sonuna geldik. Haftaya ömür vefa ederse buradayız efendim. Bu hafta yazımızı Akif’in ettiği duaya “amin” diyerek bitirelim.
Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın…