İSTİKBALİ ÇALINANLAR SELAM SİZLERE!

Abone Ol
“sosyalist devrim için” acımasızca insan öldürmeyi  teorik ve tartışılmaz bir hakikat olarak kabul eden Dev-Genç geleneğinin Dev-Yol ve Dev-Sol tandanslı katillerini masumlaştırmak amacıyla kullanmayı gazetecilik zanneden bir güruhun keyfi olsun diye uzatılan üç ülkücünün tahliyesi, dağınıklıktan muzdarip solu birleştirmeye yetti (!)

Kin ve nefretle dolu yürekleri kalemlerinin mürekkebinden daha kara olan bu güruh; otuz bin insanın katili Abdullah Öcalan’a “af” diye yırtınırken neden bu üç ülkücü eylemcinin tahliyesine histerik bir hezeyanla saldırıyorlardı? Bu sadece geçmişteki kavganın ürettiği tıbbi bir düşmanlık vakası mıdır yoksa başka şeyler de var mıdır? ”Benim katilim devrim için öldürdü katil sayılmaz” mantığının psikiyatrik boyutu kuşku götürmese de, bu hezeyanın başka nedenleri de olsa gerektir?

Vicdanı ve fikir namusu olan herkes 1980 öncesi çatışma ortamını başlatan cinayetleri Devrimci-Sol diye isimlendirilen katillerin işlediğini bilirler. 1960‘da bu ülkenin başbakanı ve iki bakanını asmanın verdiği zorbaca özgüvenle köylü kitlelerin ellerindeki tek atımlık kurşunları olan “rey”lerini istedikleri yöne akıtamayacaklarını gören çevreler; 27 Mayıs oligarşisinin koruması altında önce Talat Aydemir gibi ihtilal hastası tiplerle devrimcilik oynadılar. Bu sırada üniversitelerde kendilerinden olmayan herkese kan kusturmak için her şeyi yaptılar. Üniversiteler bu takıma tahsis edilmiş kurumlardı.1980’e kadar oralara kendi ideolojilerinin dışında olanları sokmamak için her türlü bilimsel ve ahlaki kriteri çiğnemekte tereddüt etmediler. İskender Öksüz’ün tespitiyle; ”1969’da (dikkat ediniz 12 Mart’a giden süreçtir) Brejnev Doktrinin ilan edilmesiyle bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de saldırıya geçtiler. “

Ülkücü İlahiyat öğrencisi Ruhi Kılıçkıran’ı katletmekle “işe başladılar”. 1970 de Dursun ÖNKUZU’yu linç ettikten sonra ağzına bisiklet pompası ile hava basarak ciğerlerini parçalayıp öldürdüler. Süleyman Özmen, Yusuf İmamoğlu art arda katledildiler. 9 Mart cuntasının sokak provokatörlüğünü yapanlardan (ki daha sonra yukarıdaki uzlaşma neticesinde galiplerin önüne kelleri atıldı) Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan başta olmak üzere o dönemin devrimci solunun 9 Mart/Madanoğlu cuntası tarafından nasıl kullanılıp, oyunu kaybedince buruşturulup atıldıkları dönemin hızlı devrimcilerinin anılarında tek tek anlatılır. Öyle ki manzarayı çakan dadaş çocuğu Deniz Gezmiş “yiğitliğe leke sürdürmemek için İttihatçı sülalesinden dinlediği milli hikâyelerin etkisiyle olacak sehpaya yürürken geride kalan kardeşine “devrimci olmayı “değil, “bilimle uğraşmayı ve bilim adamı olmayı tavsiye” edecekti…

Hele hele, son infaz adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasıyla “vicdanı sızlayan” Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım?” kitabında kendi öldürdükleri Mustafa Kuseyri’yi “ülkücüler öldürdü” diye nasıl yaygara yaptıklarını okumanızı hararetle tavsiye ederim. Laf gelmişken bir de yıllardır hedef tahtası yapıp, kopardıkları yaygaralarla özellikle hak ettiğinden fazla içeride yatırdıkları Haluk KIRCI’nın da kitaplarına şöyle bir bakınız ve sorunuz; acaba “bu katil mi daha vicdanlı yoksa bu büyük entelektüel mi?”

Musin Kehya, Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu’nun gecikmiş adalete mazhar olmalarına “adalet/vicdan” kelimeleriyle viyaklayanlara bir bakınız lütfen; 30 bin kişinin ölümünden sorumlu Öcalan’ın affı için nasıl çırpınıyorlar… Öyle ya, sonuçta ölenler Türk çocukları ve onların bu güruhun “hümanizmasında” yerleri yok.

Onlar ki bu ülkede başbakan asmış, devleti kana bulamış batıcı /pozitivist katillerin “bizim çocukları “olarak “sürekli devrim” teraneleriyle okumaktan başka derdi olmayan Anadolu çocuklarını “faşist” diye yaftalayıp gözlerini kırpmadan öldürmüş ve 12 Eylül mahkemelerinde beş cinayete bir ceza ödülüyle sözüm ona  “mağdur edilmişlerdir (50 kişi de öldürseler tek idam aldılar.)Yaptıkları mağduriyet edebiyatına rağmen sonuçta 27 Mayıs düzenin yargısı tarafından korunmuşlardır. Ülkücülerin ise her cinayete bir ceza uygulaması ile nasıl “derin devletin adamı oldukları” anlaşılmıştır.(!)

Bana namuslu bir adam çıksın ve desin ki: 1980 öncesi 1960 sonrası ilk siyasi cinayeti ülkücüler işledi. Türkiye solundan hemen özür dileyeceğim (onlar Türk solu denilmesini sevmezler malum, onun için Türkiye solu diyorum)…

***

Dün ülkücüler köylerinden okumaya gelmiş, köklerinden koparılmaya direnen ve milletleri için büyük rüyalar gören köylü çocuklarıydılar. Onların ne orduda güçleri vardı, ne yüksek bürokrasi de ne de yargı da. Çoğunluğu köyünden üniversiteye gelebilmiş ilk gençlerdi. Bir yandan var olmak, okumak zorundaydılar öte yandan kendilerini kızıllaştırmaya çalışan yeni oligarkların şımarık ve zorba çocuklarına karşı örgütlenmek zorundaydılar. Örgütlendiler ve meşruiyetten dışarıya çıkmadılar. Öldürüldüler lakin Başbuğ’un “sükunet!” diyen tavsiyesine uyarak yollarına devam ettiler. 12 Mart 9  Martçı zorbaları tasfiye edip Dev-Genç takımını paçavraya çevirince 1974’e kadar bir sükunet ortamı oluştu. Ecevit’in 1974 affı ile hapishaneden çıkan eski katiller şiddeti olabildiğince tırmandırdı ve Ülkücüler kendilerini savunmak için silaha silahla karşılık verdiler.

Sonuç 12 Eylül… Mustafa Pehlivanoğlu’nu neden astıklarını soranlara Netekim Hazretleri “Denge olsun diye” cevap verecekti.

***

27 Mayıs’ın 9 Martların “entel”, “çağdaş” maskeli katilleri…. Bütün eksikliklerine rağmen Türkiye artık eski Türkiye değil. Bugün kartel basınında tuttuğunuz köşelerinizde büyük sermayeye uşaklık etmenin vicdan azabı olmasın sakın; 12 Eylül öncesinin olaylarından dolayı 12, 20, 30 yıl yatmış üç ülkücüyü ömür boyu zindanda çürütme kiniyle köpürmenizin sebebi?

Sizi biliriz;  siz sabah akşam “insan” edebiyatı yapıp Stalinist örgüt disiplini içinde vicdan ve onurlarını yitirmiş zavallılarsınız. Sizin vicdanınıza ihtiyacımız mı var? Elbette yok. Bilmeniz gereken bir nokta var ki; artık ne Cemal Gürsel’leriniz ne Madanoğlu’larınız ne de Başbağlar’da katliam yapan yoldaşlarınızı yakalandıklarında çay söyleyip salıveren yargınız var. Ne de 1980 öncesinin örgütsüz ve köylü kitleleri. Devriniz bitti, güneşiniz söndü. Gerçi siz hiçbir zaman kendi fikrinizin bayrağıyla mücadele edemediniz ki; geldiğiniz nokta bölücü terörün kuyrukluğu. Eh ne de olsa yoldaşlarınız, onları siz örgütlediniz. Atatürk’ü “burjuva kemal” diye o kadar aşağılayıp ihtiyaç duyduğunuzda  kurduğu partinin samimi Kemalist, vatanperver “salaklarını” da arkalamayı bildiniz.

Azerbaycan, Doğu Türkistan, Kırım, Kerkük için ne zaman yürüsek karşımıza Sovyetler’in, Çin’in Barzani’nin askerleri gibi sizler çıkardınız.

O uşaklık ettiğiniz kartel medyasında; “yazıları hükümetin hoşuna gitmiyor diye patronlarınız tarafından işlerine son verilen yoldaşlarınız için birer yazı yazma namusunu kaçınız gösterdiniz? Gösterebilir misiniz? Behey kartel medyasının kapıkulları gelin gidin yine de bu üç Ülkücüye dua edin. Bakın onların haklarına kavuşmaları size devrimci nostalji yapma imkanı sağladı. (!)

Bu arada hakkını yemeyelim; hiç sevmediğim bir gazete olmasına rağmen Taraf’ta yazan Yıldıray Oğur’a namuslu tavrından dolayı teşekkür ederim. Dediği gibi; “21 yıl sonra olsa da katillerimiz eşitlendi.” Namık Açıkgöz’ün belirttiği gibi “bir ülkede zulüm bile eşit dağıtılmalıdır.”Oğur’un yazısından bir alıntı: “7 Mart 1978 günü gece 22:00. Moloz dökmek için İçerenköy yakınlarında taşocağına giden kamyon şoförü, köpeklerin çalıların arasındaki bir şeyi eşelediğini gördü. Yaklaştı. Manzarayı görür görmez hemen karakola haber verdi. Çevreyi arayan polis beş genç adamın cesedini buldu arama sırasında. Bu arada yakınlardaki gecekondulardan, arama yapan polisin üzerine ateş açıldı.Kurşunla öldürülmüş insanlara ait cesetlerin bir kısmında darp ve işkence izleri vardı. Biri gözünden vurulmuştu.

Cesetler geçim sıkıntısı yüzünden daha yeni Giresun Görele’den İstanbul’a göç eden ve Oto San fabrikasında çalışmaya başlayan beş arkadaşa aitti. 23 yaşındaki Sinan Koca’nın biri 10 günlük üç çocuğu vardı. 29 yaşındaki ağabeyi Cevat Koca’nın bir, 29 yaşındaki Bahri Bilgin’in yedi, 27 yaşındaki Ömer Bayraktar’ın dört ve Salih Ulu’nun bir çocuğu.Beş arkadaş kiradan kurtulmak ve Görele’deki ailelerini yanlarına getirmek için birer gecekondu yapmaya karar vermişlerdi. Gecekondu için seçtikleri yer devrimcilerin kurtarılmış bölgesi olan 1 Mayıs Mahallesi’ydi. Ülkücü olan beş işçi, Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu MİSK’e üyeydi. Gecekonduları yaptılar ama başları devrimcilerle belaya girdi. Bir gün kahveye çağrıldılar. Sonradan bunun TİKKO’nun Halk Mahkemesi olduğunu öğrendiler. Suçlu bulundular. İnfazlarına karar verildi. Elleri arkadan bağlanıp, İçerenköy yakınlarındaki taşocağına götürüldüler. Katliamı yapan beş TİKKO militanı, 1991 yılında çıkarılan ve Anayasa Mahkemesi’nin eşitliğe aykırı bularak genişlettiği şartlı salıverilme yasasından faydalanarak 13 yıl sonra tahliye oldu.”

***

Bünyamin Adanalı; Ünal Osmanağaoğlu ve Muhsin Kehya; kalemlerinin mürekkebini yoldaşlarının döktüğü kanı örtmek için kullanan namussuzlara inat aramıza hoş geldiniz! Bundan sonraki ömrünüz uzun ve sağlıklı olsun. Bu adaletin gerçekleşmesinde emeği geçen herkese, başta AK Parti milletvekili Selçuk Özdağ olmak üzere tüm vekillere sonsuz teşekkürler. Bizler; yaşları 40 devirmiş ülkücüler sizi gayet iyi anlıyoruz. Üniversiteli yıllarımızda DEV-Yol ve Dev-Sol uzantılı güruhun saldırılarına çok maruz kaldık ve kartel medyası hep onların yanındaydı. Ama artık güneş balçıkla sıvanamıyor; çünkü boğmak istedikleri Anadolu bütün engelleri yıkıyor. Artık başka medyalar da var ve gerçek ilânihaye saklanamıyor. Dün bu zorbalıkları yapanlar bugün “adalet” diye ciyaklıyorlar ,mahkeme salonlarında…

1960 oligarşisinin ülkeyi 12 Mart ve 12 Eylül’e sürükleyen “sürekli devrim heyecanıyla” dolu katilleri; sizlere de samimiyetimle uzun ömürler diliyorum: Her gün yeni bir yenilginin acısıyla uyanıp güneşin sizin için asla doğmayacağını görmeniz için.

Hoş sizde çare bol, “bu halka bu layık…” diyerek kendinizi teselli edersiniz nasılsa “…

Üzülmeyin… İyi olur… 

Bu ülkeyi Sovyet Sömürgesi yaptırmayan, canlarını vererek böldürmeyen ve bugün Türk milletinin varlığı ve bekasıyla derdi olan herkesin  “baş düşman” olarak gördüğü ülkücülere tekrar selam olsun. Allah bu vatansız güruhun nefretine siz layık etsin. Selam olsun Asakir-i Mansure-i Türkeşiyye’…